escort bayanlar ankara escort,

izmir escort bursa escort izmir bayan escort istanbul escort antalya escort izmir escort bayan izmir escort bursa escort bursa escort kızlar istanbul escort bayan gaziantep escort istanbul escort istanbul escort kızlar istanbul escort

Tezer Özlü Kalanlar: “Ölmek hiç birşey değil…”

0
“Ben, belli bir       ülkesi olmayan insanlardanım”
18 Şubat 1986′da, 43 yaşında        yitirdiğimiz Tezer Özlü, “kendi olmanın”, “akılını ve bedenini       özgürleştirmenin” yolunu aradı yaşamı boyunca. Toplumun çürümüşlüğünü       ve iki yüzlülüğünü, kişinin kendine söylemeye cesaret edemediği       bazı ”gerçekleri” yazılarında haykırdı. Aklın ve        ölümün peşinden sözcükleriyle koştu. “Yaşamın, öğretildiği, ve anlatıldığı       gibi ilerlerde -başka bir dünyada-  değil, yaşanan her       anda”  olduğunu yazdı. Aklın ve yaşamın sınırlarını zorlayan bir       yolculuğun tanığı oldu. Yaşadığımız dünyanın gerçeği ile baş etmenin       kolay yolunu bulan, “gerçeği” yok sayarak, “yalan” bir dünyada yaşamayı       tercih edenler, onun bütün yazdıklarından bulaşıcı bir hastalık gibi uzak       durdu.

“Aranızda  dolaşmak için giyiniyorum”

“…Ama  hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin  düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç  bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama  izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey  yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirtiniz. Evlerinizle.  Okullarınızla. İşyerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi  kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın,  dediniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz… Hiç aile olmayacak insanla bir  araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu  olduğum bu otelden ayrılırken hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi  havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi,  başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.”
[Yaşamın  Ucuna Yolculuk, Tezer Özlü]

“Ben  aslında sürekli özlüyorum”

“Ben  çılgınlık dünyasına en derin, en sonsuz yolculuğu yaptım. En acı veren yolculuğu  yaptım… Çılgınlık yoluyla kurtuluşumu ne büyük bir cesaretle tamamladım. Tüm  acılardan, gövdelerden, güneşlerden, ana babalardan ve çocuklardan, güvenden ve  güvensizlikten, tüm düzenlerden. Bir insanın yaşamı kırk yıl da olabilir.  Olmalı. Bir ölüm özlemi değil bu. Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem  durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok.”

Tezer Özlü’den Kalanlar:  ”Şunu  öğrenmelisin : Sen hiç bir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan  toplumdur”

“Şimdi sen bir  anısın”

“…Her zaman  benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek.  Sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirdim. O caddeye, o geceye,  gecelere, uykuyla uyanıklık arasında öylesine yatıp uyuyamadığım için  sinirlendiğim ve her şeyi düşünüp, kalkıp düşündüklerimi sözcüklere  çeviremediğim gecelere. Ya da uykunun ölümsü derinliğinde var oluşumuzun  küçüklüğünü algıladığım gecelere. Bu yaşam, beni ancak içimde esen rüzgarları, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak isteyen yaşamı, sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgara, o ölüme, o sevgiye  yaklaşabildiği zaman dolduruyor.
Başka hiç bir şey.
Şimdi sen bir anısın.  Tenin herhangi bir yerde sürdürecek yaşamını. Hiçbir sevginin ardından gidemem.  Sevgi inandırıcı değildir. Düşüncelerin bulduğu, düşüncelerin biçimlendirdiği  bir durumdur. Düşünüldüğü oranda büyür, derinleşir, büyütülür, derinleştirilir.  Ne denli düşünülürse, o denli büyür. O denli dayanılmaz boyutlara ulaşır,  ulaştırılır. Gerçekleştirilemez. Soyutlaşır. Ve hiçbir zaman bitmez. Yaşam gibi.  Ölüm gibi.” [Yaşamın Ucuna Yolculuk]

“Onlar “başkaldırmayı” savunurken, belli  bir düzenin akışındaki yerlerini korumaya çalışıyorlar”

“Saplantıların acıları, burada da sürüyor.  Uyandığım an başlayan, uykunun derinliklerinde ancak biraz azalan acı. Arkadaşlarıma belli etmemeye çalışıyorum. Onlar şakacı, özgür “beni” arıyor.  Bulamıyor. Onların dünyasında iniş çıkışlar bu denli büyük değil. Onların  dünyasında çoşku delilik derecesine varmıyor. Onların dünyasında bunalım ölüm  korkusuna, belki de ölüm isteğine dönüşmüyor. Onlar yemek yemeyi her zaman  seviyor. Düzenli yemek yiyorlar. Duygusal coşkular yemek gibi beslemiyor onları. Onlar işlerine inanmış. Onlar “başkaldırmayı” savunurken, belli bir düzenin  akışındaki yerlerini korumaya çalışıyorlar. Onlar, dolmuşa biner gibi evlenip,  iner gibi boşanmıyor.” (Leo Ferre’nin konseri, sayfa: 41)

“Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey  yoktur”

“Düzen ve  güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku… Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne  ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün  batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur – artık hiçbir yerdesin.”

“Korkuları. Sözcükleri. Her dili  anlıyorum”

“Şimdi  okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum.  Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi  uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi  gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su  yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum.  Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum.  Anlıyor ama kavrayamıyorum.”

“Öleceğim de ne olacak/ölsem ne  olur”

Elektroşokun başlangıcı ve bitişi vardır.Ve  ortası yoktur.İnsan için, hasta insan için.Ama ben o ölüm ortasını yaşadım.Ve  işte şokun tam ortasındayım.Elektroşok verilirken düşünüyorum ve  duyuyorum:

“….İşte şimdi olaylar o denli ileri gitti ki, bana elektroşok veriyorlar/belki de beni  elektroşokla konuşturma yöntemine gidiyorlar/doktor eve gelmiş olmalı/üstelik  elindeki şok gereci garip bir gereç/tahta bir boyacı sandığı gibi/kimbilir belki  de elektriği iyi ayarlayamadı/ya da kent ceryanı işte/yükselir alçalır/ve  öldürür insanı/ve işte beni şimdi evimde şok komasına soktular/konuşturmak mı istiyorlar/kocam gerçekten aldatılıp aldatılmadığını öğrenmek mi  istiyor/aldatılsa ne olur aldatılmasa ne olur/konuşturuyorlar mı/konuşuyor  muyum/bana bunu yapmamalıydılar/bir gizlim yok ki/hepsine her zaman hastayken de  iyi davrandım/kimseye bağırmadım/kimseye saldırmadım/acıları kendim çektim her  zaman/öleceğim de ne olacak/ölsem ne olur/ama şokun derecesini çok  kaçırdılar/işte elektriğin dişlerimdeki metal dolgulardaki titreşimini  duyuyorum/dayanılır gibi değil/böyle şoklar altında ölenler olduğunu  biliyorum/bunları bana anlatmışlardı/hastanelerde dersleri dinlerken  duymuştum/öğrenmiştim/başımda Süm var mı/olamaz/annem erkek kardeşim kocam/şok  içinde onların başımda olduğunu anlıyorum/doktorun da kim olduğunu  biliyorum/biraz sonra gözlerimi kapayınca öleceğim/artık uğraşacak kimseleri  kalmayacak/istedikleri ne/yaşamımı elektrikle bitirecek kadar/kızmıyorum/salt  iyiliğimi istiyorlar/doğal bir olay mı bu/yaşayarak düşünerek yaşanacak olay mı bu/belki de doğal “

-Ölüyorum,  devrimci mücadeleyi bensiz sürdürün, diyorum. (Ne 12 Mart döneminde, ne öncesi  ne de sonrası devrimci mücadele içinde kendime bir yer vermiş değilim.Düşünce ve  davranışlarım küçük burjuva özgürlüklerinin sıkıcı sınırlarını yıkmaktan öte bir  anlam taşımaz.) [Leo Ferre’nin konseri, sayfa: 47]

“Daha güzel yaşam diye bir şey  yok”

“Sanki  herkes daha güzel bir yaşamın gelip bizi bulmasını bekliyor. 12 Mart dönemi  geçti. Ama bu dönemin acısı içimize kaya gibi oturmuş, varlığımızla  bütünleşmişti. Terörün gücü, yıllar yılı sızmaya, yayılmaya çalışacak ve bizleri  daha çetin günlere sürükleyecek. Esintili yaz akşamlarında, küçük yaşantılara  hazırlanırken, bir yandan da bu acıları içten duymamak olanaksız. Tedirginlik  her zamanki gibi var. Büyüyor. Küçülmüyor. Sonra arkadaşlarımızdan birkaçı arka  arkaya ölüyor. Henüz kırk yaşlarında insanlar. Daha güzel yaşamlara duyulan  özlem ve bekleyişi onlarla birlikte gömüyoruz. Daha güzel yaşam diye bir şey  yok. Daha güzel yaşamlar ötelerde değil. Daha güzel yaşam başka biçimde değil.  Güzel yaşam burada. Taksim Alanı’nda. Turşu, pilav, simit, çiçek, kartpostal  satan, ayakkabı boyayan siyah kalabalık içinde. Trafik tıkanıklığından yürümeyen  arabalar, egzoz kokusu, alana yayılan sidik kokusu, gözlerimiz, duygularımız  önünde açılan bu kara kalabalıktan başka yerde, daha başka biçimde bir güzel  yaşam yok. Güzel yaşamın sınırları, ölen, gömülen arkadaşlarımızın yaşadığı kadar…” [Çocukluğumun Soğuk Geceleri, Tezer Özlü]

“Annem ve babam gibi, tüm kentler,  ülkeler, günler, geceler, her gökyüzü de yabancı kaldı”

“Yaşamımın  annemin ve babamın yaşamıyla bir ilintisi olmadığını düşünüyorum. Bir ana ve  babadan olma değilim. Bir yaban otu gibi Anadolu yaylasında bittim. Doğumum bile  bir kökünden kopma idi. Köklerimi hiç aramadım. İçerisinde severek  yaşayabileceğim. Arka dünyalardan kopma köklerim olabilirdi. Annem ve babam  gibi, tüm kentler, ülkeler, günler, geceler, her gökyüzü de yabancı kaldı bana. İnsanlara daha fazla yaklaştıkça bu saydıklarımdan daha fazla uzaklaşıyorum.  Gökyüzünden, onun ışıklarından, gün batımlarından, karanlıklardan ve  bulutlardan, kendi çıktığım karanlığa ulaşıncaya kadar onlardan  uzaklaşacağım”

“Gitmek, gitmek,  gitmek”

“Pazar  günleri… Şimdilerde… Sokak aralarından geçerken… gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim… evlerin pencere camları buharlaşmışsa… odaların içine asılmış çamaşır görürsem… bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen  futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek  yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek………. isterim hep.”

Çocukluğumun Soğuk Geceleri

-Günler  koptu. Artık geceleri bir ölüm akıyor sokaklara. Kentin evlerinin aralıklarına  doluyor. Boğuluyoruz.

-İktidardaki egemen sınıf ve benim toplumdaki  düzen her gün sayısız kez benim ve benim gibileri vazgeçmeye ve bizi kendisi  gibi olmaya zorladı. Ben bir kezinde aklımı yitirdim, ama kendimi yeniden kendi  elime geçirdiğimde daha da zor yenilebilir durumdayım.

-Birdenbire  çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üslendiğimi ölürcesine algıladım.  Kitapsız, sanatçısız, tartışmasız bir yaşamın özlemi sardı benliğimi.

-Mayakovski’nin aşk özlemi, aşkın kendisine aşık  olmak, tutulmak olduğunu tüm mektupları kanıtlıyor. Özellikle son mektubu.  Tutulmak, bağlanmak istediği kadar bağlıdır. Aslında gerçek tutku.

-Yalnız  yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi  görüyorum.

-Onun, onun  ve onun ve onların yitirdikleri, temelinde benim değil, kendi  yaşamları.

-Babam  ölemiyor, çünkü yaşamaya başladı.

-Kırk  yıldır düşündüğüm halde, düşünmeye zamanım olmadığı duygusundayım.

-(…) Artık  beni benden alsınlar.

– Kültür bir şeye cesaret edebilme  sorunudur. Okumaya cesaret edebilme, bir görüşe inanmaya cesaret edebilme,  görüşlerini açıklayabilme cesaretidir.

-Kültür,  insanlık uğraşısının üst yapısı değil, temelidir.

– Güç  ve korku her zaman yan yanadır.

-Aşk acısı çekmedim hiç, çünkü dünyanın verdiği acı her zaman güçlüydü.

-Dünyanın  acısı olmasaydı taze yeşil yapraklar üzerindeki güneş ışınlarının anlamı olmazdı.

-Yaşadığım  anların, onları yaşarken anıya dönüştüğünü algılar, onları yaşarken  anılaştırırdım. Sonra bunu en güzel biçimde Savinio’da okudum: “Yaşanan an da  anı olacak.”

-İnsanın  başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak  istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.

“İnsanın kendi dünyası dışında  yaşayacağı bir dünya yoktur.”

Tezer  Özlü, Simav’da doğdu. Çocukluğu anne babasının görev yaptığı Simav, Ödemiş ve  Gerede’de geçti. İstanbul’a on yaşındayken geldi. Avusturya Kız Lisesi’ne gitti;  ancak mezun olmadı. 1961′de yurt dışına çıktı. 1962 – 1963 yıllarında otostopla  Avrupa’yı gezdi. Paris’te tanıştığı tiyatrocu ve yazar Güner Sümer’le 1964  yılında evlendi. Birlikte Ankara’ya yerleştiler. Sümer’in AST’ta çalıştığı bu  dönemde Özlü Almanca çevirmenlik yaptı. AST’ta 1963-64 sezonunda Sümer’in  yönettiği Brendan Behan’ın Gizli Ordu oyununda oynadı. Sümer’den ayrılarak İstanbul’a yerleşti. Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967 – 1972 yılları arasında İstanbul’da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde  kaldı. Çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri  Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabında yazdı.

1968 yılında yönetmen Erden  Kıral’la evlendi. Bu evlilikten 1973′te kızı Deniz doğdu. Bir burs alarak  1981′de Berlin’ e gitti. Bu arada Kıral’dan ayrıldı. Kanada’da yaşayan İsviçre  asıllı sanatçı Hans Peter Marti ile tanıştı ve 1984′te Marti’yle evlenerek  Zürih’e yerleşti. Göğüs kanseri nedeniyle 1986′nın 18 Şubat’ında burada  öldü.
Özlü, eski eşi Erden  Kıral’ın Yol filminin çekimi döneminde yaşananları anlattığı filmi Yolda’da  Yelda Reynaud tarafından canlandırıldı.

İlk  kitabı 1963′ten itibaren dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşan Eski  Bahçe’dir. Kitap ilk kez 1978′de basıldı. 1980′de ilk romanı olan Çocukluğun  Soğuk Geceleri yayımlandı. Kendisini derinden etkilemiş üç yazar olan Svevo,  Kafka ve Pavese’nin** izinden giderek yazdığı ikinci romanı 1983′te Auf den  Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) adıyla yayımlandı. 1983 Marburg  Yazın Ödülü’nü kazanan kitap, yazar tarfından Yaşamın Ucuna Yolculuk adıyla  Türkçe olarak bir anlamda yeniden yazıldı ve bu haliyle 1984′te basıldı. İlk  öykü kitabı Eski Bahçe ölümünün ardından, daha sonra yazdığı öykülerle birlikte  Eski Bahçe – Eski Sevgi 1987′de okurla buluştu. Gergedan Dergisi 13. sayısında  yazar anısına bir “fotobiyografi” yayımladı. Günce ve anlatılarından bazı parçalar ise Kalanlar (1990) adlı küçük bir kitapçıkta bir araya getirildi. Bu  kitapta yer alan çoğu Almanca yazılmış metinlerin çoğu, Sezer Duru tarafından  Türkçe’ye çevrildi. Özlü’nün yayımlanmamış senaryosu Zaman Dışı Yaşam da  1993′ten itibaren yazarın tüm yapıtlarını yayımlayan YKY tarafından basıldı. Bu  seride, yazarın dostu Leyla Erbil’e yazdığı mektuplardan oluşan Tezer Özlü’den  Leyla Erbil’e Mektuplar (1995) da bulunmaktadır.


Tezer Özlü’nün çok sevdiği Svevo   ölürken kız kardeşine şöyle seslenmiş: “Ağlama, Letiza, ağlama. Hiçbir şey değil. Ölmek hiç bir şey değil….”

“Çocukluğum. Dün, buz gibi bir gölde,  ördeklerin yüzdüğünü gördüğümde, aklıma Pavese’nin kız kardeşine yazdığı son  mektuptan sözler geldi: ‘Kendimi buzda bir balık gibi hissediyorum.’ Ben de,  kendimi buzda bir balık gibi hissediyor. Söyleyemiyordum.” Tezer Özlü’nün çok  sevdiği Pavese kendisiyle aynı yaşta ölmüştür.
“bu kahrolası yeryüzünün o  büyük yalnızını ne kadar çok seviyorum’ diye anlattığı Pavese gibi. “

Share.

About Author

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn