Demirin kullanılması sanayi devrimi niteliğinde ve yeni uğraş alanlarının ortaya çıkması olarak değerlendirilmelidir. Binlerce yıl yüzeyde bulunan madenleri kullanırken insan, ‘toprağın rahmini’ kazmaya ve oradaki madenlere ulaşmaya başladı. Toprağı zaten kutsal gören insanoğlu, bir kat daha bu mucizevi tanrıçasının ürettiklerine kavuştu. O güne kadar sadece göktaşlarıyla beraber yeryüzüne inen demiri taş gibi işlerken, onun kullanışlı bir alete dönüşünü daha keşfedememişti. Toprağın üstünde bulunan bu maden gökyüzünden yağan göktaşlarının armağanı, bir bakıma gök tanrının armağanı olarak düşünülmekteydi. Bu düşünce Azteklerde, Mısırlılarda, Sümerlerde ve Hititlerde de aynıydı. Sümercede demiri anlatan sözcük AN.BAR, ‘ateş, gökyüzü’, ‘göksel maden-yıldız’ işaretiyle belirtiliyordu. MÖ. XIV. Yüzyıla ait bir Hitit metininde kralların “ gökyüzünün siyah demiri”ni silah yapımında kullandıkları yazmaktadır.
Maden filizlerinin eritilerek kullanılması devrim yaratmıştır. Bakır ve Tunç’u işleyen Ortadoğu halkları demiri ‘toprak ananın rahminden’ çıkarıp eriterek işlemeye başlayınca, kimin topraklarında daha fazla keşfedilmiş demir yatakları varsa, ekonomisi, sanayisi de o oranda güçlenmiştir. Demirin akkor haline getirilerek sertleştirilmesi bir bütün olarak yeni bir sanayi doğurdu. Bu sanayinin yönetimler tarafından örgütlenmesi ise uzun zaman almadı. Günlük kullanıma ve savaşa ait üretim, demirin varlığını daha da anlamlandırdı ve savaş gerekçesi oldu, tüm değerli madenler gibi.
Ateşin Efendisi Demirci’nin Devrimi
Madenin yeraltından çıkarılması sonrasında insanoğluna tanrının bu bağışı doğal olarak inançları da etkiledi ve toprağın sunduklarına insan daha çok inanır oldu. M. Eliada’nın deyişiyle; Dünyanın her yerinde madenciler arınmayı, orucu, murakabeyi•, duaları ve ibadet davranışlarını içeren ritüeller yapar.” Eliada’nın bu sözlerine bir başka katkısı da, “Bütün maden ve dağ mitolojileri, sayısız peri, cin, hava perisi, hayalet ve ruh; hayat’ın jeolojik katmanlarına girdikçe karşılaşılan kutsal varlığın çok sayıda tezahürü” olduğudur. Buna eklenebilecek olan söz madenlerin fırınlarda bir mucize gibi yeniden işlevsel hale dönüşmesinin insanın kafasında yarattığı harikuladeliktir. Maden fırınlarında bu nedenle değer arttırıcı ritüeller uygulanır, madenciler tarafından.
Madenci, madene ihtiyaç duyan insanlar için, ateş ve demirle yaşayarak her ikisini de kontrol eden olduğu için “ateşin efendisi”dir. Son dönem Amerikan filmlerinde gelecek tasarımında maden ocakları[1] şiddet, korku, ürperti ve kahinlik işlerinin sunulduğu tasarımlarla sunulmaktadır. Birçok filmin adı yine bu efsane ve ritüeller topluluğundan ilham almaktadır. Madencilerin bu demiri işleme güçleri kahinlik şamanlık, büyücülük, ozanlık, şifacılık ve hekimlikle iç içe geçmiş bir bütünlük oluşturur. Buradaki yeni oluşan maden işleme kültürü işleyenleri de halkı da yeni inanış ve ritüellere doğru taşımıştır.
Her şeyin paylaşıldığı ve anlatıldığı mitolojilerde demircilere de önemli görevler düşer. Çoğu mitolojide demirci tanrısal görevler de üstlenir. Tanrılar onların yaptığı silahlarla zaferler kazanırlar. Kenan mitinde Koşar ve Hasis, Baal için yeraltı denizleri ve sularının efendisi Yam’ı öldüreceği iki demir çubuğu örste döver. Mitin Mısır versiyonun da Horus’un Seth’i yenmesini sağlayan silahları Ptah Çömlekçi Tanrı yapar. Aynı şekilde Vrtra’yla kavgasında İndra’nın silahlarını tanrısal demirci Tvastr yapar; Zeus’un Typon’a karşı zafer kazanmasını sağlayan yıldırımı Hephaistos döver.[2] Bu mitolojik anlatımların döngüsünün bu güne kadar nasıl değişerek geldiğini tam olarak görebilmek mümkün olmasa da Demir Çağı’nın bilinçlere kazınmış ‘devrim’ini özellikle köy toplumlarının bazı ritüel ve uygulamalarında izlerinin sürdüğünü görmek mümkündür.
Örneğin, “Güney Cebeles’te bir kadın yatağa düştüğünde, doktoru ya da ebeyi getirmeye giden erkek yanında bir demir parçası taşır hep, bunu doktora verecektir. Doktorun loğusalık bitinceye kadar bunu evinde saklaması gerekir, onu geriye verdiğinde bu hizmetinden dolayı para alır. Demir parçası kadının ruhunu temsil eder, böyle tehlikeli bir anda bedeninin dışında olmasının içinde olmasından daha güvenli olduğuna inanılır. Bunun için de doktorun bu demir parçasını dikkatle saklaması gerekir; çünkü kaybolacak olursa kadının ruhunun da onunla birlikte mutlaka kaybolacağına inanılır.”[3]
Toprağın Efendisi İnsanın Doğaya Yakarışı
Keltler de yargılanmış ve suçlu bulunmuş olanlar beş yılda bir yapılan törenlerle yakılırdı. Bu törenler yazdönümü törenleri olarak adlandırılırdı ve her yıl yapılan daha küçük törenlerde bulunulurdu. Beş yılda bir yapılan bu kurban törenlerinde yeterli sayıda suçlu yoksa esirler de yakılırdı. Rahiplerin de katıldığı törenler, kimi yakılmadan önce de öldürülen kurbanların yanına horoz, kedi, tilki ve sığır gibi hayvanlar -kimi yerlerde yılanlar- yanında sepetlik sazlardan veya odunlardan hazırlanmış dev insan figürleri yakılırdı. Kurban sayısı ne kadar çok olursa ‘toprağın veriminin’ o kadar iyi olacağı düşünülürdü. “Yazdönümü ateşlerinde, bir kasket, bir varil ya da içine canlı kediler doldurulmuş bir çuval yakmak, bir töreydi. İnsanlar ateşin küllerini ve közlerini toplar evlerine götürürdü, bunların şans getirdiğine inanılırdı”[4]
Bütün toplumlarda bu tür ritüellerin olduğu görülebilir. Uzun uzun örneklemek yerine ritüellerin ortak yönlerini sıralamak daha uygun olacak. Birçok toplumda ateş yakma ilkbahar ve yaz başlarına denk gelir. Bu ateş yakma ritüelleri Cadılar Bayramı, Noel gibi kutlamalarda da uygulanır. Uygulamaların çoğunun altında yatan unsur güneşin parlamasını ve ürünlerin büyümesini sağlamak için yapılan büyüdür. Bu günde toplanan otların, tohumların, yakılan ağaçların sihirli özellikleri, kutsallıkları söz konusudur. Yaban kekiği, adaçayı filizi gibi otsu, meşe gibi odunsu bitkiler ahırların tavanlarına konur, zararlardan koruduklarına inanıldığından. Bu ateşlerin insanları ve hayvanları arındırdığına ve bitkileri zararlı böceklerden koruduğuna- özellikle dumanın yılanları kaçırdığına ve küllerin de böcekleri uzaklaştırdığına- inanılmaktadır. Bazı Müslüman toplumlarda (Fas, Cezayir gibi) bu şenlik ateşine günnük ve baharat atarak meyve ağaçlarının üzerindeki kutsal gücü uyandırmaya çalışırlar. Ateşin yanması işinde görevli olanların herhangi bir suç işlememiş, hırsızlık, zina gibi kuraldışı -bazı toplumlarda ‘çirkin’- işler yapmamış olmaları gerekir. Onlar topluluğa göre ‘erdemli’ kişiler olmalıdırlar. Yoksa ateş yanmayabilir veya kötülükleri ürünlerine, çıkarlarına dokunabilir.
Ateşler yüksek yerlerde veya meydanlarda yakılır. Bu ateşler bazı yerlerde çakmaktaşı, çelik veya büyüteçle yakılır. Ateşler çok uzaktan görülecek biçimde yakılır. Ateşin etrafında güneşin dönüş yönüne göre yürünür veya dans edilir. Bu ritüelin amacı daha çok bitki ve iklim üzerinde güneşin -ısının ve ışığın kaynağının- etkisinin arttırılmasıdır.•Hintliler yanan bu ateş sayesinde Güneş-Tanrı Surya’yı uyandırdıklarına inanırlar. Günün kararmaya başlamasıyla yakılan ateş çoğunlukla sabahleyin güneşin doğuşuna kadar diri tutulur. Bazı uygulamalarda çocuklar yakılacak ortak kutlama ateşi için evlerden yakacak toplarlar. Kimi ritüelde ise (Würtemberg ve Rottenburg’da olduğu gibi) Melek-Adam adını verdikleri tasvirin ateşe verilmesinden sonra çocuklar yanan figürü kılıçlarla parçalarlar. Ardından da üzerinden atlarlar veya etrafında dans ederler.
Gençler hazırladıkları kale veya kulübenin etrafında meşaleler ellerinde yürürler; kiminde şiirler okunur, kiminde dualar, ilahiler, halk şarkıları, destanlar okunur. Kulübenin içinde ottan insan yakılır bazı uygulamalarda. Dumanın estiği yöne önem verilir. Tarlalara doğru gidiyorsa bolluk ve berekettir. İnsan tasvirinin yakılmasının bir kaç nedeni bulunmaktadır. Bu kurban sayesinde günahları azaltmak, ölümü topluluktan kovmak, kötü ruhlu cadı veya insan tasvirlerini yakarak güçlerini ellerinden almak gibi. Çeşitli bitki sap ve samanlarından ve çalılardan yapılan insan tasvirleri yakılarak ‘ölümü gömmek’ amaçlanmaktadır. Tarlalarda meşalelerle dolaşmak ise ateşin ve güneşin etkisini artırmak ve yaymaktır. Ateş yakılması günahların arkada bırakılması olarak da görülebilinir. Yaşlılar genellikle ateşin etrafında oturmayı tercih ederler ve önlerindeki yılla, gelecekle ilgili umutları genç kız ve erkeklere bırakırlar. Gençler başlarına çiçeklerden taçlar takarlar.
Bazı uygulamalarda ise kutsal şenlik ateşinden birer parça alınarak evlere götürülür ve evdeki ocak tutuşturulur. Yukarıdaki gerekçeler yanında ürünlerini bollaştırmak, dondan korumak ve kendilerini korumak için dualar okunur bu ocağın başında. Bu ateşin külleri ekilecek tohumlara karıştırılır veya akarsuya atılır. Bu ateşlerin tarlalarda da yakıldığı olur.
Bu uygulamaların çok azı dinsel içeriklidir. Ancak şenliklerde kurban amaçlı insanların veya tanrı tasvirlerinin yakılması dinsel ritüelleri hatırlatır. Özellikle birçok toplumda meşe ağacının yakılması ona tapınmanın bilinçaltında sürdürülmesidir. Hıristiyanlığın ve İslamiyet’in yasaklamalarına rağmen gençlerin bu dönemlerde bir araya gelmesi, tanışması ise ritüelin başka boyutlarda devamlılığıdır. Bu gençlerin tanışması için fırsattır. Kimi yerlerde yaşlılar, evliler ateş yakıldığında evlerine çekilirler, gençler korulara dağlara doğru giderler. Bazı yerlerde ise tersi uygulanır. Yaşlılar köyün dışına çıkarlar. Kafkaslar başta olmak üzere birçok kutlamada gençler gece boyu kızlı erkekli yalnız kalırlar. Bu gecede ritüelin kuralları geçerlidir. İçki ve cinsellik gençler için serbestleşir.
Nevruz Kavramının Etimolojisi
Ateş ve demirle ilgili farklı ritüellere baktıktan sonra kendi bölgemizde tartışmayı sonlandıramadığımız propaganda ve anti-propaganda çerçevesinde kutladığımız Nevruz’a dönebiliriz. Nevruz kavramı etimolojik olarak yenigün anlamındadır. bazı ağız farklılıklarıyla Türki Devletlerde novruz,navruz, noruz, narasnauras(Tatarca mart ayı anlamında) olarak söylenir. Farsça-Türkçe[5] sözlükte nevruzbiçiminde kullanılmıştır. Tori’nin hazırladığı ‘Kürtçe-Türkçe” sözlükte sersal yılbaşı, newroz; 21 Mart’a rastlayan yılbaşı ve Kürt Ulusal Bayramı olarak yeralmıştır. Malmisanıj’ın Zazaca-Türkçe sözlüğünde ise sere yıllık, baş, new dokuz, roz gün, güneş anlamında kullanılmaktadır. Yezidiler’de ise sarisal-ida sersale yeniyıl bayramı olup, Nisan’ın ilk Çarşamba günü kutlanır. A. Yeğin’in hazırladığı Türkçe sözlükte nevruz şöyle tanımlanmıştır: “Baharın ilk günü sayılan ve güneşin Hamel (oğlak) burcuna girdiği 22 Mart’a rastlayan gün. Bu tarihte gece ve gündüz müsavi(eşit) olur. İranlıların yılbaşısıdır”. Meydan Larousse’un nevruz maddesi ise:“Eski İran takvimine göre yeni yılın ve ilkbaharın başlangıç günü… Nevruz günü kırlara çıkılarak yapılan bayram”dır ifadesine yer verilir.
Kürtlerde Nevruz Kültü
F. Köprülü, III. Ahmet döneminde (1709-1736) Dürri Efendi’nin Safevi sarayına elçi olarak gittiğini ve Dürri’nin III. Ahmet’e sunduğu nevruz adetleri hakkındaki bilgileri şöyle aktarır: “Birkaç günden sonra nevruz-ı sultani hulül edüp onlar nevruza gayet itikar ve ibdü-kebirdir deyu tesmiye edüp ıyd-ı Ramazan ve ıyd-ı azhadan haşa mükerrem ve eşref olmak üzre itibar ederlermiş. Kangı ayda vakı olsa ol ayın nihayetine dek bir işe el vumayıp taze cedid libas kendülerin donadup gece gündüz zevk ve sevkle ala ve edna ve zükür ve enas ve nisvan ve sıbyan sürür ve şadmani ederler… kulunuzu tahvil gecesi davet ettiler itizar edip gitmedim”.
Nevruz’un bir “Kürt” bayramı olduğunu ifade edenlerin temel dayanağı Firdevsi’nin Şahname adli eserinin birinci cildindeki ifadeler oluşturmaktadır. Xemgin’de, “Kürdistan halkının en önemli mitolojilerinden bir tanesi şüphesiz Nevroz mitolojisidir. Bu mitolojide kötülük ve haksızlığı sembolize eden zalim kral Dehak ile ona karşı iyilik ve haklılığı sembolize eden Demirci Kawa’nın mücadelesi anlatılmaktadır.”[6]
Ortak anlatımların yeni versiyonlarında ise daha çok şu biçimde yer alır; Dehak adında, çok zalim Asurlu bir kral varmış. Bu kralın omuzlarında bir türlü iyileşmeyen yaralar çıkar. Birçok hekim bu yaraları tedavi etmeye çalışır, ancak bir türlü iyileştiremezler. Sonunda bir hekim, kralı muayene eder ve ona, her gün iki Kürt gencinin beynini çıkarıp yaralarının üzerine sürerse yaraların iyileşebileceğini söyler. Kral Dehak hekimin sözünü yerine getirmeye kara verir.. Böylece her gün iki Kürt genci öldürülerek beyinleri Dehak’ın omuzlarındaki yaralara sürülmeye başlanır. Uzunca bir süre böyle devam eder. Bazı gençler öldürülmemek için kentten kaçarak dağlara sığınır. Bir gün sıra Kawa adında bir demircinin oğluna gelir. Demirci Kawa yiğit, cesur ve iyi yürekli biridir. Oğlunun ve halkının böyle katledilmesini engellemek ister. Çevresindeki insanlarla konuşur ve onlara Dehak’ın zulmünden kurtulmanın tek yolunun onu öldürmek olduğunu anlatır. Dehak’ın sarayına giderek Dehak’ı öldürür. Dağda yaşayanlara haber vermek için sarayın avlusunda görebilecekleri bir ateş yakar. Bu ateşi görenler dağdan evlerine geri dönerler. Bu nedenle her yıl, 21 Martta her taraftan görülebilecek büyük şenlik ateşleri yakarak, özgürlüklerini kutlarlar.
Nevruz’un Kürt mitolojisindeki yerini sağlamlaştıran bilgi Firdevsi’nin Şehname adlı eserinde Dehak ile Demirci Kawa arasında geçen mücadeledir. Kürt halkına ‘özgürlük ateşi’ yaktırmaya devam eden olay şöyledir; “…Cemşid’in günü de karardı. Bir vakitler bütün yeryüzünü aydınlatan büyüklüğü, gittikçe azaldı… O zamanlar mızraklı süvarilerin yaşadıkları çölde yetişmiş bir yiğit vardı. Bu hem bir padişah, hem de fazilet sahibi bir adamdı. Tanrı korkusundan daima titredi… Bu dini temiz adamın pek ziyade sevdiği bir oğlu vardı. Şöhrete tapan bu Dehak adlı çocuk çok cesur ve çevikti. Fakat çok kötü huylu idi. Onu Pehlev dilinden olan Biyares adı ile çağırırlardı… Zalim ve alçak Dehak, böyle bir çare ile babasının tahtını elde etti…”
“O parlak günler kara günler oldu. Herkes Cemşid’e itaatten vazgeçti… Her taraftan bir padişah, her yerden ileri gelen bir adam çıktı ve asker toplayıp savaşa hazırlanarak, Cemşid’e karşı düşmanlık gösterdi. Askerler birer birer İran’dan çıktılar ve Arapların memleketine doğru yol almaya başladılar. Orada, ejderha yapılı büyük bir padişah olduğunu haber almışlardı. Kendilerine bir padişah arayan bütün İran süvarileri hep birden Dehak’a gittiler. Onu padişahlıkla övdüler ve İran’a padişah olarak kabul ettiler. Bunun üzerine bu ejderha yapılı padişah rüzgar suretiyle geldi. İran’da saltanat tacını başına koydu… Dehak, saltanat tahtına oturduktan sonra, bin yıl padişahlık etti. Bütün dünya onun idaresi atına girdi… Her gece ister halktan veya isterse yiğitler soyundan olsun iki delikanlıyı aşçı, padişahın sarayına götürür ve bunlarla onun derdine derman bulmak isterdi. Bunları öldürür, beyinlerini çıkarır, yılanlara yiyecek yapardı. Padişahın soyundan-memleketinden olan iki insan en azından iki insandan birini kurtarmak amacıyla saraya aşçı olarak girerler ve… Bir koyunun beynini çıkarıp, öldürdükleri gencin beyni ile karıştırırlar. Ötekinin canını bağışlayarak ona, ‘git, bir yerde gizlen, canını kurtar. Mamur şehirlerde yaşama. Bundan sonra senin yaşayacağın yer, dağlar ve ovalardır’ dediler… Bu suretle, her ay otuz gencin canını kurtarıyorlardı. …Bir gün Dehak halkı toplayarak kendisinin adalet hususunda kusur etmediğini halka anlatarak onların da kendisini onaylamasını ister, bu esnada halk arasından biri; ‘Padişahım ben adalet isteyen Gave’yim!…Benim dünyada on sekiz oğlum vardı. Bu on sekizinden şimdi ancak bir teki kaldı diyerek padişahtan adalet ister ve padişahtan korkusunun olmadığını ve adalet anlayışını onaylamadığını söyleyerek kızgın şekilde huzurundan ayrılır bu esnada halk etrafını sarar o da önündeki demirci önlüğünü -mor, kırmızı, sarı- mızrağına geçirerek halkı Ferudun etrafında toplanmaya çağırır. Ferudun, iki kardeşi ve Gave ordunun önünde ve yüreği Dehak’a karşı kinle dolu olarak Gave o şahlara yaraşan bayrağını açıp yola çıkar. Taç peşine düşen bir kimse gibi yürüyerek, Dicle ırmağına ve Bağdat şehrine gelir. …Dicle ırmağını Dehak’ın askerleri savundukları için Ferudun’un askerlerine izin vermezler bunun üzerine Ferudun da atını suda yüzdürerek karşıya geçer, diğer askerler de onu izlerler. Nihayet başları savaş duygularıyla dolu olarak, kızgınlıkla karaya çıkarlar ve Beytülmukaddes’in(Kudüs) yolunu tutarlar. …Ferudun Dehak’ın sarayına girerek onun tahtını ele geçirir fakat bir türlü Dehak’ı bulamaz, ancak sonra Dehak saklandığı yerden çıkarak sarayın damından kendini aşağıya bırakır. Ayağı yere basar basmaz, Ferudun rüzgar gibi hemen koşup yanına gelir. Öküz kafası biçimindeki gürzü kaptığı gibi, başına indirir. Bu sırada, mübarek nefesli melek gelir, yetişir ve Ferudun’a ‘Onu öldürme! Daha zaman gelmedi. Şimdi o bitkin bir halde. Onu taş gibi sağlamca bağla ve iki dağın darlaştığı yere kadar götür’. Bunun üzerine Ferudun onu iyice bir devenin üzerine bağlayarak böylece Şirhan’a kadar gittiler… Şirhan’a varınca onu dağların içerisine doğru götürür ve kafasını kesmek ister. Fakat melek tekrar görünerek onu Demavend dağına götürmesini ister. Bunun üzerine Ferudun o dağdaki bir mağaraya onu kapatır. Ağır iri çiviler getirtir ve onları, beynine değmeyecek şekilde Dehak’ın kafasına çakar. Sonuna kadar eziyette kalması için de, ellerinden onu tekrar bağlar. Dehak böylece, orada asılı kalır, yüreğinin kanları toprağa karışır. …Sonra Ferudun Padişahlık töresince Mihr-ü mah’ın birinci mübarek gününde şahlara yaraşan tacını başına koyar.
Devamında “…Güneş koç burcuna girince, dünya bir güzellik ve tazelik kazandı… Cihan padişahı, akıllı ve adaletli olan Huşeng, saltanat tacını başına koydu, büyük babasının yerine geçti… Araplar taşı kendilerine nasıl mihrap edindilerse, onlar da güzel renkli ateşe karşı tapınırlardı. Taşın içindeki ateş onun sayesinde meydana çıkarak, bütün yeryüzünü aydınlattı. Bundan sonra Huşeng, ateşi kıble yaptı! Kendi kendine, ‘Bu Tanrı’nın bir nurudur. Aklın varsa buna tapmalısın’ dedi. …Saltanatın büyüklüğüne uygun bir taht yaptırdı, onu birçok mücevherlerle süsledi… Buyruk sahibi padişah o tahtın üzerinde, havanın ortasında parlayan bir güneş gibi otururdu… Cemşid’in üzerine mücevherler saçtılar ve bugüne Nevruz adı verdiler. Yeni yılın ilk günü olan Fervardin ayının birinci gününde insanın vücudu zahmet ve kinden kurtulup ileri gelenler; bu günü sevinçle kutIamak için şarap ve çalgı getirttiler, çalgıcılar topladılar. İşte Nevruz denilen bu mesut gün o zamandan, o padişahtan yadigar kalmıştır”
Burada birbirinden bağımsız iki ayrı konunun anlatılması bir yana konuların birisinin anlatıldığı Dehak dönemi İslam sonrasında, Cemşid’in anlatıldığı dönem ise İslam öncesinde geçmektedir. Nevruz bayramı, Zerdüşt inancındaki tanrı Ahura-Mazda (Hürmüz) ile tanrı Ehrimen’nin mücadelesinde Hürmüz’ün savaşı kazanması konusu işlenir. Mutlu sonla güneş toprağı ısıtır, tabiat yeşillenir ve bereketli günler başlar.
Alevilerde Nevruz
Nevruz gecesinde Aleviler-Bektaşiler Nevruz Cemi düzenlerler. Aleviler, Nevruz’u Hz. Ali’nin doğum günü olarak kutlarken, bazı yerlerde de Hz. Hüseyin’in doğum günü olarak kabul edilir. İnançların karışması nedeniyle Hz. Adem’in yaratıldığı gün olarak ifade edildiği gibi, Hz. Nuh’un gemisinin ‘Cudi Dağı’na oturduğu gün olarak da kabul görür. Daha ayrıntılı olarak Hz. Ali’nin Halife olduğu gün, Hz. Ali’nin Hz. Fatma ile evlendiği günü de ekleyenler bulunmaktadır. Kimi yerlerde üç gün nevruz orucu tutulmaktadır. İzmir Naldöken Tahtacıları bu bayramda mezarlıkları ziyaret ederek atalarının ruhlarını yadederler. Ayrıca pişirilen yumurtalar bayram kutlaması için gelen misafirlere ikram edilir. Yine birçok anlamı içinde barındıran ve konu edinen şiirle Pir Sultan Abdal Nevruz’u şöyle anlatır;
Sultan nevruz günü cemdir erenler/ Gönüller şaz oldu ehl-i imanın
Cemâl yâri görüp doğru bilenler/ Himmeti evince Nevruz Sultan’ın
Cümle eşya bu gün destur aldılar/ Aşk ile didara karşı yandılar
Erenler ceminde bâde sundular / Himmeti erince Nevruz Sultan’ın
Erenler dergaha ruşen bu günde/ Doldurmuş badeyi, sunar elinde
Susuz olan kanar kendi gölünde/ Himmeti erince Nevruz Sultan’ın
Sultan Nevruz günü canlar uyanır/ Hal ehli olanlar nura boyanır
Muhip olan bu gün ceme dolanır/Himmeti erince Nevruz Sultan’ın
Pir himmet eyledi bu gün kuluna/ Cümle muhip bu gün cemde bulana
Cümle eşya konar kudret bulana /Himmete erince Nevruz Sultan’ın
Âşık olan canlar bu gün gelürler/ Sultanı Nevruz günü birlik olurlar
Hallak-ı cihandan ziya olurlar/ Himmeti erince Nevruz Sultan’ın
Pir Sultan’ın eydür, erenler cemde/ Akar çeşmim yaşı her dem bu demde
Muhabbet ateşi yanar sinemde/ Himmeti erince Nevruz Sultan’ın
Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig’e, Kaşgarlı Mahmud’dan Biruni’ye, Nizamü’l Mülk’ün Siyasetname’sinden Melikşah’ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar bulunur. Öte yandan Şah İsmail’de, I. Ahmet ve IV. Murat gibi padişahlarda ve Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzuli, Nev’i Efendi, Nef’i, Nedim, Namık Kemal gibi şairlerde şiirlerinde Nevruz’a yer vermişlerdir.
Nevruz farklı kültür çevrelerinde, farklı topluluklarda farklı bir anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda kolayca iç içe geçmiş ve değişerek benimsenmiştir. Ortak oluşan değerler olarak Yeniyıl’ın başlangıcı, yenilik, coşku, baharın canlanması, doğanın yenilenmesi, ürünlerin bollaşması, ateşin gücüyle arınma, güneşin etkisinin arttırılması gibi nitelikler neredeyse hiç değişmeden günümüze kadar yaşamaya devam etmektedir.
Çeşitli Yörelerde Newroz Etkinlikleri fotoğrafları için aşağıda ki sayfaları (linkleri) ziyaret edebilirsiniz
These pictures show the rituals & celebration of Nowruz among Kurds, in Turkey, Iraq, Syria. این نگاره ها نشان دهنده آیینهای نوروزی در میان کردهای ترکیه، عراق، و سوریه است.
نوروز در قرقیزستان
beautiful girls in traditional attires offer sweets on Nowruz day
An Indian Zoroastrian, or Parsi, Priest gestures as he explains the significance of the Asho Fravahr, to a young girl at a Parsi Fire Temple in Ahmedabad, 20 August 2007, on the occasion of Navroz or Parsi New Year. Parsis are Zoroastrians who arrived in India 1200 years ago from Persia, fleeing persecution at the hands of Arab conquerors invading Persia. Despite their meagre numbers, the Parsi community has played a large role in the development of the country. (AFP PHOTO/ Sam PANTHAKY
These pictures show the rituals & celebration of Nowruz in China(Xinjiang)1
این نگاره ها نشان دهنده آیینهای نوروزی و فرهنگی مردم زین جیانگ در چین است.
________________________________________
•Tasavvufta Tanrı’ya bağlanarak çile doldurma.
••Çömlekçiler çömleğin kutsallık taşıdığı zamanlarda Demircilerle aynı özelliklere sahipti.
[1]J.K. Rowling’in kitaplardan seri olarak hazırlanan Harry Potter film serisinde bu ritüeller çokça işlenmiştir. Aynı biçimde olmasa da geleceği işleyen bir film olan Star War filminde demir madeninin işlenmesi konular arasında geçmektedir. İyilerin ve kötülerin yüz yüze geldiği ve kazananın kaybedenin kim olacağına dair sahne olarak seçilen maden tünellerinin gizemi ve sihri öne çıkarılmıştır. Nevroz’un Kürt mitolojisinde anlatılışına benzer başka bir mitolojik yakınlıkta İndiana Johns; Kamçılı Adam filminde anlatılan Hint Şeyma mitolojisinde köylü çocukların kaçırılarak madende çalıştırılması ve kutsal gücün isteği üzerine her gün bir çocuğun yüreğinin canlı olarak çıkartılıp sunulması ve ardından da canlı olarak yakılarak kurban edilmesi anlatılmaktadır. Mitoloji çocukların bir kahraman tarafından kurtarılması, çocukların köylerine dönmesi ve madendeki büyünün sona ermesiyle kuruyan-çekilen- su kaynaklarının yeniden akması, halkın kuraklık ve açlıktan kurtulması işlenir.
•Daha çok İskoçlar başta olmak üzere Avrupalı topluluklarda gerçekleştirilen bir ritüeldir.
[2]Mircea Eliade Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. Kabalcı Yayınevi.2003.
[3]J.G. Frazer Altın Dal ‘Dinin ve Folklorun Kökleri. Cilt II. Payel Yay.1992. (B.F. Matthes, Bijdragen tot de Ethnologie van Zuid-Celebes adlı kaynaktan aktarma.)
[4]J.G. Frazer Altın Dal ‘Dinin ve Folklorun Kökleri. Cilt II. Payel Yay.1992. (Wolf, Beitrage zur deutschen Mythologie.
[5]İ. Olgun. Farsça-Türkçe Sözlük. C.1, Ankara.1966.
[6]E. Xengim, Kürdistan’da Dini İnançlar ve Etkileri, 1992
•Zerdüştçülük kozmolojisinde dünya her biri 3 bin yıl süren 4 dönemden oluşur. Ezeli,öncesiz zamanda, aydınlıkta duran Hürmüz(Yaratıcı) ile onun altında karanlıkta duran Ehrimen vardır. İlk 3 bin yılın sonunda, Ehrimen, kendisini Hürmüz’den ayıran Boşluk’u geçerek ona saldırır. İkinci 3 binin sonunda Ehrimen, İlk Kadın olan Fahişe’nin kışkırtmasıyla gökyüzüne saldırıp Hürmüz’ün yarattığı dünyaya kötülüğü yayar. Onun öldürdüğü Gayomart’ın cesedinden insan soyu ile ilk metaller, İlk Öküz’ün cesedinden de hayvanlarla bitkiler türer. Üçüncü dönemde Ehrimen, maddî dünyaya egemen olursa da, ondan kaçmayı başaramaz. Onu bu tuzağa düşüren Hürmüz’dür ve Ehrimen, kendi felaketini kendi eliyle hazırlamıştır. Son 3 bin yıllık dönem, yeryüzüne dinin gelişiyle, yani Zerdüşt’ün doğumuyla başlar. Bu dönemi oluşturan her bin yılın sonunda Zerdüşt’ün ölümünden sonra doğan oğullarından biri onun halifesi olarak ortaya çıkacak ve dünyayı kurtarma görevini üstlenecektir. Üçüncü ve son kurtarıcı Saoşyans, son yargıyı gerçekleştirecek, ölümsüzlük içkisini dağıtacak ve yeni dünyanın yolunu gösterecektir. Saoşyans, Kansava Gölünde yıkanan bir bakirenin, o gölde bulunan Zerdüşt’ün tohumuyla gebe kalması sonucu doğacaktır. Böylece ölülerin dirilmesi başlayacaktır. İlk İnsan Gayomart’ın kemikleri hayat kazanacak, bütün ölüler tekrar vücutlarına kavuşacak ve bir yerde toplanacaklardır. İyilerle kötüler ayrılacak, iyiler Cennet’e, kötüler Cehennem’e gidecektir. Üç gün kalındıktan sonra bütün yaratıkları Ateş Irmağı’ndan geçecek, ateş kötüleri temizleyecek, şeytanlarla bütünleşenler dışında herkes Ahura Mazda’nın ülkesine geçecektir. Böylece sonlu zaman, 12 bin yıllık aradan sonra, içinden koptuğu ezeli, öncesiz zamanla yeniden birleşecektir.