Çirkin Kralsız geçen otuz yıllık bir yalnızlıktan sonra keşke aramızdan hiç ayrılmasaymış diyeceğimiz muhtemelen o günden belliydi. Değilmi ki bütün değerlerimizi kaybettikten sonra hatırlayalım? Şimdi mezarı bile burada, yanı başımızda değil. Mezarı yıllarca gerek sanat hayatıyla, gerek sinema da, şiirde, düşünceleriyle hatta duruşuyla, adıyla bile bizim davamızı savunan, bizim geleceğimizi savunan bu adam kendi yurdunda uyumuyor. Çünkü bu ülkede yaşayan ve ezber bozan zihniyetten yıllardır kendisini kurtaramamış halk, devlet el ele olup Yılmaz Güney’i kendi vatanında düşman ilan ettiler.. Yılmaz Güney gitmeden söz verdiği gibi ardında hatırlanacak ve hiç unutulmayacak bir çok eser ve gelecek armağan etti bize. Bugün onun ölüm yıldönümü ve bugün tekrar onu hatırlamak adına biyografisi ve eserleri dahil olmak üzere düşünceleri, şiirleri ve aklımızda kalan filmleriyle Çirkin Kral’ı tekrar hatırlayalım..
”Bir Köle olarak yaşamaktansa, bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir.”
Yılmaz Pütün; 1 Nisan 1937; Yenice, Karataş, Adana; ö. 9 Eylül 1984; Paris, Fransa, Zaza asıllı Türk sinema oyuncusu, yönetmen, senarist ve yazar. Özellikle Çirkin Kral dönemi sonrasında çektiği ve önemli bir sinemacı olarak kabul edilmesini sağlayan Cannes ödüllü Yol, Sürü, Umutsuzlar gibi filmleriyle tanınır.
“Sevgili; inan şurada bulunduğum günler benim için sanatım için çok faydalı olmuştur.
Bütün dünyada sözü edilecek filmler yapacağım, bir gün dünya sineması içinde mütevazı ve saygıdeğer yerimiz olacak.
Türkiye sinemasını ben ve benim gibi düşünenler tanıtacaktır
Hapis olan benim fiziğimdir sevgili, kafam hapis değil ve onu kimse durduramaz.
Bütün acılar, zorluklar hayatımızın süsüdür sevgili.
Buda gelir buda geçer nede olsa kışın sonu bahardır diyelim.
Sen oğlum ve ben üçümüzün kırlarda koşacağı, uçurtmalar yapacağı, biralar içeceği günleri düşünelim.
Hasretin yüreğimin sadık bekçisidir sevgili.”1974 Mayıs’ına kadar hapis yatar.
1984’ün Eylül ayında kimsenin belini bükemediği Çirkin Kral ölüme yenik düşmüştü. Arkasında 114 filmle Türkiye’ye, Dünya sinemasına bıraktığı eserleriyle ölümsüzlüğünü kanıtlayacaktır.
Öpüyorsam ayrılığı gözünden
Söküyorsam yüreğimi göğsümden
Geciyorsam gözlerinin icinden
Sana olan sevdamdandır bilesin
Geciyorsam bir çiçeğin özünden
Sana olan sevdamdandır bilesin.Meğer ne yanlızız insan olmuşsak
Yaprak gibi dalda sesziz solmuşsak
Yeri gelmiş acıyda gülmüşsek
Sana olan sevdamdandır bilesin
Yeri gelmiş ayrılığa gülmüşsek
Sana olan sevdamdandır bilesin-Biliyorum sen yine parmak uclarında üşüyorsun.
Aramızda kıvrılıp yatan uzaklığa inat
Ayaklarınla kasıklarımın kasırgasını
Ellerinle yüreğimde yaktığın ateşi düşlüyorsun.
Sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta
Ve cırılcıplak bir ırmağa dönüşüyoruz yatağımızda..
Apansız pencerende gülümsüyor güneş ne güzel.
Bütün parmakların tıkır tıkır işliyor
İştahla gülüyorsun yaşamaktır aşk
Geceyle gündüzün sesziz gecişimidir bir uyku boyunda.
Delice bir yangın parmaklarının buzulunda
Ah şahrut her yerimiz nasıl da şaşırıp kalmaya istekli.Karşılıksız sevebilmekse sevda
Gercek seven küle dönmüş her cağda
Elim kolum bağlanmışsa kıyında
Sana olan sevdamdandır bilesin
Sevdunayım gebermişsem kıyında
Sana olan sevdamdandır bilesin..
Doğum adı | Yılmaz Pütün |
---|---|
Doğum | 1 Nisan 1937(1937-04-01) Yenice, Karataş, Adana, Türkiye |
Ölüm | 9 Eylül 1984 (47 yaşında) Paris, Fransa |
Uyruk | Türkiye |
Evlilik(ler)i | Nebahat Çehre (1967-1968) Fatoş Güney (1970-1984) |
Çocukları | Elif Güney, Yılmaz Güney |
Meslek(ler) | Yönetmen, Senarist, Sinema oyuncusu, Yazar |
Etkin yıllar | 1958-1984 |
Cannes Film Festivali | |
Altın Palmiye (Palme d’Or) 1982 Yol FIPRESCI Ödülü (Prix de la FIPRESCI) 1982 Yol Ekümenik Jüri Ödülü Özel Mansiyon 1982 Yol |
|
Berlin Film Festivali | |
FIPRESCI Ödülü (FIPRESCI Preis) 1977 Tüm filmleri |
|
Altın Portakal Ödülleri | |
En İyi Senaryo 1975 Endişe En İyi Erkek Oyuncu 1967 Hudutların Kanunu 1970 Bir Çirkin Adam En İyi 2. Film 1975 Arkadaş En İyi 3. Film 1975 Zavallılar |
|
Ödüller | |
Altın Koza En İyi Film 1970 Umutsuzlar 1971 Ağıt En İyi Yönetmen 1971 Ağıt En İyi Senaryo 1970 Umutsuzlar 1971 Ağıt En İyi Erkek Oyuncu 1969 Seyyit Han 1970 Umut 1970 Acı |
Hayatı
Sinema öncesi
Yılmaz Güney’in gerçek adı Yılmaz Pütün’dür. Kendi ifadesine göre Pütün kırılması zor sert meyve çekirdeği demektir. 1937 yılında, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Babası Siverekli Zaza ve annesi Vartolu Kurmanç-Kürt’tür. Kendisi aslen Siverek Zazasıdır. Adana da yetişmiş büyümüştür ve daha sonra ki yıllarında da Adana’yı unutmamış Adana birçok sinema filmine konu olmuştur ve Adanalı olarak bilinir Adana’da bir süre Kemal ve And Film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalıştı. Üniversite okumak üzere İstanbul’a gitti ve Atıf Yılmaz ile tanıştı. Bu süreçte bir yandan da hikâyeler yazıyordu. Daha sonra Atıf Yılmaz’ın da desteğiyle sinemada çalışmalarına başladı.
Sinemaya başlaması
Yılmaz Güney, 1959 yılında Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik isimli filmlerin hem senaryosunu yazar hem de filmlerde rol alır ve oynar. Karacaoğlan’ın Karasevdası’nda da yönetmen yardımcılığı yapar. Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere de öyküler yazan Yılmaz Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapis cezasına mahkûm olur.
İki yıl sonra tekrar kaldığı yerden devam eden Yılmaz Güney, o dönemde daha çok macera filmleri çeker. Filmlerinde ezilen, hor görülen bir “Anadolu çocuğunun” otoriteye başkaldırısı vardır. Bu dönemde Çirkin Kral lakabını alır. Bu dönemdeki en önemli Lütfü Akad’ın yönettiği ve kendisinin yazdığı bir film olan Hudutların Kanunu’dur. Bu dönem boyunca oyunculuğunu geliştiren Yılmaz Güney, abartısız ve yalın oyunculuk anlayışı bu dönemde artık oturtmuştur.
Cezaevi ve firari yılları
Yılmaz Güney, 1972 yılında “devrimcilere yardım ve yataklık yaptığı” gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. Yılmaz Güney içeride kaldığı süre boyunca sinema ve sanat ile ilgili fikirlerini; şiir ve öykülerini o dönemde çıkarmaya başladığı Güney dergisinde yayınlamıştır. 1974’te cezaevinden çıktı. İki yıldan fazla cezaevinde kalan Yılmaz Güney aynı yıl Arkadaş filmini çekti. Yine aynı yıl Endişe adlı filmi çekerken Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu’yu öldürmekten tutuklandı ve 25 Ekim’de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılamaların sonucu 13 Temmuz 1976’da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı. beş yıl hapis yattıktan sonra 9 ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta yarı açık cezaevinden yurtdışına firar etti.Yılmaz Güney’in hapisten kaçış serüveni çok ilginçtir; hapise girmeden önce çekmiş olduğu Şeytanın Oğlu film’de bir günlük bayram izininde dışarı çıkan ve kayıplara karışan bir adamın hikayesini anlatan Sanatçı, filmi kendisi oynamış oldu. Bir günlük izin ile hapisten çıkarak Fransa’ya kaçtı ve yaşamının geri kalanını orada geçirdi.
Cezaevinde sinema ile olan ilgisi devam etti. Bu dönemde yazdığı Zeki Ökten tarafından çekilen Sürü ve yurt dışında ve yurt içinde büyük ilgi gören ve Şerif Gören tarafından Yol çekildi. Cezaevindeyken GÜNEY adlı bir sanat-kültür dergisi çıkardı. Yol’un kurgusunu tekrar yaptı ve Cannes Film Festivali’nde ödül aldı. Yurt dışına kaçtıktan sonra Duvar filmini Fransa’da çekti. Duvar onun son filmi olmuştur.
1984’te Mide kanserinden ölen Yılmaz Güney, son yıllarını Paris’te geçirdi ve ölümünden sonra Paris’te bulunan “Père Lachaise Mezarlığı” na gömüldü.
Önemli filmleri
1.Duvar (1983)
2.Yol (1982)
3.Düşman (1979)
4.Sürü (1978)(Senarist)
5.Arkadaş (1974)
6.Zavallılar (1974)
7.Baba (1973)
8.Sahtekar (1972)
9.Ağıt (1971)
10.Umutsuzlar (1971)
11.Acı (1971)
12.Vurguncular (1971)
13.İbret (1971)
14.Kaçaklar (1971)
15.Yarın Son Gündür (1971)
16.Canlı Hedef (1970)
17.Umut (1970)
18.Piyade Osman (1970)
19.Yedi Belalılar (1970)
20.Aç Kurtlar (1969)
21.Bir Çirkin Adam (1969)
22.Pire Nuri (1968)
23.Seyyit Han (Toprağın Gelini) (1968)
24.Bana Kurşun İşlemez (1967)
25.Kızılırmak karakoyun (1967)
26.Benim Adım Kerim (1967)
27.At Avrat Silah (1966)
Kitapları
Boynu Bükük Öldüler (1971)
Salpa (1975)
Sanık
Hücrem
Oğluma masallar
zavallılar
Soba,pencere camı ve iki ekmek istiyoruz
sen ve ötekiler
“Bana kendi dilinden bir şarkı söyle. Kimin adına olursa olsun. Yeter ki çığlığın senin olsun. Sesine dökülsün isyanın. Sesin sel olsun bağırsın. Bana bir şeyler söyle. Ama kendi dilinden olsun .Belki anlamam dediğini. Ama senin dilinden olsun…”
Oyuncuların değil, bir yönetmenin kitlelerce benimsenmesi belki de Türk sinema tarihinde bir ilki oluşturur. Yılmaz Güney. Sinema yönetmeni, senarist, yazar ve aynı zamanda bir aktör. Günümüz yönetmenlerinin birçoğunun sinema anlayışına yön veren Yılmaz Güney, zamanın siyasi çalkantıları sırasında pek çok kez soruşturma geçirmiş ve hapse düşmüş ancak o mesleğini parmaklıkların ardında da olsa sürdürmeye devam etmiştir.
Soyadı Pütün olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937’de Adana’nın Yenice köyünde doğdu, 9 Eylül 1984’te Paris’te öldü. Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan biriydi. İlk ve ortaöğrenimini Adana’da tamamladı. Öğrenimi sırasında ailesinin maddi zorlukları yüzünden pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satmaya kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ardından Kemal Film ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalıştı. Aynı zamanda öyküler yazıyor, edebi birikimini artıyordu. Ankara Hukuk Fakültesi’nde okurken yönetmen Atıf Yılmaz ile tanışması da mesleğinde ilerlemesi açısından önemli bir basamağı oluşturur. Atıf Yılmaz’ın desteğiyle sinema çalışmalarına da başlar.
1959 yılında Atıf Yılmaz tarafından çekilen Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinin senaryolarını yazar ve aynı zamanda oyuncu olarak katkıda bulunur. Karacaoğlan’ın Karasevdası’nda da yönetmen yardımcılığına kadar yükselir. Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere de öyküler yazan Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapis cezasına mahkum olur.
İki yıl sonra kaldığı yerden işe devam eder. Daha çok ikinci sınıf serüven filmleriyle haşır neşir olur. Bu filmlerde karşımıza çıkan Anadolu çocuğu karakterinin ezilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul etmeyen, baskıcı otoriteye direnen yapısı, bu tiplerle kendini özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevilir. Güney’e Çirkin Kral lakabının yapıştırıldığı bu dönemde (bize kalırsa çok haksız bir yakıştırma), öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akad’ın yönettiği Hudutların Kanunu adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece uzak Yeşilçam sinemasında da bir farklılaşmanın başladığının göstergesidir.
Gerçek anlamda ilk kez 1967’de yönetmen koltuğuna oturan Yılmaz Güney, 1968 yılında önemli sayılabilecek ilk filmi Seyyit Han’ı çeker. Doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatan bu film, üslubu açısından olumlu tepkiler alır. Hemen ardından Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam’ı çeker. 1970’e gelindiğindeyse Türk sinemasında önemli bir yere sahip olan Umut adlı film seyirciyle buluşur.
Umut’, eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla nüfusu kalabalık ailesini geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbar’ın öyküsünü anlatır. Güney’in kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen belli eder. Adana Altın Koza Film Şenliği’nde en iyi film seçilen, sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca gösterime giren Umut’, burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle karşılanır.
1971 yılında üç filminin birden (Ağıt, Acı ve Umutsuzlar) Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girmesi böyle bir şeyin ilk olması bakımından şaşırtıcıdır, ancak onun yeteneğini bilenler için tam tersidir.
1972 yılında siyasi olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklu kalan Güney, Boynu Bükükler adlı romanını yeniden yazıp Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımlar. Kitap, 1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanır.
Tutukluk döneminin bitmesi sonrasında, 1974’te bir başyapıt sayılan Arkadaş’ı çeker. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki kültür şoku’nun da bir belgesi gibidir. Yılmaz Güney’in Adana’da Endişe adlı filmi çekerken karıştığı bir olay sırasında bir yargıcı vurarak öldürmesi uzun bir hapishane hayatının başlangıcı olacaktır.
Yine de o sinemadan kopamaz. Senaryolar yazmaya, üretmeye ve hep üretmeye devam eder. Senaryolarından biri Zeki Ökten tarafından Sürü adıyla sinemaya aktarılır ve bu film, yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödül alır. Ökten’in çektiği Düşman’ın ardından Gören’in kamera karşısına geçtiği Yol gelir.
1981’de cezaevinden yurtdışına kaçmayı başaran Yılmaz Güney, Yol’u yeniden çeker ve film bu kez 1982 Cannes Film Şenliği’nde büyük ödülü Costa Gavras’ın Missing’iyle paylaşır. Yılmaz Güney yurda dönme çağrılarına uymaması sebebiyle 1983’te Türk yurttaşlığından çıkarılır. Aynı yıl Fransa’da Le mur (Duvar) adlı filmi çeker, ancak film pek ilgi görmez. Ve ertesi yıl kanser nedeniyle yaşama veda eder.
Yılmaz Güney, senaryosundan kurgusuna kadar sinemada yetkin olmayı beceren ender yönetmenlerden biridir. Sürekli farklılık arayışı içinde olması, yapıtlarındaki şiirsellik ve zengin görsellik onu ayrıcalıklı kılan yanlarıdır. Lütfi Akad’ın özgün bir anlayış getirdiği Türk sineması Yılmaz Güney’in filmleriyle yeni bir aşama kaydetmiştir. Detay zenginliğine sahip, realist, olanakları en uygun biçimde kullanan ve toplumsal olayları özümseyen filmlerdir bunlar. Yılmaz Güney sineması sinemacılar kuşağı’ olarak bilinen genç kuşak yönetmenleri de yönlendirmeyi başarmıştır. Onunla başlayan ve Yeni Sinema’ olarak adlandırılan bu dönemde Türk sineması dünyaya açılma olanağı bulmuş, onu takip eden genç yönetmenler yurtdışında kayda değer başarılar elde etmişlerdir. Yapıtlarıyla gerek yurtiçi gerekse yurtdışında birçok ödül kazanan Yılmaz Güney, sanatın diğer dallarında verdiği eserleriyle de pek çok kitlenin gönlünde önemli bir yere sahiptir.
Yılmaz Güney’in Eserleri:
Rol Aldığı Filmler: Tütün Zamanı, 1959 – Dolandırıcılar Şahı, 1961 Kara Şahin, 1964 Mor Defter, 1964 On Korkusuz Adam, 1964 Yaralı Kartal, 1965 Beyaz Atlı Adam, 1965 Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 Sokakta Kan Vardı, 1965 Çirkin Kral, 1966 Hudutların Kanunu, 1966 Ve Silahlara Veda, 1966 Yiğit Yaralı Olur, 1966 Balatlı Arif, 1967 – İnce Cumali, 1967 Kızılırmak Karakoyun, 1967 Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 Azrail Benim, 1968 Kurşunların Kanunu, 1969 Zeyno, 1970 Namus ve Silah, 1971 Sahtekar, 1972. Senaryosunu Yazıp Yönettiği Filmler: Bu Vatanın Çocukları, 1959 Alageyik, 1959 Kamalı Zeybek, 1964 Konyakçı, 1965 Krallar Kralı, 1965 At, Avrat, Silah, 1966 Eşrefpaşalı, 1966 Çirkin Kral Affetmez, 1967 Belanın Yedi Türlüsü, 1969 Piyade Osman, 1970 Sevgili Muhafızım, 1970 Şeytan Kayalıkları, 1970 İbret, 1971. Senaryosunu Yazdığı Filmler: Karacaoğlan’ın Karasevdası, 1959 Endişe, 1974 İzin, 1975 Bir Gün Mutlaka, 1975 Sürü, 1978 Düşman, 1979 Yol, 1982. Senaryosunu Yazdığı, Yönettiği ve Oynadığı Filmler: Bendim Adım Kerim, 1967 Pire Nuri, 1968 Seyit Han, 1968 Aç Kurtlar, 1969 – Bir Çirkin Adam, 1969 Umut, 1970 Kaçaklar, 1971 Vurguncular, 1971 Yarın Son Gündür, 1971 Umutsuzlar, 1971 Acı, 1971 Ağıt, 1971 Baba, 1971 Arkadaş, 1974 – Zavallılar, 1975. Senaryosunu Yazdığı ve Yönettiği Film: Le Mur, 1983. Kitapları: Boynu Bükük Öldüler, 1971 Hücrem, 1975 Salpa, 1975 Sanık, 1975 Selimiye Mektupları, 1975 Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz, 1977 Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir?, 1977 Faşizm Üzerine, 1979 Paris Komünü Üzerine, 1979, Oğluma Hikayeler, 1979.
Yılmaz Güney Hayatı ve Eserleri
Bir sanatcı olarak ”Yılmaz Güney” olarak bilinir.Ama asıl adı Yılmaz Putun’dur. 1937 Yılında, Adana’nın Yenice Koyünde doğdu.Topraksız bir köylu ailenin iki cocuğundan biridir. Dokuz yaşından sonra hayatını çalışarak kazandı.İlk işi dana gütmekti.Liseyi Adana’da bitirdi.1955’te süren tatbikat sonucu birbuçuk yıl ağır hapis ve 6 ay sürgün cezası aldı.Oğrenimi yarıda kalmıştı. İlk olarak 1961’de cezaeviyle tanışmıştı.1962 Aralığında cezasının bitimiyle, muhafazakarlığı ile ünlü, Konya şehrine sürgüne gönderilmişti.1968’de askere gitti.1970 Nisanında döndu.1972’de, martın 16’sında devrimcilere yardım ettiği gerekcesiyle tutuklandı.Mahkeme sonucu 10 yıl ağır ceza hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı.1974 Eylülünde,bir cinayet olayına adı karıştı ve on dokuz yıl mahkum edildi.Cezaevindeyken ”GÜNEY” adlı bir sanat-kultur dergisi çıkardı.Onüç sayı sonra sıkıyonetimin yeniden gelmesi üzerine dergisi kapatıldı ve hakkında yazdıklarından ötürü on ayrı dava acıldı.İstenen ceza toplamı yuzyil idi.1981 Ekiminde izinli cıktığı İsparta cezaevine bi daha dönmedi.Sonra da yurt dışına çıktı.1981 Ekimine kadar, yaklaşık oniki yılını çeşitli cezaevlerinde geçirdi.Bu oniki yıl içinde ikisi yarı-açık olmak uzere onbeş cezaevi tanıdı.İltica etiği Fransa’nın Paris şehrinde 1984’te vefat etti.
Bu sıcak, bu tertemiz bakış; bu pazarlıksız ve içten tebessüm; bu başını hafiften yana eğen afil… dayım kokan bu adamdaki çekim gücü nereden kaynaklanır? Yılmaz Güney.. bizin sözcüsü, bizin savaşçısı…
Çocukluğumu büyüttüğüm Orta Anadolu kasabasının yazlık açıkhava sinemasında Yılmaz Güneyin filmi oynayacakmış. Gitmeyin sakın, bombalayacaklarmış! Kimsin sen? İçinde göründüğün, rol kestiğin filmin gösteriminin yapıldığı sinemaya bomba koymaya meylettirecek kadar, nesin? Sana karşı olanlar, aslında kendileriyle yüzleşmekten mi kaçarlar? Bir Yılmaz Güneylerinin olmasının verdiği hazzı bilmemek ve bu bilmemenin bıraktığı boşluk mudur, köşe bucak gizlemeye çalıştıkları içsel acıyı, çaresizliği büyüten? İnsan etrafını yakıp yıkarken, aslında içindeki çıkmazlara yol mu açmaya çalışır?
Daha çocuk çağlarımızda bile, bir Yılmaz Güneye sahip olmanın verdiği gurur ve bir tür tarifi yapılamayan güvendi koltuğumuzu kabartan; kendimize Yılmaz Güney edaları vererek yürüten, bakış attıran… belki de doğru yolda olduğumuz hissi ile iç huzuru veren, onunla özdeşleştiren.
Kendimi bildiğim ilk dönemlerimden, çocukluğumdan beri, efsane sözcüğünün karşılığı olan adam.. sevginin ve saygının harmanlandığı, gıptayla cilalanan bir duygunun vücut bulduğu.. adının anıldığı yerde, bir başka, ona özgü dalganın dolandığı mit: Yılmaz Güney!
Murat Belgenin yaptığı değerlendirmede olduğu gibi, Parlak bir sinemacı ve sanatçı, hiçbir zaman amatörlüğün ötesine geçememiş bir ‘siyasetçi’; her şeyini kitlelerle paylaşmaya can atan bir ‘biz’ ve çıkardığı dergiye ‘Güney’ adını verecek kadar bireyci bir ‘ben’; dünyanın sosyalizm öncesi popülist başkaldırmacı kahramanına denk düşen bir mizaç ve tarihi maddeciliğin teorik inceliklerini kavramaya hayati önem veren bir akıl; silah ve eylem ve mertlik dünyasının korkusuz bir savaşçısı ve insanları barışa, sükunete, okumaya, sevgiye çağıran bir derviş. Bütün bunların sonucunda mutlak bir yalnız adam… Yine Yalçın Küçük, bir sosyaliste küçük bir örnek verirken, mahallenin genç kızını sıkıştıran birkaç serseriye -dayak yeyip yemeyeceğini düşünmeksizin- müdahale eden adam olarak tanım getiriyordu. İşte Yılmaz Güney, aslında tüm bunlardı.
Yaşam Bir Dolambaçlı Yoldur
Bir sanatçı olarak Yılmaz Güney diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün’dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında (1 Nisan -bn), Türkiye’de, bir güney şehri olan Adana’nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi… Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976’da ben Kayseri Cezaevi’ndeyken öldü. Mezarını göremedim…
Dokuz yaşından sonra hayatını çalışarak kazandı. İlk işi dana gütmekti. Ailesinin maddi zorlukları nedeniyle öğrenimi sırasında pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satcılığına kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ortaokul ve Lise öğrenimini Adana’da tamamladı. Lise yıllarında, bisikletiyle sinemadan sinemaya on altı milimetrelik film bobinleri taşıyarak sinemaya ilk adımını attı. “Sinemayla karşılaşmam 13 yaşındayken oldu. Kavgalı dövüşlü filmlerin gösterildiği fukara sinemalarına gidiyorduk. Kendimizi daha rahat hissediyorduk bu sinemalarda. Mesela bir Galatasaray Sineması vardı, çok güzeldi. Önünden geçer bakardık ama çok lükstü gitmeye korkardık. İstesek parasını verip girebilirdik. Ama ne kıyafetimizi ne de yapımızı uygun görürdük o sinemaya”
Sinema sektörüyle ilk kez Kemal Film ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalışarak temas kurdu. And Film’de pursantaj memurluğu yaptı. Lise ikinci sınıftaydı; görevi nedeniyle yakın illerde sinemaları dolaşıyordu. Bu dönemde ilk öykülerini verdi. Nihat Ziyalan ve Özdemir İnce ile bu dönemde tanıştı ve edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlanmaya başladı.
1955 yılında liseyi bitirmesinin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu; Adana’ya döndü ve Dar Film’de çalışmaya başladı. Sinemaya daha yakın olabilmek için A.Ü. Hukuk Fakültesinden ayrıldı ve İ.Ü. İktisat Fakültesi’ne kaydoldu; Adana’da pursantaj memurluğunu yaptığı film şirketinin İstanbul bürosunda çalışmaya başladı. bu dönemde sinemaya ciddi olarak adım atmasını sağlayan Atıf Yılmaz ile tanıştı ve onun asistanlığını yapmaya başladı.
Çirkin Kral
Yeni bir süreç başlıyordu… Çirkin Krallık süreci. Atıf Yılmaz ile çalışmaları onun krallığının temellerini oluşturacak ve sürecin sonunda bu kavruk halk adamı, haklı bir ün elde edecekti.
Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinde senaryo yazarı ve oyuncu olarak da katkıda bulundu. Karacaoğlanın Karasevdasında da yönetmen yardımcılığına kadar yükseldi ve böylece ilk kamera arkası görevlerini aldı; senaryocu, oyuncu ve yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. Oyuncu ve senaryocu olarak hızla sivrildi. Dönemin siyasal öğrenci hareketlerinin içinde yeraldı; hem sol ile temasını artırdı hem de sinemayla ilişkisi daha üretken bir zemine doğru yol aldı. Bu dönemde senarist Vedat Türkali, yönetmen Atıf Yılmaz ve asistanı Yılmaz Güney diğer öğrencilerle olayları filme çekmenin yollarını araştırmışlardı. Bu arada Yeni Ufuklar ve On Üç dergilerinde de öyküler yazdı. On Üç adlı dergide 1956 yılında yayınlanan Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 1961 yılında hapse mahkum edildi ve film setinden alınıp götürüldü.
Belki inanılmaz gelebilir ama, ceza almasına neden olan öyküdeki şu paragraftı: “İğrenerek baktı -iyice iğrenememişti-. Yüzü daha bir buruştu. Yapmacıklı bir sinirle Siz böylesiniz işte dedi. En iyiniz bile böyle. Kendi çıkarlarınız için neler yapmazsınız. İşçiymiş. Basit bir işçiymiş -seyircilerin durumlarını da görmek istiyordu ben bir işçiyim. Beni basit görmezsin değil mi? İşine yararım. Keyfini getiririm; doğru değil mi söylediklerim? -söyledikleri doğruydu. Birinci şahıs doğru demiyordu-. Ah domuzlar sizi. Bir gün hepinizin topunuzu attıracaklar ya; dur bakalım ne zaman.”
Öğrenimi yarıda kalmıştı. Birbuçuk yıl cezaevinde kaldı; Aralık 1962de hapis cezası sona erdi ve 6 aylık Konya Sürgününe gitti. Boynu Bükük Öldüler adlı romanı bu dönemin ürünüdür. Güney, cezaevi günlerini hep biriktirme, yeni projeler için yoğunlaşma ve siyasal bilincini olgunlaştırma yönünde değerlendirdi. İlk kez hapse giren Güney, hayatının muhakemesini yaptı, kendini yeniledi ve düşünsel yapısını geliştirdi. Kendisine bir misyon biçti, bunu nasıl gerçekleştireceğinin hesaplarını yaptı. 1963’ten itibaren yaptığı filmlerde oyuncu olarak giderek artan bir popülarite kazandı ve beyaz, temiz yüzlü jönlerin saltanatını yerlebir etti. Yılmaz Güney bu dönemde genellikle karşımıza çıkan Anadolu Çocuğu karakterinin ezilen, aşağılanan, yenilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul etmeyen, baskıcı otoriteye direnen, sonunda isyan eden ve başını dik tutan yapıdaki kişilerini yansıtıyordu. Bu durum, bu tiplerle kendini özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevildi. Ancak bu dönemin filmleri genellikle Yeşilçam kalıpları içinden çıkamadı.
Çirkin Kral adı ve miti bu dönemin eseridir. 1964’te rol aldığı 10 Korkusuz Adam filminde hiç konuşmayan, sürekli arka cebinde taşıdığı konyağı içen bir ayyaşı canlandırdı. Bu rol, filmde fazla bir önem taşımadığı halde, Yılmaz Güney’in göründüğü sahnelerde sinema salonları inlemişti. Böylece Yılmaz Güney bir mitos haline gelmeye başladı ve senarist ve oyuncu olarak birçok filmde görev aldı. Bu dönemde öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akadın yönettiği Hudutların Kanunu adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece uzak Yeşilçam Sinemasında da bir farklılaşmanın başladığının göstergesidir. Gerçek anlamda ilk kez 1967de yönetmen koltuğuna oturan Yılmaz Güney, 1968 yılında önemli sayılabilecek ilk filmi Seyyit Hanı çekti. Doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatan bu film, üslubu açısından olumlu tepkiler aldı. Hemen ardından Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adamı çekti. Hudutların Kanunu ve Toprağın Gelini ile başlayan Seyyit Han ile işaretini veren bu süreçten çıkışın en anlamlı meyvesi ise sinemamızın en önemli yapıtlarından biri olan Umut oldu.
1968’de askere gitti ve 1970 Nisanında döndü; film çalışmalarına başladı. Umutu çekmeye başladı. Umut, eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla kalabalık nüfuslu ailesini geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbarın öyküsünü anlatıyordu. Güneyin kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen belli etti. Ben, oyuncu olarak halkın giyiminden, davranışlarından farklı olmamaya çalışıyordum. Zaten olamazdım ki. Ben zaten kendimi oynuyordum. Şöyle bir durum var: Yaptığım bütün filmlerde benden bir parça vardır.
Sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca gösterime giren Umut, burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle karşılandı. Umut, çıkışı olmayan mutsuz çabaları gerçekçi bir biçimde betimledi. Bu filmi ile Antalya Film Festivalinde en iyi oyuncu ödülünü (Altın Portakal); Adana Film Festivalinde en iyi oyuncu ve en iyi film ödüllerini (Altın Koza) aldı. Tabiri caizse, Türk Sinemasında yer yerinden oynadı. Umut, Yılmaz Güney’in başyapıtlarından biridir. Ayıca Türkiye’de devrimci sinemanın da ilk ve en iyi örneklerinden biridir. Bu filmi, Acı, Ağıt, Baba, Arkadaş ve Endişe takip etti. 1971 yılında üç filminin birden (Ağıt, Acı ve Umutsuzlar) Adana Altın Koza Film Şenliğinde dereceye girmesi, böyle bir şeyin ilk olması bakımından ilgi çekicidir.
Devrim ve Sanat
Bilinçli bir şekilde toplumsal sorunlarla uğraşmaya başladığı oranda sansürle de başı ağrımaya başlamıştı. 1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarına yardım ettiği için tutuklandı. Ancak bu kez, dünyada tanınmış bir sinemacı olarak büyük bir desteği arkasına aldı. Boynu Bükükler adlı romanını yeniden yazıp Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımladı. Kitap, 1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülünü kazandı. Siyasal bilincinin gelişiminin sonuçlarını tutukluk döneminin bitmesi sonrasında çekmeye başladığı, bir başyapıt sayılan Arkadaş filminde ortaya koydu. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki kültür şokunun da bir belgesi gibidir. Büyük ilgi gören ve tartışılan bu film Çirkin Kral’ın kendisiyle olduğu kadar Çirkin Kralcılarla da hesaplaşması anlamına geliyordu
Bu filmiyle Yılmaz Güney, Sınıfsız bir dünyanın gerçekleşmesi yönünde tarafını belirlemiştir: …kendimi anlatmalıyım. İki yılı aşkın cezaevi günlerinde, düşüncelerim tek bir noktada toplanmıştır: Demokratik Halk Devrimi. Başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere, tüm emekçi kitleleri, aydınları, sanatçıları, küçük iş ve mülk sahiplerini ekonomik toplumsal ve siyasi kölelikten kurtuluşa götürecek Bağımsız Demokratik Yeni Türkiye’yi kuracak ve sosyalizme götürecek Demokratik Halk Devriminin gerçekleştirilmesi ve devrim sürecinde birey olarak bana düşen görevlerin berraklaştırılması temel düşüncem olmuştur. İşte ben, bu hayati görevlerin üstesinden gelebilmek, eksikliklerimi giderebilmek umuduyla inançlı bir çalışmaya verdim kendimi. Atacağım her adım emeğin nihayi kurtuluşu fikrine, yani sınıfların kendini ortadan kaldıracağı, devletin kendisini tüketeceği, söndüreceği bir dünya fikrine hizmet etmeliydi. Kurtuluşun önümüzdeki aşaması olarakta Demokratik Halk Devrimi fikrine ve mücadelelerine hizmet etmeliydi. Bu amaçla sinema alanında, iki yılda altı film yapmayı planlamıştım. ‘Arkadaş’ bu düşüncenin ilk ürünüdür… (25 Haziran 1976)
Şiirleri
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu,
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi,
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan,
Damla damla sevgili…
Bir gün akıp gideceğiz hayata.
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi seni vurur durur…
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.
Arkadaş
Bir kıvılcım düşer önce,
Büyür yavaş yavaş,
Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş…
Dolduramaz boşluğunu ne ana, ne kardaş,
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş…
Ortak olmak her sevince, her derde kedere,
Ve yürümek ömürboyu,
Beraberce el ele…
Olmasın hiç,
O ta içten gülen gözlerde yaş,
bir gün yollarımız ayrılsa bile arkadaş…
Bu Alemde Kral Tanımam!
Sen hiç ölümün gölgesinde özgürlügü yaşadınmı
Bir garibanın elinden tutupta hiç kadere rest çektinmi
Alçağın adisine ispiyoncusuna kurşun yağdırdınmı
Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımamSen zevkini sefanı sürerken ben hayat okulunu okuyordum
Sen elin cilalı mermer taşlarında kibar beylerlen dans ederken
Ben hergün azraillen dans ediyordum
Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımamSen sıcak yatağında rahat uyurken
Ben ise parçalanmış vucudumun acısıyla mahkeme duvarlarına
Yaslanmış,gelmeyi bilmiyen karanlığı bekliyordum
Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımamİdam sehpasında bir mahkum yaşamayı ne kadar çok istiyorsa
Bende seni o kadar çok seviyorum..
Aşıma katmadım haram,güzel çirkin aramam
Yanlış yapanı tanımam… bu senin içinde geçerlidir gülüm
Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam..!
Canım, Sevdiğim, Yüreğim
Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin…
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan…
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır…
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan.
Damla damla sevgili…
Bir gün akıp gideceğiz hayata…
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur…
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.
Eskiden Bilmezdim Yalnızlığı
Eskiden bilmezdim yalnızlığı
Bir ağaç nasıl yalnız değilse ormanında
Bir çiçek kendi dalında
Eskiden bilmezdim yalnızlığıYalnızlığın içinde
Şimdi yalnız, yalnız mıyım
Kopuk muyum dalımdan
Uzağında mı kaldım ormanın
Hayat Bize
…hayat bize
mutlu olma şansı
vermedi sevgili
biz kendimizden
başka herkesin
üzüntüsünü üzüntümüz,
acısını acımız yaptık
çünkü. Dünyanın öbür
ucunda hiç tanımadığımız
bir insanın göz yaşı bile
içimizi parçaladı. Kedilere
ağladık, kuşların yasını tuttuk…
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat
karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında
ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili…
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine
üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün
hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili…Sevinerek,
severek, sevilerek, düşünerek… Ve o
vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın…
Kendim İçin Yaşamıyorum
Herşeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.Yarın bizim çünkü… Biz öleceğiz ama çocuklarımız bırakacağımız mirasi taşıyacaklar yüreklerinde… Ve onların yürekleri bizim altında ezildiğimiz korkuları taşımayacak.
Kim
Kimdir… Sardunyayı, yasemini
Ve hanımelini sevmeyen
Kimdir… Gül fidanlarını kıran
Akşam seflarına saldıran
Kimdir… İncir kuşlarını
Kumruları yok sayan
Kimdir… Erik ağaçlarından
Kiraz ağaçlarından
O ağaçların çiçek açmalarından korkan
Kim…
Köprü
Sevgili,
yetmiyor ‘sevgili’ sözü
tek başına.Karşılamıyor
içimi dolduran duyguyu.
Oysa ben ‘sevgili’
derken neler
düşünüyorum bilsen.
Sonsuz,bir güneş,
bir yudum rakı,
çiçeğe durmuş ince bir
bahar dalı,
oğlumun sıcak yanağı,
anamın acılı gözleri,
babamın tütün kokan eli,
evimizde ki kuş,
yarının güzel günleri,
anlatılması güç binlerce
duygu ve SEN…
işte sen
beni hayata baglayan
en güzel köprüsün;
köprülerin en güzelisin.
sevgilim…güzelim…
insanı yaşatan
içimizdeki hayat böceğidir.
o ölürse
hayatımızında tadı biter.
o sakın ölmesin,
yaşat onu.
Selimiye cezaevi / 3.8.1972
Mutlu Olma Şansı
Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili,
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz acısını acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın göz yaşı bile içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk…
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili…
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili…
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek…
Ve o vaz geçilmez sancılarını duyarak hayatın…
Sevgi Ve Dostluk
Kavgayı, bir yaprağın üzerine yazmak isterdim sonbahar gelsin yaprak dökülsün diye
Öfkeyi, bir bulutun üzerine yazmak isterdim yağmur yağsın bulut yok olsun diye
Nefreti, karların üzerine yazmak isterdim güneş açsın karlar erisin diye
…Ve dostluğu ve sevgiyi, yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye
Sevgi ve Sen…
Sevgi ne demek bilen varmı,
Nerden bileceksiniz sevgiyi,
Sevgiden anlarmısın, benim gibi,
Sevgiyi severmisin, benim gibi,
Ama nerden bileceksinki sen sevgiyi,
Benim kadar sevseydin sevgiyi,
Belki o zaman anlardın sevginin önemini….
Yılmaz Güney Belgese0li http://www.youtube.com/watch?v=5B7ALmjq4BY
1 Yorum
çokkk güzelhqazırlanmış herşey emeğinize sağlık..