Gerçek dostluk, tartışmanın büyüklüğü aşkın sınırını aşan bir duygu göstermedikçe tartışmalara yer vermez.
Nietzsche-Wagner dostluğunda Wagner’în hiç de iyi bir rolü yoktur. Wagner müzikte Nietzsche’nin beklentilerini karşılayamadı ve bu tutku Nietzsche’yi bütün bu haklılıkları ve haksızlıkları yapmaya zorladı. Bu büyük tartışma Nietzsche Wagner’i kendi malı haline getirmek istediği için bir aşk tartışmasıdır.. Wagner de kendi payına Nietzsche’yi denetimi altına almak istiyordu ama Nietzsche, Wagner’in karşısında bir düşün adamı veya kendi deyimiyle “ruhbilimci” olarak duruyordu. Aralarındaki doku farkı her konuda kendini belli ediyordu.
“Wagner Olayı” bize bu aşk ilanını vasiyet olarak bırakmıştır. Bu şaşırtıcı aşk ilanları Nietzsche’nin çıldırmadan yazdığı bu son eserindeki tutkuyu kanıtlamaktadır.
Nietzsche ilk buluşmasında Wagner’e hem duygusal hem düşünsel anlamda idare edilemeyen bir tutkuyla bağlandı. Bu tutku zaman içinde onun yerini alma isteğine dönüştü. Bir süre sonra Nietzsche, Wagner’in eşi Cosima’ya aşık olduğu için ona karşı ikilemli duygular süregelmiş ve çekememezliğin getirdiği ihanetle araları açılmıştır. Wagner’i karşısına alarak övdüğü kadar şiddetle eleştiren Nietzsche kıskançtır ve Cosima’yı çok daha fazla sever. Hiç kimse Nietzsche’in gözünde Wagner kadar yükselmemiş ve onun kadar alçalmamıştır. Cosima, aynı zamanda Wagner’in en büyük hayranı Franz Liszt’in kızıydı.
Richard Wagner güzel eserler yaratmış kötü karakterli bir insandı. Ancak kabaca şunu söyleyebiliriz: Kişilik özelliklerini beğenmediğimiz bir insanın yaratacağı sanat ürününü beğenme olasılığımız beğendiklerimize oranla düşüktür. Bu çok düşük olasılık istisnaları oluşturur. Kişilik özelliklerini beğenmediğimiz Wagner gibi büyük sanatçılar ruhlarında başka ruhlar da barındırır, başka ruhlara da seslenirler. Kaldı ki günlük yaşamdan biliriz, hiç hoşlanmadığımız biriyle belli bir konuda duyarlılığımız uyuşabilir; söz gelimi o konuda saatlerce hoş bir sohbete dalabiliriz. Ancak bu, genel kuralı değiştirmez. Hitler’in hayran olduğu Carl Orff gibi faşist birinin iyi bir sanat eseri üretebilmesinin konuyla dolaylı bir ilgisi vardır.
Wagner’in de hayatı çatışmalarla doluydu ancak tartışma götürmeyen tek yanı müziğe ve şiire inanılmayacak derecede yetenekli olmasıydı. Dünyaya güzellikler vermek istemiş, fakat kimse bunun farkına varmamıştı. Daha küçük yaşta Yunanlıların ünlü Odysseia efsanesini Almancaya çevirmiş ve kendine aşırı güven besleyerek çevresindekileri kullanmaya başlamıştı. En aşağıdan başlamadan yükseklere gelmek istiyordu. Başarı merdivenini arkasındakilerin omuzlarına çıkarak tırmanırken, başkalarının çektiği sıkıntıların günün birinde mutlaka onun şöhretiyle ödüllendirileceğine kendini inandırmıştı. Diğer insanların durumu onun için hiçbir önem taşımıyordu. Maalesef şöhret, onu hiç değiştirmedi, arkasından sürüklediği hayran kitlesine onu olduğundan büyük gösterdi. (Sanatın bize sunduğu ilk şey bir büyüteç!) Kendi çıkarlarını ön planda tutup başkalarının haklarını hiçe saymaktan vazgeçmemişti. Aralarında Nietzsche’nin de bulunduğu dostlarıyla yaptığı tartışmalarda daima kendini haklı buluyor, sabit fikirliliği yüzünden tasvip etmediği şeyleri savunmak zorunda kalıyordu. Yaptığı iş ne olursa olsun herkesin eline aynı miktarda para geçmesi gerektiğini savunurken kendisi lüks içinde yaşamaya bakar, Zengin aleyhtarı konferanslar verirken gerçek yüzünü gösterirdi. Müziği doğruca ruha hitab eden, onu dalgalandıran ve ince zevkler tattıran üstün bir sanattı ancak kimisinin kalbini alevlendirirken kimisine gözyaşı döktürüyordu. Operaları dikkatle incelendiğinde bunlar daha çok senfonik birer trajediyi andırır. Romantik eserler dinlemeye alışmış müzikseverlere bu vahşi ve egzotik müzik ilk başta yabancı geliyor fakat anlaşılmadığı halde etkisine giriliyordu.
“Müzik, her yerde anlaşılabilen, gerçek anlamda ortak olan dildir: Bu nedenle üzerine tüm ülkelerde ve tüm yüzyıllar boyunca ciddi bir şekilde konuşuldu ve anlamlı, çok şey ifade eden bir melodi, kısa sürede tüm dünyaya yayılmaktadır. Buna karşın anlam yoksunu ve bir şey ifade edemeyen bir melodinin içeriği çok daha anlaşılabilir bir şeydir. Fakat melodinin dili kelimeler kullanmaz, daha ziyade istemin tek gerçekleri olan mutluluk ve acılardan bahseder: Bu nedenle beyinlerimize çok fazla bir şey söylemez, kalbimize seslenir. Aksini beklemek müziği alet etmektir. Haydn ve Beethoven’in vaktiyle yollarını şaşırarak başvurdukları resmedici müzikte olduğu gibi. Mozart bu yanılgıya hiç düşmedi.” (Schopehauer)
Wagner kendini en iyi şekilde müzik yardımıyla ifade ediyor, başka insanların uğradığı çöküntülerden bu yolla kurtuluyordu. Hatalarını aldığı başarılarla örtmeyi biliyordu. Yeryüzünde hiç kimseye benzemediğini ve dünyanın onun bütün ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olduğunu sanıyor, yapılan yardımların da ona değil onun dehasına faydalı olduğunu düşünüyordu. Kendi eserlerini yüceltirken, başkalarınınkini yerin dibine batırmak için elinden ne gelirse yapıyor, böylece diğer müzisyenlerin üzerinde despotça bir egemenlik sağlıyordu. Dünyaya ölümsüz eserler yaratabilmek için geldiğine ve sözcüklerin ancak ölümsüz melodilerle beslenerek gerçek şiir kimliği kazanabileceğine inanıyordu. Nietzsche’nin eylem ve yaratıcılık idealinin ne büyük önem kazandığını görüyoruz. Bu yüzden Nietzsche onun müziğine hayranlık derecesinde ilgi duydu, yaşamında ve eserlerinde çok önemli bir yer verdi. Nietzsche, gençlik yıllarında tehlikeli bir ilahi güç olarak tanımladığı Wagner ile geçirdiği dakikaları tanrı katında olmaya benzetirdi.
Nietzsche kendisiyle barışık olmayan inançsız ve kötümser bir filozoftu. Wagner’in aşırı milliyetçi tutumuna karşı Nietzsche, din ve ulus kaynaklı geleneksel değerlerden kopmuştu ve dehasını hiçbir milletin malı olarak kabul etmiyordu. Nietzsche’nin bu bakış açısında ahlakın, etiğin hiçbir anlamı yoktur. Davetlerde Wagner’i alaya alan öyküler anlatırdı. Wagner ise dine sarılan Liszt’den cesaret alıyor, Liszt’den başka hiçbir besteci Wagner’i koruma cesaretinde bulunamıyordu. Liszt yetenekli bir piyanist olmasına rağmen Wagner’de gördüklerini çok güç buluyordu. Wagner, Liszt ile de bir türlü anlaşamamış, Liszt’in onu dünyaya tanıtma yönünde çabalarını önemsememişti. Nietzsche’nin “Parsifal” operasını “Hristyanlığa geri dönüş” olarak yorumlamasıyla Wagner ile dostlukları gölgelendi. Hayatının son yıllarında Wagner’in dostları yok denecek kadar azalmış, son nefesini verirken yanında eşi Cosima’dan başka kimse kalmamıştı. Kavgacı ve geçimsiz biri olmasına rağmen eşiyle iyi anlaşmasının nedeni ikisinin de tek bir insana, Richard Wagner’e aşık olmasıydı…
Çok kullanılan bir özdeyiş vardır, “İtalyanlar müziği aşkta kullanır, Fransızlar toplumda, Almanlarsa bilimde” Wagner’e göre bunun çevirisi şöyledir: “İtalyanlar şarkıcıdır, Fransızlar virtüöz, Almanlar ise besteci!”
Ancak Wagner bunu söylediğinden beri yüzyılı aşkın bir zaman geçti ve çok şey değişti…
İbrahim GÜRMAN