Yasak Aşk: Anna Akhmatova ve Modigliani

0

“Yaşama sanatı, bize acı çektiren insanlardan yararlanmaktır. Kederler, düşüncelere dönüştükleri anda, bize acı çektirme gücünü yitirirler.” MarcelProust

Acının ve aşkın izleri hangi sanat dalına yansımamıştır ki. İçe dönük kırılganlığı dışa vuran her şey nasıl taşınır bir kalpten ötekine. Diyelim bastırılmış çığlık, diyelim yakın yürekler, diyelim hepsi birden aynı mücadelede ayrılmaz iki yol, iki görüntü… Sese eşlik eden bu görüntüler çığıyla büyür ve ilerler. Cesaretin sınırlarını zorlayan, kendi yalnızlığını konuşturma isteğiyle içindeki çerçeveyi büyüten bir şair de sesini kararlıca yükseltecektir elbet. Kimsenin söyleyemediklerini, kimsenin tanımlayamadıklarını resmedecektir.

Kendi kültüründen ve sanatından uzaklaştırılan Anna Ahmatova (188Requiem adlı kitabını, Yaban Balı Özgürlük Kokar adı altında Güneş Acar çevirisi ile Can Yayınlarından okuyabiliriz.9-1966) içini sözcüklerle döken ve bunu yaparken en ufak bir sır bile bırakmayan cesur bir şairdir. Rus edebiyatının bu benzersiz kadın şairinin sekiz kitabından seçilmiş kırk altı şiiriyle.

 

Evimin önündeki bahçede oturup Anna Ahmatova’yı okuduğumda ve hayatını araştırdığımda, beni yukarıda yazdığım cümlelere iten en çarpıcı dizeler şunlardı:

“Yaban balı özgürlük kokar / Toz, güneş ışını kokar / Aşk ise elma / Ama biz biliyoruz artık / Yalnız kan, kan gibi kokar.”

Anna Ahmatova bu dizeleriyle öyle bir gerçeklik sunar kikan ancak kan gibi kokar’’ başka bir açıklaması yoktur bunun ve onun dünyasında baldan özgürlük yayılır, elmadan aşk kokuları. Acıyı ve özgürlüğü birleştiren bu şair kadın tüm cesaretiyle ördüğü yumağı fırlatıp atar insanlığa.

Tek çabası konuşmak olanların diyemeyeceği şey yoktur. Çerçevesine sığmaz ve zamanla daha gür sesle aşkı, acıyı, yalnızlığı ve söylenmemişleri işler kaleminde. Bir acı tüm çıplaklığıyla yazılıyorsa en tehlikelisi budur çünkü şiirinin malzemesi acıdan geçenler yıkılıp yıkılıp tekrar yaşam kurmayı da bilmek zorundadır.

‘’Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini: / Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?’’ (Nietzsche)

Erkek egemen toplumların cesur kalemlerinin izleyeceği yol mücadeledir. Anna Ahmatova, bu cesur kalemlere verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Anna bu bakımdan toplum için tehlike arz eder çünkü özgürlüğüne düşkündür. Yaşanılan bu sert, keskin ve kırıcı toplumda birileri tarafından seçilmeyi reddedip kendi dünyasını yaratmak, aşkı öylece yaşamak büyük bir savaştır Anna için. Sorunlar öylesine büyüktür ki ve aşk öylesine can yakıcı; taş edebilir yüreğini bir kadın ve gerçekliği farklı yeni bir dünya yaratabilir. Yukarıdaki alıntı tesadüf değildir. İnsan yanmaya hazır olmalıdır ve hatta her insan tutkulu olmalıdır yitmeye çünkü korkusuzca kendini yok eden aslında her yok oluşta kendine yaklaşır, yepyeni bir yaşam kurulur böylece ve aslında hiç dinmeyen o büyük fısıltı: aşk. Anna da yeniden yaşamayı öğrenecek ve kozasından nasıl bir aşk çıkacağını görecektir. Hiç bilmemiştir belki de kim olduğunu kozasından çıkanın, o yalnızca aşk’ı sevmiştir. Aşk içine girdiği anda o yoktur artık uzanır öylece ve boşluğunu dolduracak gövdeyi bekler.

‘’Bugün, yapacak çok işim var; /Belleğimi sonuna dek öldürmeliyim,/Ruhun bir taş gibi olması gerek,/Yeniden yaşamak, bunu öğrenmem gerek.’’

AmedeoModigliani. Nude. (AnnaAhmatova). c.1911. Pencil on paper

Henüz 21 yaşında, evlidir. Uzun boyu, koyu renkli saçları, yeşil gözleriyle estetiğin gövdeye bürünmüş halidir. Hem sözcükleri cesaretle kullanan, açıkça duyu organlarımıza vuruş yapan bir şair hem de söz ile renk arasında görsel bir imgedir. Bir şairin eseri sözler ise bir ressamın eseri de estetik şekildir. Bu bağlamda Anna dönemindeki birçok ressam için idealist bir görüntüdür iyi bir şair olmasının yanında. Tıpkı şairler gibi ressamlar da görünen dünyayı betimlemekle kalmayıp gerçekliğin ötelerinde bir dünyayı önümüze serer. Bir zaman olmuş olandan öteye varmak, olmayanı ve belki de olmayacakları göstermek düş gücü ve uyanıklık gerektirir. Öte yandan dünyaya tahammül için bir sığınaktır resim ve şiir. Kalem ve fırçanın bu devingen döngüsü böyle sıkı olunca üretenlerin de aralarında duygusal bağların oluşmaması olanaksızdır. Bu çiftin sesi de yükselecektir ve buna evlilik bile engel olamaz. Tıpkı Anna ile Modigliani arasındaki büyük aşk gibi…

Anna Ahmatova şiirlerini bu aşk üzerine yazmıştır, kim bilir. Modigliani tablolarındaki kadınların bakışsız bakışları, uzun boyları, koyu renkli saçları ve asil duruşları Anna’yı da bu kadınların içine alacaktır. Güzel Anna evli olduğu halde Modigliani ile ateşli bir ilişkiye kendini sürüklemekten alıkoyamaz. Modigliani’nin Nü çizimleri ile görüntüye dönüştürmesine izin verir. Ne var ki toplumda var olan baskılar, evlilik, yasaklar bu bir yıllık tutkulu ve gizli aşkı bitirir. Bir yıllık ilişkiden sonra Anna kocasına dönme kararı alır ve şiirlerle dile getirir varoluş derdini çünkü şiir iç sıkıntının oluşumudur. Dünyada olma yükünü hafifletir. Resim de aynı şekilde hayatın içiyle ilintilidir. Yaşantıdır sanat, acıdır, dayanmadır ve tutkudur.

(AmedeoModigliani. AnnaAhmatova. c. 1911. Pencil on paper. St. Petersburg, Russia.)

Anna, Modigliani’nin hüznünü görüp ona şiirler yazmıştır. Modigliani ise, Anna’nın güzelliğini görüp resmetmiştir. Şiir ve resim arasındaki bu ortaklık öyle büyüktür ki sisteme, otoriteye, baskılara, tüm yasaklara rağmen hem de delilik olduğunu bile bile kendilerini yakmaktan korkmamışlardır. Bundan sonra yapılacak şey Anna için yazmaktan başka ne olabilirdi?

‘’Bilmiyorum, yaşamakta mısın, öldün mü?

Dünyada bir yerlerde bulabilir miyim seni

Yoksa, akşamın yaslı karanlığında

Bir ölüyü mü düşünmeli..

Her şey senin için: Gün boyunca dualarım,

Uyuşturan ateşi uykusuz gecelerin;

Şiirlerimin beyaz sürüsü,

Ve mavi yangını gözlerimin..

Hiç kimse daha yakın olmadı bana,

Hiç kimse böylesine üzmedi beni,

Acıya salıp gidenler bile,

Okşayıp bırakanlar bile hatta.’’

(Türkçesi:Ataol Behramoğlu)

 

Bir şair için düşlemek, yaşanılmayacakları sarıp sarmalamak gibidir. Anna sarmakla kalmayıp dualarıyla da güne geceye bezemiştir aşkı. Erişilemeyene olan tutku, Anna’nın gözlerindeki yeşili bu yangınla maviye dönüştürür, o sonsuz hüzne. Anna’ya kim yakın olabilirdi hüznüne eş olandan başka, Anna’yı acıya salıp gidenler bile, okşayıp bırakanlar bile hatta. Bu dizelerden haberdar olacağımızı bize kimse söylemedi. Aşk kendini çözmesini bildi. İzler resme değdi, şiir bulaştı deriye. Bu yüzden içimizde bir ateş, bu yüzden kalplerimiz daha gür her acıda ve aşkta. Ruhun esintileri arasında durmadan körükler elleri yazmak ve çizmek için.

Evimin önündeki yeşillikte otururken bir aşkın şiire ve resme yansımalarını ‘’Yaban Balı Özgürlük’’ kitabı adı altında elimden geldiğince öncelikle bir şairden değil, bir kadından cesaret alarak gözler önüne sunmaya çalıştım. Amacım şiir ve resmin bir aşk ile nasıl içe sığmayıp kendini dışarı döktüğünü anlatmaktı ve kitabın açıklamasındaki alıntıyla bitirmek istiyorum sözlerimi.

‘’Öyle yazarlar, şairler vardır ki, onların yazdıklarını yaşamlarından; yazgılarını ülkelerinin somut gerçeklerinden soyutlayamazsınız. Dahası, içinde yaşadıkları koşulları, tarihsel dönemi, özel yaşamlarını bilmeden, yapıtlarını gerçek boyutları içinde algılayamazsınız. Anna Ahmatova bu tür şairlerdendir. 1960’larda, şiirlerini ilk okuduğum günden bu yana, ne zaman onun şiiriyle karşılaştıysam, aynı hüznü, aynı onanmaz acıyı, aynı burukluğu duydum yüreğimde..’’ (Ferit Edgü)

Yazar: Meryem Coşkunca

Share.

About Author

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn