Boston’da bir bar. 1959 yılının Nisan ayı, iki şair; 26 yaşındaki Slyvia Plath ile 30 yaşındaki Anne Sexton, bir taraftan martini extra dry’larını yudumluyor, diğer taraftan büyük bir doğallıkla intihar girişimlerinden dem vuruyorlar.
Plath 5 yıl önce ölme girişiminde bulunmuş, kurtarılmış, uzun bir tedavi ve üç elektroşoktan sonra yaşama dönmüştü.
Arkadaşı, intihar girişimini ve onu izleyen süreci bir kitapta dile getirmişti bile. O Nisan akşamından tam 4 yıl sonra Plath, iki çocuğunu da odalarına kilitleyip, fırının gazı ile ölmeyi başaracak ve arkadaşı onun için “Slyvia’nın Ölümü” şiirini yazacaktı. Ne var ki, Sexton yazmaya devam edemedi, ’74 yılının bir Ekim akşamı aynen arkadaşının seçtiği yöntemle yaşamına son verdi.
Tek farkla, Sexton bu iş için arabasını kullanmıştı.
Slyvia Plath ve Anne Sexton’un yaşamları ve ölümleri arasında hep paralellik kuruldu. İkisi de Amerikalı, ikisi de eş ve iki çocuk annesiydi. İkisi de daha önce hiç ortaya atılmamış konuların kahramanıydı. Yaşarken aralarındaki en önemli fark, Plath’ın büyük ekonomik güçlükler içinde boğulması, Sexton’un ise çok zengin bir işadamının güzel karısı olmasıydı. Ayrıca Sexton ölümünden önce ünlenmişti, kitapları best – seller olmuş, Pulitzer ödülü kazanmış hatta şiirlerini besteleyen bir soft rock grup kurmuştu. Ama kaderlerini esas ayıran ölüm oldu. Slyvia Plath tüm dünyada ünlenirken, Sexton unutulmaya yüz tuttu.
İki arkadaşın kaderi bugünlerde yine birleşti: Slyvia Plath’ın “Günlük”ü ve Diane Wood Middlebrook’un yazdığı “Anne Sexton Bir Yaşam” adlı kitaplar Avrupa’da aynı anda piyasaya çıkarıldı.
İlahi güçler onları daha fazla ayrı tutamadı!
Anne Sexton’in Sylvia’ya atfettiği iki şiiri vardır Sylvia’s Death ve Wanting to Die..
Sylvia’s Death / Sylvia’nın Ölümü – Anne Sexton
Ah Sylvia, Sylvia
bir tabut dolusu taş ve kaşıkla
iki çocuk, iki meteorla
küçük bir oyun odasında başıboş geziniyorsun.
çarşaftaki ağzınla,
çatıdan gelen huzmeleri içinde,dilsiz duanın içerisinde,
Sylvia, Sylvia
devonshire’dan
bana yazdıktan sonra,
patates yetiştirmek
ve arıcılık yapmak hakkında,
nereye gittin?
neye tutundun,
ve nasıl içine yatıp uzandın?
“Hırsız-
nasıl içine doğru süründün?
yalnız başına emekledin
ölüme doğru,benim uzun zamandır çok fazla arzuladığım?”
ölmek için ikimizin de çok geç kaldığını söylemiştik,
o bizim sıska göğüslerimizin üzerine
giyindiğimiz şey,
o bizim her zaman sıkça bahsettiğimiz şey.
Boston’da üç ekstra sek martini devirdik
psikanalistlerin ve tedavilerin bahsettiği ölüm mü,
entrikacı gelinler gibi adından bahsedilen ölüm mü,
içtiğimiz ölüm,
güdüler ve sessiz hareketler mi?
Boston’dayken
taksilerde
ölen gezinti,
evet yine ölüm,
sevgilimizle eve giden ölüm.
Ah Sylvia, uykulu davulcuyu hatırlıyorum
gözlerine eski bir hikayeyle vuran,
nasıl istemiştik onun gelmesini
bir sadist ya da bir new york perisi gibi
işini yapmak için,
bir ihtiyaç, duvardaki bir pencere ya da karyola gibi
ve beklediği zamandan beri
kalbimizin altında,yük dolabımızda,
ve şimdi onu yüklüğe kaldırdığımızı görüyorum.
yıllar yıllar sonra, eski intiharlar.
ve anlıyorum ki senin ölüm haberindeki tad
korkunç, tuz gibi,
ve ben,
ben de.
ve şimdi, Sylvia,
sen yine,
ölümle yine,
sevgilimizle eve giden.
ve sadece diyorum ki
o taştan yere uzanmış kollarımla,
senin ölümün nedir ki
eski bir aidiyetten başka,
şiirlerinden birine düşen
bir köstebekten başka?
ah arkadaşım,
ay kötüyken,
kral gitmişken,
kraliçe aklının sınırındayken
sopa böceği şarkı söylemeli!
oo küçük anne,seni!
oo tuhaf düşes!
oo sarışın şey.”