Yalın Bir Yol – Dücane Cündioğlu

0

Es gibt ein Ziel,
aber keinen Weg.
Was wir Weg nennen,
ist Zögern.

O mahzun, o acılı gözleriyle sanki kendini ölüme mahkûm eden yargıcın önündeymiş gibi bakan, bakınan bir Kafka fotoğrafının altında yer alıyordu bu satırlar.
Viyana’da bir kafenin duvarında. Café Kafka’nın girişinde.

Bir hedef var,
ama yol yok!
Yol dediğimiz,
bir duraksamadan ibaret!

 

 

 

Kendimce bir şey yapmak zorundaydım yine. Dünyayı süratle kendi dilime çevirmek zorundaydım. Olup biteni anlayabilmek için. Denedim.

Ziel ve Weg, yani maksud ve tarik. Bakınız, çevrilince nasıl da birdenbire sisi pusu açılıveriyor dünyanın! Maksud, kasd edilen, yönelinen, hedeflenen. Nerede? Zihnimde. Hayallerimde. Düşlerimde. Bir tarafta benim maksudum, benim muradım, benim hayalim, öte taraftaysa Weg, yani yol, yani tarik. Dış dünya. Gerçek. Üzerine ayağımı bastığım zemin. Maksud ve muradımla aramdaki bağlantı aracı.

Kafka, belki maksud var ammâ tarik yok, diyor. Tarik diye adlandırılanınsa koca bir yanılsama olduğuna işaret ediyor. Ancak duraksadığımızda farkedebileceğimiz bir mahiyete mi sahiptir bu yol? Öyle görünüyor. Çünkü hakikatte üzerinde yürüyebileceğimiz bir zemin yok! Bizi maksuda eriştirecek bir yol. Varolan, bir tek duraksamalar, tereddütler dolayımında kendini belli eden bir zemin.
Ne acı değil mi, ancak üzerinde yürüyemeyeceğimizi farkettiğimizde beliriveren bir yol. Duraksamalardan oluşan bir heyulâ!

Yürüyebilmek için pütürlü zemine geri dönmeliyiz, demişti Wittgenstein. Bütün derdi ayağını üzerine basabileceği muhkem bir zemin bulmaktı onun da.

Muhayyilenin aracılığıyla kaymak, sıçramak, uçmak deha için ne ki? İş bile değil. Eşyayı kusursuzlaştırma dehaya özgü umurdan. Abartma. Mükemmelleştirme. Zihninde normale, doğala, sıradanlığa aslâ tahammül edemez böyleleri. Her defasında eşyayı kusurlarından arındırmak, onu kusursuzluğu içinde müşahede etmek ister. Kemâli, hep kemâli arzular, yani kendindeki kemâli (zevâl-ı hakikî’yi). Zorunlu olarak başkalarında da kemâl arar. Bulur da. Yoksa yaratır. İşte der, bakın, kemâl her yerde!

Oysa gerçeğin kendisi kemâlden öylesine uzak, kemâle öylesine yabancıdır ki! Gerçek kemâlin değil, zevâlin yurdudur. Kusurun, eksikliğin, acı ve hüznün. Kıyımın. Ölümün. Gerçeğin yüzeyi pütürlüdür. Yürümeyi kolaylaştırmaz zorlaştırır. Uçmak istiyorsan bir tekme atıp gerçekten uzaklaşmalısın. Gökyüzünün kusursuzluğunda süzülmelisin. Büyükçe bir kürenin o ipek gibi yumuşak cidarına dokuna dokuna yükselmelisin.

Bu hakikati idrak etmek için Wittgenstein’ın iki evini karşılaştırmak gerekir. İlki Viyana’da kızkardeşi için tasarladığı ev, diğeri ise kendisi için Norveç’te içine sığındığı o küçük kulübe.

Bilenler bilir, Viyana’da, Wittgenstein’ın kızkardeşi için tasarladığı evin tasarımı mükemmeldir. Sadeliği ve geometrik kesinliği, tek kelimeyle etkileyicidir. Hem de kapı ve pencere kollarına varıncaya değin. Ne var ki oturulacak, içinde yaşanılacak gibi değildir. İçinde gezilebilir ama yaşanılamaz, tıpkı bir müze gibi.
Emin olmak için Kundmanngasse’deki bu evi (1926-28) ziyaret etmiştim. Fotoğraflarında görüldüğünden daha alımlıydı. Ne kadarına müdahale edilmiş bilemiyorum ama çizgileri hâlâ kusursuz görünüyordu.

Trajedi de burada değil midir zaten! Büyük zekâların en büyük kusuru, kusursuzluğa meftun olmalarıdır. Yaşam için kusursuzluğu talep etmenin bir kusur olduğunu idrak edemez dehâ! Bu yüzden tekmelenir bir ömür boyu, yaşama uyum sağlamış sakinlerince.

Filozofun Norveç fiyortlarında saklı kulübesine gelince, bir sığınak gibidir o! Küçük, mütevazi ve gözlerden ırak. Tam da yaşamın kıyısında.

Acımasızdır bu yoktan dünya. Kıyıcıdır. Kendisine tâbi olmayan sakinlerini affetmez. Tutunamayanları. Uçamasınlar diye kanatlarını kırar. Muhayyilelerini. Kendilerine ve dünyaya bir daha masal söyleyemez hâle getirir onları. Kazananlar ise hep yürüyenler olur.

Unutma, olan hep kaçınılmaz olandır ey talib, sen sessizce rıza lokmasını yutmaya çalış!
[Kafka dış-dünyaya] bir türlü akıl erdiremiyor, çünkü yaşayan bir şey var karşısında. Ama Franz’ın kendisi yaşayabilecek biri değil. Franz yaşam gücünden yoksun. Franz asla kavuşamayacak sağlığına. Franz çok geçmeden ölüp gidecek. Kahine kadın, Milena, Max Brod’a bu satırları 1920 Ağustosunun başlarında yazar. Ne gariptir ki dört yıl sonra ölür Kafka.
3 Haziran 1924’te. Yol tüm yalınlığıyla belirivermiştir.

Dücane Cündioğlu – 23 Ocak 2010

ducanecundioglusimurggrubu blogundan

Share.

About Author

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn