Üç Renk: Mavi (Özgün adı: Trois Couleurs: Bleu), yönetmenliğini Polonyalı sinema yönetmeni Krzysztof Kieślowski‘nin yaptığı, Zbigniew Preisner‘in müziklediği bir filmdir. Adlarını Fransız bayrağının renklerinden alan üçlemenin diğer iki filmi ise, Üç Renk: Beyaz ve Üç Renk: Kırmızı‘dır.
Üçlemenin ilk filmi olan Üç Renk: Mavi, Fransız devriminin dayandığı temellerden özgürlük temasını ele almaktadır.
Filmde, bir kaza sonucu kızını ve besteci olan kocası Patrice de Courcy’yi yitiren Julie’nin yaşama tutunma çabası anlatılmaktadır. İlkin ailesinin yokluğuna dayanamayan Julie intihara yeltense de, daha sonra bakış açısını değiştirip, kocasının ölümü nedeniyle yarım kalan bir bestesi üzerinde çalışmaya ve onu tamamlamaya karar verir. Avrupa Birliği’nin kuruluşunu kutlama amacını taşıyan bu bestenin tamamlanmaya çalışılması sürecinde, eski çevresinden ve arkadaşlarından kopar ve besteci kocasının sağlığında yardımcısı olan Olivier Benoit ile yakınlaşır.
Filmin çözümlemesi
Film daha çok psikolojik bir çözümleme filmi gibi görünmektedir. Julie’nin yaşadığı bunalımlar, yalnızlık duygusu, yaşam ile ölüm arasında gidip gelmesi, gidenin ve geri gelmeyecek olanın ardından yaşananlar, hem Kieślowski’ye özgü başarılı kamera kullanımıyla, hem de Presnier’in etkileyici müziğiyle izleyicisi saran bir anlatımla perdeye yansıtılmaktadır. Görsel olarak, yönetmen, Julie’nin yaşadığı iç çelişkileri perdeye yansıtmak amacıyla çok sayıda teknik kullanmaktadır. Julie’nin film boyunca genellikle yalnız oluşu, küçük nesneler üzerinde gezinen kamera, sürekli bir karanlık ve çaresizlik duygusunu veren mavinin ve özellikle de koyu tonlarının film boyunca bolca kullanılışı buna örnek olarak verilebilir. Kieślowski, kendisiyle yapılan bir görüşmede de belirttiği gibi, özgürlüğü toplumsal ya da siyasal anlamda ele almamakta, filmde günlük yaşamın içindeki özgürlüğü konu etmektedir.
Bazı yönetmenler, bu filmi tüm zamanların en iyi filmi olarak tanımlamaktadır. Sözgelimi Austin Chronicle yazarlarından Marjorie Baumgarten şöyle diyor: “Mavi insanın zihnini meşgul eden, duygularıyla hesaplaşmasını sağlayan, çözümler arayan, estetik bir kurguyla ve seçkin bir tavırla iyi bir öyküyü anlatan bir film ve bir siyasal hicivdir.” Boulder Daily Camera yazarlarından Michael Hoshall ise, “Juliette Binoche müzisyen ve insan olarak kendi değerinin ayırdında olan bir kadın olarak parlak bir performans sergiliyor,” yorumunu yapmıştır.
Yönetmen : Krzysztof Kieślowski
Senarist : Krzysztof Piesiewicz, Krzysztof Kieślowski, Agnieszka Holland, Edward Zebrowski
Oyuncular : Juliette Binoche, Benoît Régent, Müzik Zbigniew Preisner
Türü : Dram
Yapım yılı : 1993 Fransa, Polonya ve İsviçre
Süre 94 dk. Dil Fransızca
Julliette Binoche’un hayat verdiği Julie, bir trafik kazasında Avrupa’nın en önemli müzisyenlerinden biri olan kocasını ve kızını kaybeder. Hayatını anlamlı kılan herşeyi bir anda kaybetmiş olan Julie, geçmişin hayaletleriyle yaşamak yerine kendisine yeni bir yaşam kurmak zorundadır.
Genç kadın, dünü bırakıp yarına bakmak isteyecek, yeniden kendi ayakları üzerinde durmaya çalışacak nihayetinde hem kendi kendisiyle; hem de geçmişten kalan, hiç söylenmemiş ve su yüzüne çıkmamış gerçeklerle yüzleşmek durumunda kalacaktır. Özgürlüğe giden yol çetindir.
Avrupa sinemasının en güçlü isimlerinden olan mütevefa Krzysztof Kieslowski’nin Fransız ihtilalinin değerlerini simgeleyen ve Fransız bayrağında vücut bulan ilkelere adanmış üçlemesinin birincisi, İngilizce konuşulan ülkeler dahil olmak üzere tüm dünyada ses getirdi. Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik temalı filmlerin birincisi olan Mavi’yi, Julliette Binoche’tan soluk kesici bir solo performans olarak da okumak mümkün. Filmin ritmi kadar, görüntü yönetimi de akıllardan uzun zaman çıkmayacak imgelerin kapısını açıyor.
“Şimdi yapmam gereken tek bir şey kaldı: hiçbir şey. Kendim ait hiçbir şey istemiyorum. Hatıra istemiyorum. Arkadaş, aşk istemiyorum. Bunların hepsi birer tuzak. (Julie Vignon)”
“Artık tek bir şey yapmam gerektiğini öğrendim; hiçbir şey!”
Depresif bir sabahın ardından kaotik ritimlerin ezgisidir Üç renk mavi. Kieslowski hüzün ve sıkıntı ve de mavinin o katlanılmaz acısını veriyor. Filmin default dili, Fransızca. Fransızcaya estetik ve stilistik açısından da baktığımızda o hüzne bir artı katıyor, o hüznün akışkanlığını salt kendi içeriğiyle kazandırıyor Maviye.
Bu film oldukça sessiz geçiyor. Replikler oldukça az ama oldukça sessiz çığlığı barındırıyor içinde. Üçlemenin ilki olan Mavide, Beyaza gönderme vardır. Julie’nin mahkemeye geldiği sahnede Beyazda Dominique ve Karol’un duruşma öncesi hareketlerini ve bekleyişlerini görürüz. Yönetmen kısa bir atıfta bulunmuştur buraya. Aynı şekilde Beyazda da Julie’nin Dominique ve Karol’un duruşmaları olurken mahkemeye girmesi ve kısa bir süre gözükmesi buraya işarettir. Bu noktada tebessüm etmedim değil.
Julie (Juliette Binoche) ile hayatımızda kaybettiklerimizi umarsızca arayışımız ve nihilist bir felsefenin hayatta üstünlüğü bertaraf edilmiş duygularla verilmekte. Film sisli bir havada otostop çeken ve elinde kaykay bulunan bir genç ile başlar. Julie’nin içinde bulunduğu araba o genci almaz ve Julie, kocası ve kızı kaza geçirir az sonra. Genç kaykayı bırakır ve arabaya doğru koşar. Bundan sonrası adeta bir sessizlik senfonisi.
Mavi metaforu ve oksimorları film içerisinde epey serpilmiştir: Julie’nin evindeki Mavi Avize, Mavi şeker ve Hastanenin puslu ışığı ve finalde Mavi Ekrana düşen ‘Juliette Binoche’ yazısı .
Film bitince 5 dakika kadar sustum. Replik yok, ezip geçen, duyguları katleden ve hayatın o acımasızlığı karşısında ağlamayan Julie.
“Sen neden ağlıyorsun Maria?
Çünkü sen ağlamıyorsun…”
Toplumcu bir bakış açısıyla bakıldığında filmde ‘eşitlik’ yoktur. Kimse hiçbir zaman eşit olamaz. (Distopya) Felsefe retoriği, yansıma kuramı, nihilizm, kadercilik gibi kavramlar üzerine düşünülebilir. Kieslowski, Julie ile bizleri baş başa bırakıyor. İzleyici kendi payına düşüne alıyor bu hüzün senfonisinden. Sevginin ve katlanılmaz duyguların nasıl da bir helezona dönüşebileceğinin kanıtıdır bu film. Sessiz yerlerde ağlar Julie, budur zaten insanı derinden yaralayan. Julie’nin kayıbın izinden gidişi ve kayıp ile kendini toplamaya çalışması insanın acziyetini gözler önüne sermekte. İnsan kaybettiğinin değerini onlar gittikten sonra anlayabiliyor çoğu zaman ya da unutmak için ona dair ne varsa yok etmeye çalışıyor. Filmde de Julie’nin kocasına ve kendi evlerine dair ne varsa elinden çıkarmaya çalışması Julie’nin kaçmaya ve yalnızlıkla dolu acıya dayanamamasının işaretlerinden birisi.
Z. Preisner’ın o eşsiz besteleriyle hüzün ve acıya ve de sevgiye ne kadar da yol aldığımızı finalde anlıyoruz. ‘Kahveli dondurma’ tadında hayat. Tatlı, soğuk ve bir kaşık acı çekiyoruz nihayetinde.
eğer insanların ve
meleklerin dilleriyle konuşursam,
ama sevgim olmazsa,
ses çıkaran bir bakır yada
öten bir zil olmuş olurum.eğer peygamberlikte bulunabilirsem,
ve bütün sırları bilir
ve her türlü bilgiye sahip olursam,
eğer dağları yerinden oynatacak kadar
büyük bir imanım olursa
ama sevgim olmazsa,
bir hiçim.eğer bütün malımı sadaka olarak dağıtır
ve bedenimi yakılmak üzere teslim edersem
ama sevgim olmazsa,
bunun bana hiçbir yararı yoktur.sevgi asla son bulmaz.
peygamberlikler ise ortadan kalkacak,
diller sona erecek
bilgi ortadan kalkacaktır.
—
~ Trois Couleurs: Bleu Trailer ~
Üç Renk: Mavi / Trois Couleurs: Blue (1993) Türkçe Alt Yazılı İzle :