Rönesans Dönemindeki Resim Sanatı
Rönesans Sanatı Avrupa’da 14. yüzyılın sonuyla 15. ve 16. yüzyılı kapsayan bir bilim ve sanat dönemi. Ortaçağdan sonra, hümanizmin etkisiyle ortaya çıkan Rönesans dönemi, eski Yunan ve Roma kültürünü canlandırmayı amaçladı. Rönesans, yeniden doğuş anlamına geliyor. O dönemde, anlamına uygun olarak, bilim alanında, sanat alanında çok önemli gelişmeler yaşandı. Dinsel bağnazlıklar yerini, yeni ve gerçekçi düşüncelere bıraktı. İdeal güzellik kavramı ortaya çıktı. İnsan ideal güzellik kavramı içinde ve ideal boyutlarda işlendi. Özellikleri:
Erken Rönesans Dönemi:
- Tek kaçma noktalı perspektif ilk kez uygulandı.
- Sanatçılar, içerikten çok biçimle ilgilendiler.
- Figürün kompozisyon içindeki yeri önem kazandı.
- Sanat, yeniliklere açıldı.
- İnsanın anatomik yapısını inceleyerek, doğru tasvir etmeyi amaçlayan Leonardo da Vinci, döneme damgasını vuran isimdi. Özellikle “Son Akşam Yemeği” tablosu… Temsilcileri: Leonardo da Vinci, Masaccio, Fra Angelico, Belliniler dönemin önemli sanatçılarıydı.
Yüksek Rönesans Dönemi:
15. yüzyılda resimde uyum ve dengenin sağlanması ve harekete yer verilmesi önem kazandı. • Çizgisel perspektif geliştirildi. • Rafaello, Madonna resmiyle ideal güzelliği çok net bir biçimde yükseltti.Michelangelo ise insan gücünü ön plana çıkarttı.
Temsilcileri: Michelangelo, Raffaello ve Tiziano
Sözcük genel anlamda, İtalya’da l5.yyda başlayan ve 16.yyda doruk noktasına ulaşan entelektüel bir etkinliği içermektedir. Rönesans terimi ilk kez l5.yyda “klasik öğretinin yeniden doğuşu”nu tanımlamak üzere kullanılmış daha sonra vasari’nın 1550 tarihli ünlü Le Vite de piu eccelenti arcbitetti, pittori, e scultari italiani… (En Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykelcilerin Yaşamları) adlı kitabında “sanatların yeniden doğuşu” anlamında ele alınmıştır. Daha sonra bu “yeniden doğuş” düşüncesinin sistemli bir biçimde geliştirildiği izlenmektedir. Terimin anlamının edebiyat ve sanat etkinliği olarak belli bir dönemi içermesi ve yaygınlaşması 18.yyda başlamıştır. Fransız yazar Jules Michelet (1798-1874) Fransız tarihinin bir bölümüne La Renaissance (1855; Rönesans) adını vermiş, RUSKINse The Renaissance Period (Rönesans Dönemi) ifadesini The Stones of Venice (1851; Venedikin Taşları) adlı yapıtında kullanmıştır. Bir süre sonra 1860 ta İsviçreli sanat tarihçisi Jacob Burckhardt (1818-97) İtalyada Rönesans kültürünü organik bir bütün olarak tanımlamıştır.
Ona göre, “dünyanın ve insanın keşfi” klasik edebiyatın yeniden doğuşundan çok, insan düşüncesinin yeni atılıma bağlıdır. Terimin böylesine geniş tanımlanması, dönemin sınırlarının çizilmesini özellikle zorlaştırmaktadır. Eğer “dünyanın keşfi” sanatta DOĞALCILIK anlayışına doğru bir gelişme anlamına kullanılırsa, benzeri eğilimlerin genelliklegotik olarak tanımlanan 13.yy Fransız sanatında da izlendiği öne sürülebilir. Ancak, burada “Rönesans” sözcüğü tanımlanırken, klasik değer ölçülerine bilinçli olarak yeniden dönüş ve klasik örneklerin bilinerek ve istenerek taklit edilmesi gerçeği üzerinde durulmuştur. Rönesans, kaynağını Antik Çağdan alan 14.yy hümanizminin dereceli gelişmesinin bir sonucudur. Bu yeniden buluş çağı, geçmişin ve insan saygınlığının, sanatçı kişiselliğinin de yeniden bulunduğu dönemdir. Rönsans’ın İtalya da ortaya çıkışının başlıca nedeni 15.yy’da ülkedeki ekonomik can1anmadır. Yeni dünya görüşünün güç kazanmasında hümanistler kadar, Floransa, Cenova ve Venedikli banker ve tüccarların da büyük rolü olmuştur. Edebiyat, felsefe, sanat ve siyaset alanlarında ortaçağ kavramlarının değişmesi, yeni bir dünya görüşünün değer kazanması anlamını içeren Rönesans terimi, yalnızca İtalyan toplumuna ait değildir. 15. ve l6.yylarda genel anlamıyla tüm Avrupa ülkeleri için geçerlidir. İtalyan Rönesansı; Erken Rönesans (1410-20’den 15.yy sonuna kadar) ,Yüksek (Olgun) Rönesans (16.yy’ın l.yarısı) ve Geç Rönesans (16.yyın 2.yarısından 17.yya) olarak başlıca üç bölümde incelenmektedir.
İtalya dışında İSPANYA, Portekiz, FRANSA, Filandre Belçika, Almanya, İngiltere, İskandinavya ve Doğu Avrupa ülkeleri, Rönesans hareketinin görüldüğü başlıca ülkelerdir. İtalyada 15,yyın mimar ve heykelcileri, örnekleri kalıntı halinde de olsa, antik parçalardan hareket etmişlerdi, Oysa benzeri bir durum resim sanatı için geçerli olamamıştır; çünkü geçmişten, resim alanında hiçbir şey kalmamıştı, Bu koşullar altında, Rönesans dönemi ressamlarının, antik etkileri dolaylı yoldan edindikleri görülmektedir. Bu sanatçılar, geçmişte olduğu gibi çağlarında gerçekleştirilen Rönesans mimarlığını da (mimarlık üsluplarını, sütun ve sütun başlıklarını, yuvarlak kemerleri, Roma zafer taklarını) resimlerinde kullanmışlardır. Yapıtlarında, figürler çoğu kez Roma dönemi giysileri içinde betimlenmiştir, Heykel dalında olduğu gibi, resimde de ÇIPLAK yeniden gündeme gelmiş, mitolojik konuların yanı sıra PORTRE dalı önem kazanmış, ayrıca tarihsel doğruluk gözetilmese de tarihsel konulu resimler yaygınlaşmıştır, Rönesans kompozisyonlarında figürlerin resmin ön planında, geometrik şemalar içinde yerleştirildiği, ister çok figürlü bir düzenleme, ister portre dalında olsun, geri plandaki öğelerin perspektif yardımıyla resmin içine doğru geliştirilerek insan figürünün ön plana çıkarıldığı, anlatımın figür üzerinde yoğunlaştığı izlenmektedir, Bu dönemde, insan vücudunun doğru çizilmesi, çeşitli hareketlerin gerçekçi biçimde yansıtılması, botanik bilgisi, insan ve hayvan anatomisi, hacimlendirme ve perspektif, resim atölyelerinde üzerinde en çok durulan konular olmuştur. FRESK ve TEMPERA 15,yyda geçerliğini korumuştur, Yüzyılın İkinci yarısında, bazı panolarda YAĞLIBOYAyla tempera karışımının kullanıldığı, 16,yyda yağlıboyanın daha da yaygınlaştığı görülmektedir.
Rönesansın Nedenleri
*Ortaçağın sonlarına doğru kültür ve sanatta önemli bir birikimin oluşması.
*Avrupanın İspanyada Endülüs Emevi Devleti ve Sicilya aracılığı ile İslam Medeniyetini tanıması.
*Matbaanın geniş kullanım alanına girmesiyle yeni buluş ve düşüncelerin yayılması.
*Avrupada kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkârları himaye eden varlıklı kişilerin (mesenlerin) ortaya çıkması.
*Coğrafi Keşiflerden sonra zenginleşen Avrupada, sanattan ve edebiyattan zevk alan bir sınıfın ortaya çıkması.
*Antikçağ (Eskiçağ) eserlerinin incelenmesi.
*İstanbulun fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerin İtalyaya göç ederek eski Yunancayı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları. Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında İtalyada başlamıştır. Rönesansın ilk önce İtalyada başlamasında; İtalyanın coğrafi konumu, ekonomik durumu, dini ve tarihi önemi, siyasal durumu ve İslam Medeniyetinden etkilenmesi önemli rol oynamıştır. İtalyada Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında Hümanizma ile başlamıştır. Hümanizma; Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Ortaçağın skolastik düşüncesine karşı Avrupada doğup gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü, insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan bir doktrindir. İtalyada Eskiçağdan kalan antik eserleri incelemek ve benzerlerini yapabilmek amacıyla akademiler kurularak Yunanca, Latince ve İbranice metinler incelendi. Hümanizma, insanın kendini tanımasına, yasalarını yapmasına ve haklarını korumasına zemin hazırlamıştır. Rönesansın Sonuçları
*Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı.
*Skolastik düşünce yıkıldı. Düşüncede serbest bir ortam doğdu. *Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı. *Kilise zayıfladı. Bu durum Reform Hareketlerini başlattı.
*Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkeleri öne geçti.
*Avrupada insan faktörü öne çıktı Rönesans ortaçağ ile yeniçağ arasında (Özellikle 17. yüzyıla kadar) yaşanmış olan bir çağdır. Daha kesin bir ifade ile bir geçiş dönemidir. Yeniden uyanış, yeniden doğuş anlamında kullanılan bir isimlendirme bu çağ için çok uygundur. Çünkü bu çağ her bakımdan yepyeni düşünce ve yaklaşımların, anlayış ve uygulamaların (Sanat, felsefe, din konuları üzerinde) ortaya konduğu ve yepyeni bir insan olgusunun tarih sahnesine çıktığı çağdır. Rönesans bir yeniden yapılanma hareketi olmasına karşın hemen hemen işlediği bütün konu ve sorunlarda Antik çağ felsefesini temel ve örnek almış, onu yeniden inceleyip, değerlendirmiştir. Antik çağ felsefesinden çok şey öğrenmiş, bu felsefe ile pişmiş ve sonraları kendinden de öğeler katarak geliştirmiş ve kendisinden sonraki 17. yüzyıl ve yeniçağ felsefesinin hizmetine sunmuştur
RÖNESANS DÖNEMİNDE RESİM SANATI
15. ve 16. yüzyıllar arasında Avrupa’da bilim, sanat ve kültür alanında “yeniden doğuş” olarak tanımlanan Rönesans’ın damgasını vurduğu bir dönem oldu. Bu dönemde özellikle İtalya’da hemen hemen her kent kendi sanat anlayışını ve üslubunu geliştirdi, kendi sanatçılarını yetiştirdi. Önce İtalya’da, Floransa kentinde filizlenen Rönesans, zamanla öteki kentlerde ve ülkelerde de etkisini gösterdi. Floransa’yı yeni düşüncelerin ve gelişmelerin merkezi yapan mimar Filippo Brunelleschi ve heykelci Donetello’ydu. Masaccio’nun yapıtlarıyla bu yeni gelişmeler kısa sürede resme de yansıdı. Rönesans’ın resim sanatına en büyük katkılarından biri perspektif kurallarının saptanması ve bu sayede resimlerde derinlik duygusunun verilebilmesiydi. Resimlerde matematikçilerden öğrendiği perspektif kurallarını uygulayan Masaccio, aynı zamanda ışıkla ilgili çalışmalar yaptı. Tablolarında, ışık en yakın pencereden geliyor ve üzerine vurduğu tüm figürleri sarıyormuşçasına, doğal ve ferah bir atmosfer yaratmayı başardı. Anatomi biliminden yararlanarak insan vücudunu gerçekçi bir biçimde çizdi. Masaccio’nun yakın izleyicilerinden biri de Paolo Uccello’ydu. Perspektif kurallarını öğrenen Uccello’nun figürleri canlı ve hareketliydi. Hayvan resimleri yapmayı seven sanatçının seçtiği konular da çok çeşitliydi. Bir başka Rönesans sanatçısı olan Fra Angelico, tanrıya duyduğu sevgi ve hayranlığı, ayrıntıların gözden kaçırılmadığı, göze hoş gelen renkleriyle bol ışıklı resim ve fresklerde dile getirdi. Floransa, İtalya’nın her yanından gelen sanatçıların toplandığı canlı bir kültür merkeziydi. Kente Umbria’dan gelen Piero della Francesca aynı zamanda bir matematikçiydi. Bu özelliği resimlerindeki güçlü perspektifte ve mekân yapısında kendini gösterdi. Resimlerin arka plânında kusursuz güzellikte görkemli yapılar, önde ise heykel görünümünde insanlar yer alıyordu. Bu dönemde sanatçılar kiliselerin ve varlıklı ailelerin koruması altındaydı. Floransa kentinin de yönetimini elinde bulunduran zengin ve soylu Medici ailesinin koruması altında çalışan sanatçılardan en ünlüleri, İlkbahar ve Venüs’ün Doğuşu tablolarıyla Sandro Botticelli, Mona Lisa’sıyla belleklerden silinmeyen Leonardo da Vinci, daha yaşarken çağının en büyük sanatçısı olarak belirlenen Michelangelo ve “ressamların prensi” olarak anılan Raffaello’ydu. Bu sanatçılar insanı merkez alan yapıtlarında ışık ve perspektifi olağanüstü bir ustalıkla uyguladılar. Resim sanatını ve güzellik kavramını doruk noktasına ulaştıran Rönesans sanatçılarının resimlerindeki en çarpıcı özellikler fon ve figürler arasındaki yumuşak renk geçişleri, figürlerin gerçeğe uygunluğu, aralarındaki kusursuz uyum, bütünlük ve anlatım gücüydü. Giovanni Bellini’yle birlikte çalıştığı sanılan Giorgione ve Tiziano, Venedik Okulu’nun gelişmesine önemli katkıları olan sanatçılardandır. Venedikli ressamların yapıtlarını Floransalı ressamlarınkinden ayıran en belirgin
İTALYA’DA RÖNESANS SANATI
(Leonardo Da Vinci, Son Akşam Yemeği) Rönesans, sanat ve kültürle ilgilenen herkesin sık sık karışlaştığı sözcüklerden biridir. İtalyanca rinascimento sözcüğünden kaynaklanan bu terim, dilimizde “yeniden doğuş” anlamına geliyor. Rönesans genelde, 14-16. yüzyıllarda İtalya’da klasik modellerin etkisi ile sanat ve yazın alanındaki canlanış olarak tanımlanır. Daha 1550’de, sanat tarihçiliğinin öncüsü sayılan Giorgio Vasari (1511-1574), sanat alanındaki bu canlanışı tanımlamak için “rinascita” sözcüğünü kullanmıştır. Ama deyim bugünkü anlamda kullanımını, büyük oranda Jacob Burchardt’ ın ilk kez 1860’da basılan “İtalya’da Rönesans Kültürü” adlı yapıtına borçludur. Rönesans, Burchardt’ ın da değindiği gibi, İtalya’da yalnız sanat alanında görülmez; sosyal yaşantının bütün dallarındaki hareketliliği, canlanışı içerir. Rönesans günümüzde klasik Avrupa sanatını başlatan dönem olarak benimseniyor. 15. yüzyıla değin Avrupa’da Ortaçağ’ın sembolik dünya görünüşü egemendi. Soyut, tartışmaya kapalı bir düşünce sistemi söz konusuydu. Bu durum, doğal olarak sanata da yansımıştı. Daha çok Kutsal Kitap’tan alınan konular, şemalara bağlı ve sembolik bir dille anlatılıyordu. Daha da önemlisi, Ortaçağ’ın sanat dalları arasında Güzel Sanatlar diye adlandırdığımız resim, heykel ve mimari yer almıyordu. Ortaçağ’ın “Yedi Sanat”ını (Trivium ve Quadrivium) Diyalektik (mantık), Gramer, Retorik (söylev sanatı) ve Aritmetik, Geometri, Astronomi, Armoni (genel anlamda müzik sanatı) oluşturmaktaydı. Resim ve heykel ise zanaatla ilgili görülüyor, bu alanlarda çalışanlar da zanaatçı olarak adlandırılıyordu. 15. yüzyıldan itibaren ise düşünce alanında, ilkçağ anlayışının etkileri görülmeye başlanır. Büyük düşünürlerin yapıtları İtalyanca’ ya çevrilir, ilkçağ mitolojisindeki öyküler Hıristiyanlığa uyarlanır. Bu arada resim, heykel ve mimari, yapılan kuramsal çalışmaların da etkisiyle sanat niteliği kazanmaya başlar. İlkçağ felsefesinin de etkisiyle, insanı “Küçük evren” (micro cosmos) olarak gören hümanist anlayış gelişir. Bu değişim, ekonomik bir temele de dayanmaktadır. Zenginleşen kent dükalıklarında klasik sanat eğitimi görmüş patronların egemenliği, Rönesans’ın oluşmasında hayli etkili olmuştur. Özellikle Rönesans’ın beşiği Floransa’daki Medici ailesi, sanatın en büyük koruyucusuydu. Çeşitli alanlarda pek çok sanatçıyı barındıran Floransa, bir bankerlik merkezi haline gelirken kuzeyde Venedik de özellikle doğuya açık deniz ticaretinin en önemli limanı olmuştu. Sanatsever prenslerin de desteğiyle sanatçılara tüm olanaklar sağlanıyor, Roma’da ilkçağ kalıntıları üstüne kazılar yapılıyordu. Bu kazılarda çıkan buluntular prenslerin saraylarında sergileniyor, sanatçılar bunlardan yararlanıyorlar, ilkçağdaki oranlar ve düzenler konusunda çalışmalar yapıyorlardı. Euclid’ den beri bilinen “Altın kesim”, 15. yüzyılda sanat yapıtlarının temel ilkesi durumundaydı. Rönesans’la birlikte önemli bir gelişmeye daha tanık oluruz.
İtalya, ispanya, Fransa, Orta çağda İtalya roman sanatı formlarını benimseyerek uygulamış, çok yaygın olan gotik mimarlığa öncelik tanımamıştır. Resim sanatında ise Bizans sanatı mozaik ve freskleriyle,uzun süre, İtalya’da geçerli olmuştur. Ravenna, Milano, Roma ve Sicilya’daki dinsel yapılar Bizans mozaik ve freskleriyle süslenmiştir. Venedik ise başlı başına bir Bizans sanatı merkezi haline gelmiştir. İnsan ve eşyayı mekan içinde değerlendirme şekli tanımlanana natüralizm ve onun gereği olarak, sanatta ve özellikle resim sanatında hacim, gölge – ışık ve perspektif uygulamaları Avrupalı sanatçıların Ortaçağ sanatlarından yavaş yavaş ayrılmalarıyla mümkün olabilmiştir. Bu basit bir sanat olayı değil, zihinsel bir gelişmenin ifadesidir. Ortaçağ sanatında büyük ölçüde egemen olan mistisizm ve sembolizm bu çaba ile sona erdirilmiştir.
ORTAÇAĞ VE RÖNESANS’IN KARŞILAŞTIRILMASI
Öncelikle Ortaçağ felsefesinde filozoflar Tanrı ile yarattıkları arasında aşılmaz bir mesafe olduğunu savunurlar. Rönesans filozoflarına göre ise Tanrı ile yarattıkları bir bütündür ; doğa Tanrı’nın bir açılımıdır. Ortaçağ’da doğa önemsiz bir varlıktır. Rönesans’ta ise bunun tam tersi olarak kendisine doğruca yönelinen kutsal olan ,bilinmeyen büyük bir dünyadır.Ortaçağ felsefesi de bu dönemdeki diğer bütün şeyler gibi dine dayalıdır. Amacı dinin ortaya koyduğu gerçekleri daha da güçlendirmektir. Rönesans felsefesi ise kendisine amaç olarak kendini aramak, kendini her türlü bağlılıktan kurtarmak ve yalnız kendine dayanmayı seçmiştir.
Ortaçağ’da kendi içine kapalı bir felsefe vardır. Bu dönemde Antik Çağ’ın düşünce sistemi üzerine gölge düşürmüştür. Rönesans’ta ise bu Antik Çağ’ın çok renkli düşünce sistemi yeniden ortaya çıkmıştır.Ortaçağ filozofları din adamlarıdır. Onlar için doğru zaten açıktadır, aranmasın gerek yoktur. Hazır olana daha sağlam temeller yapmak için uğraşmışlardır. Rönesans filozofları ise genellikle araştırmacılar ve yazarlardır. Elindeki hazır olanı gizleyerek ;sağlamlaştırmak ,sistemleştirip yeniden yaratmak amacı gütmüşlerdir.En önemlisi Ortaçağ’da düşünce birliği vardır. Herkes aynı amaç için aynı yolu takip etmiştir. Rönesans’ta ise doğruya ulaşmanın yolu çok çeşitlidir.Kısacası bu iki dönemde birbirinden farklı gelişmeler yaşanmıştır. Ortaçağ tamamen dinin boyunduruğu altında geçmiş ve bu nedenle kültürel ve düşünsel gelişme açısından çok fakirdir . Rönesans’ta ise bunun tam tersi olarak tam bir kültür patlaması yaşanmıştır. Felsefe din adamlarının boyunduruğundan kurtulmuştur.
Rönesans Dönemindeki Tablolar
THE WEDDING AT CANA
GIOTTO DI BONDONE 1267 – 1337 İTALYA
1303 – 1306
Rönesans’ın yaratıcılarından Giotto di Bondone, ölümünden sonra yıllarca tarih sayfalarında kalacak kadar yetenekli bir ressam olarak anıldı. İtalyan tarzını stilize etmesi ve Bizans sanatını resimlerinde harmanlaması, başarısının asıl sebebi oldu. Kendi kişiliğini sanatına yansıtan ilk sanatçılardan biri. Sanatçı, İncil’den aldığı sahneleri, insan psikolojisini ve duygularını, doğallıkla buuluşturarak resimlerine hayat verdi. En büyük eseri kabul edilen ‘The Arena Chapel – The Wedding at Cana’da bir mucize yaratan Giotto, İsa ve Meryem’in hayatlarını konu alan frenaslerini bölümler halinde duvara çizdi. Resimleri izleyenlerin, gerçek bir olayın içindeymiş gibi hissetmelerini sağladı. “he Wedding at Cana” insan yüzlerine ifade katılan bir eserdir.
Rain, Steam and Speed – Yağmur, Buhar ve Hız
Joseph Mallord William Turner
1775-1851
İNGİLTERE
1844
Joseph Mallord William Turner, 1789’da Kraliyet Akademisi’ni bitirdikten sonra İngiltere’yi gezdi ve seyahatleri sırasında onlarca deftere, hem notlar aldı hem küçük çizimler yaptı. Çalışmalarının ilk meyvelerinde, suluboya ve yağlı boya kullanmasına rağmen sonunda yağlı boyada kendini bulduğunu anladı. 1819’da İtalya’ya yaptığı ilk seyahatten sonraki bazı eserlerinde klasik döneme ait izler bulunur. ‘Rain, Steam and Speed’ adlı eserinde ise empresyonizmin ilk izleri görülür. Geride, 300’den fazla yağlıboya eser bırakan İngiliz ressam, modern resmin de öncüsü kabul edilir. En ünlü tablosu olarak bilinen ‘Rain, Steam and Speed’de, Büyük Batı Tren Yolu’nu resmeden sanatçı, sanayi devriminden sonra değişen ve hızla farklı bir yöne gden topluma bir gönderme yapar. Belli belirsiz resmedilen tren, buhar, hız ve yağmurun arasında flulaşarak yol alır.
THE TRIBUTE MONEY
TOMMASO MASACCIO 1401 – 1428 İTALYA
1425 – 1427
Tommaso Masaccio, insan vücudunun tüm hatlarına ve kıvrımlarına daha önce görülmemiş bir biçimde hareketlilik kattı. Bu başarısı nedeniyle döneminin en parlak sanatçılarından biri olarak sanat tarihinde yerini aldı. Özel perspektifi, ışıklandırması ve resme kattığı canlılık, eserlerindeki gerçeklik hissini artırdı. Dağınık bir karakteri olmasına karşın, resme olan tutkusunu ve disiplinini hiçbir zaman kaybetmedi. Brancacci Şapali’ne çizdiği ‘The Tribute Money’ frenksindeki renk canlılığı ve hareketlilik ile gerçekçilik duygusunu hissettirdi. Eserde, Floransa okulunda genel olarak kullanılan yaygın ışık tekniği kullanılmıştır ve bütün kompozisyon aydınlıktır.
PORTRET van GIOVANNI ARNOLFINI EN ZIJN VROUW
Arnolfinin’nin Evlenmesi
Jan van Eyck – 1389-1441 – HOLLANDA
1434 Dönemin en ünlü sanat okulu olarak bilinen Brugge’de eğitim aldı. Yağlı boya resimleriyle ünlenen Flaman ressam, kısa sürede Rönesans döneminin önemli sanatçılarından oldu. Renkleri kullanma biçimiyle adından söz ettiren sanatçı, portre ve dinsel konulu resimlerde ön plana çıktı. Orta Çağ sanatçılarından sıyrılarak, yağlı boya tekniğini geliştirdiği ve bu teknikte çığır açtığı bilinir. Portredeki başarısı ve reçine üzerine boya dökerek elde ettiği renkler sayesinde kısa sürede üne kavuştu. Eserleri ekspresyonizmin etkisinde kaldı. Özellikle portrelerindeki detaycı yanı, ressamı ustalar arasına taşıdı. En ünlü tablosu ‘Arnolfini’nin Evlenmesi’, resim tarihi açısından da bir ilk olma özelliğine sahiptir. Arnolfini çiftini resimlediği tablo, evlenme anının resmedilmesi nedeniyle, bir nevi ‘evlilik cüzdanı’ niteliğindedir. Eseri bu kadar önemli kılan detay ise ayna. Duvardaki ayna, müthiş bir akis tekniğiyle anı derinleştirmek için kullanılmış. Aynaya dikkatlice bakıldığında, Van Eyck’ın da resmin içinde olduğu görülür. Ressam, kendini ‘an’a dâhil ederek, resim sanatına farklı bir boyut kazandırdı.
TUIN DER LUSTEN – Zevkler Bahçesi
Hieronymus Bosch – 1450-1516
HOLLANDA
1480-1490 Rönesans’ın Kuzey’deki temsilcilerinden biri olarak tarihe geçti. Tüm yapıtlarını, dönemin kralları ve asilleri satın aldı. Muhteşem alegorik, mistik ve fantastik işlere imza attı. Tablolarında melekler ve şeytanlar, canavarlar ya da gerçeküstü, hiç görülmemiş, resmedilmemiş yaratıklar çizdi. Yaşadığı döneme göre farklı tarzı olmasına rağmen, sonraki kuşaklarda anlaşılacak sürrealizm akımının öncüsü oldu. Sigmund Freud eserlerini incelediğinde, Bosch’un gece kâbuslarını ahşap üzerine resmettiğini savundu. Kendi hayatında karamsar olmasına ve acı dolu bir dünyada yaşadığına inanmasına karşın, resimlerinde müthiş bir renklilik ve mutlu ifadeli insanlar yansıttı. Sanat tarihine eşsizliğiyle geçen ‘Zevkler Bahçesi’ adlı eserinde, bütün kuralları yıkarcasına resmettiği çıplak insanların keyifli anlarını, fantastik bir öykü içinde verdi. Tabloda, bir yanda dünya nimetlerinden zevk alan insanlar, diğer yanda günahları yüzünden cezalandırılanlar dikkat çekiyor. Tablo aynı zamanda Orta Çağ insanında hakim olan karabasan ve ölüm düşüncesine de vurgu yapıyor.
BIRTH OF VENUS – Venüs’ün Doğuşu
Sandro Botticelli – 1445-1510
İTALYA
1485
‘Küçük Fıçı’ lakabıyla anılan ünlü İtalyan ressam Botticelli, Fra Lippo Lippi’nin yanında resim ve geometri dersleri aldı. Yeteneği sayesinde, 1480’de, Sistina Şapeli’nde, kendi fresklerini çizmeye başladı. İlk çalışmalarında dinsel, mitolojik ve alegorik etki görülse de, Botticelli, aslında güzelliğe tutkun bir sanatçı olarak ön plana çıktı. Çevresi tarafından da bilinen kaygılı mizacı, sanatına yön vermesinde etkili oldu. Döneminin sanatçılarından, tablolarındaki zengin ayrıntıları, uzun boylu ve ciddi insan ifadeleri ile fark yaratmayı başardı. 1485’te yaptığı ‘Venüs’ün Doğuşu’ adlı eseriyle, kariyerinde üst basamaklara tırmandı. Yapıtta, tanrıça Venüs’ün bir deniz kabuğundan doğduğu ve çıplak güzelliğiyle etrafındakileri büyülediği an resmedilir. Botticelli’nin Venüs tasviri, diğer sanatçılardan farklı olarak biraz erotiktir. Göğsünü ve cinsel organını tam kapatamamış olması dikkat çekicidir. Bu kapatma biçimi sonra birçok heykeltraş tarafından taklit edildi. Sanatçının diğer eserlerinden bazılarının yakıldığı, ancak yasak olmasına rağmen pagan etkisi taşıdığı açıkça görülen bu eserine dokunulmadığı bilinir.
SCHOOL OF ATHENS – Atina Okulu
Raffaello Sanzio – 1483-1520
İTALYA
1510
İtalyan Rönesansı’nın önemli ressamlarından Raffaello Sanzio, ilk eğitimini Urbino Kontu’nun saray ressamı olan babasının atölyesinde aldı. Sonra Perugino’nun yanına çırak olarak girdi. 16 yaşında yaptığı ‘Havva’nın Yaratılışı’ ve ‘Trinite’ tablolarıyla dikkat çekti. 1504’te Floransa’ya taşınan sanatçı, en ünlü eserlerinden ‘Bakire ve Çocuk’u burada tamamladı. Genç yaşta bu denli yetenekli olması sayesinde ünü hızla yayıldı ve Papa Julius tarafından Roma’ya davet edilerek, Vatikan Sarayı’nın ressamlarından oldu. Michelangelo ve da Vinci’nin figürlerinden ve kompozisyonlarından etkilendi. Resmettiği teolojik, felsefi ve lirik tablolarda hep bir sakinlik hâkimdir. Raffaello, kariyerindeki en önemli eseri ‘Atina Okulu’ freskinde, eski Yunan filozoflarını tasvir eder. Tam ortada yan yana Eflatun, Aristo ve Sokrates bulunur. İdealar dünyasından mutlak düşünceye kadar felsefenin büyük argümanlarının içinde saklandığı eserde ressam, sanat çevresine rüştünü ispat etti. Raffaello, 37 yaşında soğuk algınlığından hayatını kaybetti.
CREATION OF ADAM – Adem’in Yaratılışı
Michelangelo Buonarroti – 1475-1564
İTALYA
1511
Rönesansın ve maniyerizmin (özenticilik) büyük sanatçısı, ressam, mimar ve heykeltıraş Michelangelo, Ghirlandaio Kardeşler’den dersler aldı. Çok geçmeden önemli bir yetenek olduğu fark edilen sanatçı, 1490’da Floransa’nın hükümdarı Lorenzo De Medici için heykeller yapmaya başladı. Rüştünü kanıtladığı ünlü eseri ‘Davut’ heykelini yaptığında 26 yaşındaydı. İnsan formunu her açıdan yeniden yaratmak için, kadavralar üzerinde çalıştığı bilinir. İdealleşmiş insan boyutuna ulaşma arzusu, onu insan tasvir ettiği resimlerde benzersiz kıldı. Klasik dönemden izler taşımasına rağmen, Rönesans’a büyük bir katkı sağlayan ressam, derinlikte perspektif olgusunu, kendi tarzını katarak özel bir yere oturtmuştur. Kendini heykeltıraş olarak tanımlayan Michelangelo’nun en önemli eserlerinden ‘Adem’in Yaratılışı’, yaratılış efsanesindeki büyük ayrılmayı ve birbirine ancak parmak ucu kadar yakın ama bir o kadar ayrı düşmüş Tanrı ve Adem’in hikâyesini konu alır. Hıristiyanlıkta Tanrı’nın Adem’e hayat üflemesinin betimlendiği sahnede, bir birine değen işaret parmakları, Tanrı’nın Adem’i kendi suretinden yarattığına gönderme yapar.
VENUS AND ADONIS
Tiziano Vecellio – 1477-1576
İTALYA
1553
Dinsel ve mitolojik sahneleri tasvir ettiği resimleri Tiziano’nun, başarısına başarı kattı. İlk dönemlerinde mozaik sanatıyla ilgilense de, Bellini kardeşlerin atölyesine girince yağlı boya resimlere yoğunlaştı. 1510’da, Padova’da yaptığı büyük freskler sayesinde Venedik Cumhuriyeti’nin baş ressamı olarak işe alındı. Bir yere bağlı kalmayı sevmediğinden, sürekli seyahat ederek gözlemler yaptı. Çalışmalarında tarihi sahneler, mitoloji ve aşk başrol oynadı. En ünlü tablolarından ‘Venüs ve Adonis’; Adonis’in, Venüs’ü terk ediş efsanesini konu alır. Venüs, köpekleriyle beraber gitmeye çalışan genç Adonis’i engellemeye çalışırken resmedilir. Efsaneye göre aşık olduğu Tanrı Adonis’i durdurmaya çalışan Venüs’ün çıplak bedeni ilgi çekicidir. Tabloda sadakati simgelemek için köpek figürü kullanan ressam, hemen ağacın dibinde uyuyan ve bu dramatik ayrılıştan habersiz bir meleğe de dikkat çeker.
THE DEATH OF VIRGIN – Meryem’in Ölümü
Michelangelo Merisi da Caravaggio – 1571-1610
İTALYA
1601-1605
Soyadını, doğduğu köyden alan İtalyan ressam Caravaggio, Roma’ya gitmeden önce Milano ve Venedik’te eğitim aldı. Işık ve gölge kullanımı ile barok akımının en özgün sanatçılarından oldu. İlk eserlerini, Lotto ve Savoldo gibi sanatçılardan etkilenerek yaptı. Bir dönem Tiziano’dan eğitim aldı ve bu yolla Venedik Okulu ile ilişki kurdu. Roma’da kaldığı sırada daha çok, başta kendininki olmak üzere portreler, ölü doğa ve meyve resimleri yaptı. Doğalcılığın yanı sıra ışık ve renklerinde, neredeyse realizm akımının etkileri görülür. Son dönem eserlerinde dinsel sahneleri resmetti. Tam bir ustalık meyvesi olan ‘Meryem’in Ölümü’ tablosu, Caravaggio’nun ışık ve gölge konusunda dâhiyane olduğunun ve resimsel düzlemi, dramatik bir stilde ele alışının göstergesidir. ‘Meryem’in Ölümü’nde ressamın çağdaşlarından farklı olarak gölgelere önem vermesi, dramatik anı tıpkı bir teatral sahne gibi algılaması tabloyu önemli kılar.
THE RAPE OF THE DAUGHTERS OF LEUCIPPUS – Leuccipus’un Kızlarının Kaçırılışı
Peter Paul Rubens – 1577-1640
Hollanda
1618
Sanatçı, belli aralıklarla Tobias Verhaecht, Adam Van Noort ve Otto Vaenius gibi öğretmenlerden ders aldı. İtalya ve İspanya’ya seyahatlere çıktı, bazı kiliselerde resim yapma fırsatı buldu. İtalya’da yakından incelediği Michelangelo ve Tiziano’nun eserlerinden etkilendi. Zamanla yeteneğini geliştiren ve aynı zamanda bir sanat taciri olan Rubens, çok geçmeden barok tarzının ünlü ressamları arasına girdi. Birçok zengin tüccarın ve soylunun portrelerini yaparak, tanınırlığını artırdı. Portrelerin yanı sıra, manzara resimlerini ve tarihsel olayları tuvaline taşımaktan geri kalmadı. Sadece Rubens’in değil, barok tarzının da başyapıtı kabul edilen ‘Leuccipus’un Kızlarının Kaçırılışı’ tablosunda, iki atın güç gösterisi olarak şahlanıyor olması, ressamın göndermelerinin inceliğine işaret eder.
THE NIGHT WATCH – Gece Bekçileri
Harmensz van Rijn Rembrandt – 1606-1669
HOLLANDA
1642
Hollanda’nın önemli ressamlarından Harmensz van Rijn Rembrandt, birçok sanatçının yanında eğitim aldı. Pieter Lastman ve atölyesini paylaştığı Jan Lievens’ten etkilendiği biliniyor. 1630’ların başında Amsterdam’a yerleşen sanatçı, yaptığı başarılı portrelerle önemli bir gruba hitap etmeye başladı. Dönemindeki sanatçılardan farklı olarak, geçmişi değil, devam eden hayatların hikâyesini resmetmeye çalıştı. Tutkulu ve meraklı bir karakteri olması, onu farklı konuların resmini yapmaya itti. Tuval üzerine yağlı boya ile resmettiği ‘Dr. Tulp’un Anatomi Dersi’, çevresinde şaşkınlık yarattı. En ünlü eseri ‘Gece Bekçileri’ ise kalabalığın içinde dinamik ve hareketli bir grup portresi olarak dikkat çeker. Yüzbaşı Frans Banning Cocq ve Teğmen Willem van Ruytenbuch komutasındaki şehir muhafızlarının gece devriyesinin anlatıldığı tablonun en önemli özelliği, ışık oyunları sayesinde esrarlı bir hava yaratılmış olmasıdır. Tabloda, Barok tarzın en önemli özelliklerinden ışık gölge karşıtlığının, ressam tarafından ustaca kullanılması sayesinde, tüm figürler canlıymış gibi algılanır.
Las Meninas – Nedimeler
Diego Velazquez – 1599-1660
İspanya
1656
Felsefe, dil eğitimi ve resim dersleri aldı. İlk öğretmeni Herera oldu, sonra Pacheco’nun yanında eğitim gördü. İki öğretmeninden de etkilenen Velazquez, Kral IV Felipe’nin sarayına ressam olarak atandı ve İspanyol kralın dostluğunu kazandı. Yaptığı portrelerle adından söz ettiren ressamın, ışık oyunları ve tablolarında yarattığı atmosfer, genç İspanyol sanatçılara ilham verdi. Bodegon türünde eserleriyle dikkat çeken Velazquez’in en ünlü tablosu ‘Las Meninas’, şaşırtıcı bir özelliğe sahiptir. Tablosunda, kendini de resmedilenler arasına yerleştiren Valezquez, yaptığı oyunla gizemli bir hava yaratmayı başarır. Kral IV. Felipe’nin kızı Margarita ve hizmetçileri, resmi yapan Velazquez’in yanında konumlanır. Kral ve kraliçenin ise arka tarafa yerleştirilmiş bir aynadan yansıması görülmektedir. Böylece resim, ayna objesi sayesinde, dışarıdakini içeriye dâhil etmektedir. Resmin yapıldığı anın resmedilmesi ressamı unutulmaz kılmıştır. Valezquez’in, Batı resmine farklı mekân yorumlarıyla kattığı eserler, dikkat çekicidir.
Girl With A Pearl Earring – İnci Küpeli Kız
Johannes Vermeer – 1632-1675
HOLLANDA
1665
Johannes Vermeer’in ünü, ölümünden sonra dünyaya yayıldı. Yaşadığı sürece şehir dışına çıkamayan sanatçı, hakkında fazla bilgi olmamasına rağmen, laciverttaşı gibi pahalı boyaları kullanmasıyla tanındı. Pointillé adı verilen özel bir teknikle resim yapmayı tercih eden sanatçı, yaşadığından daha kusursuz bir dünyayı ve aşk temasını eserlerine konu etti. Tablolarında, köylü bir kızdan, zenginlerin şaşaalı hayatına kadar, yaşadığı çevreye dair her ayrıntı görülür. ‘Kuzey’in Mona Lisa’sı’ olarak adlandırılan en başarılı eseri ‘İnci Küpeli Kız’ tablosundaki genç kızın masumiyeti ve bakışlarındaki etkileyicilik, ressamın başarısını artırdı. Tablonun ana objesi inci küpe ön plana çıkarken, ressamın tablolarında eksik olmayan mavi ve sarı renkteki örtü dikkat çeker.
The Third of May 1808 – 3 Mayıs 1808
Francisco Goya – 1746-1828
İSPANYA
1814
Portrelerle tanınan Goya’nın eserlerinde modern sanatın ilk adımları görülür. Genç yaştan itibaren yaptığı resimlerle takdir kazanan ressam, 40 yaşına geldiğinde Kral IV. Carlos’un emrine girdi ve sarayın baş ressamı olarak birçok eser verdi. Güney İspanya yolculukları sırasında geçirdiği rahatsızlık yüzünden sağır oldu. Mizacı, karamsar ve içe dönük bir hâl aldı. Tablolarında, bunalım, zulüm ve travmaları konu edinmeye başladı. Bu dönemde gözlemci tarafının ağır bastığı eserler ön plana çıktı. Fransız askerlerinin İspanya işgalinden de etkilenen Goya, ‘3 Mayıs 1808’ tablosunda şiddeti ve savaşı resmetti. Eserde, beyaz gömlekli bir İspanyolun, Fransız askerleri tarafından kurşuna dizilişi resmedilir. Yerde, kanlar içinde yatan insanlar vardır. Goya, eserini Fransızların 1808’de Madrid’i işgali sırasında, Napolyon’un asekerlerine direnen ve çaresiz kalan İspanyolların anısına resmetmiştir. Tablo, kanlı bir savaşı resmederek, tarihe ışık tuttuğu için önemlidir.
The Wonderer Above the Sea of Clouds –
Caspar David Friedrich – 1774-1840
ALMANYA
1818
Caspar David Freidrich, J. G. Quinstrop’tan dersler alarak resim yeteneğini geliştirdi. 1794’te girdiği Kopenhag Akademi’de dikkat çekti. Okul bittikten sonra Almanya’ya dönerek Dresden’e yerleşti ve hayatının sonuna kadar oradan ayrılmadı. Dramatik sahneleri, karmaşık duyguları ve esrarengiz atmosferleri resmetmesiyle ünlendi. Doğanın hem sakin hem de coştuğu anları tuvaline yansıtan sanatçı, genç Alman ve İskandinav sanatçıları derinden etkiledi. 1824’te Dresden Akademisi’ndeki profesörlüğü sırasında öğrencilerine, formatif figürleri ve romantik akımın inceliklerini aşıladı. Bir dönem eserleri sanat çevrelerince unutulsa da, 1900’lerin başında popülerliğini yeniden kazandı. Sisli bir havada, kayalıkların üzerinde sırtı dönük bir erkeği tasvir ettiği ‘Bulutların Üzerinde Yolculuk’ tablosu, geleceği düşünen ama önünü sis perdesinden göremeyen birinin hikâyesini anlatır. Tabloda, karmaşık ve belirsiz bir manzaraya bakan erkeğin kendi üzerine düşünüyor olması, hem bu manzara içinde önemsizliğine, hem de dik bir kayalıkta durduğu için, önündeki her şeye vakıf olduğuna gönderme yapar.
The White Horse – Beyaz At
John Constable – 1776-1837
İNGİLTERE
1819
Yeteneği ve geçirdiği mutlu çocukluktan edindiği görsel birikimle, 19’uncu yüzyılda yetişmiş en iyi İngiliz manzara ressamlarından biri olan Constable, kendisinden önce gelen sanatçıların gerçeği pek yansıtmayan resimlerine karşın, çevresini ve doğayı olduğu gibi ve canlı resmetmeyi başardı. Bulutlara nerdeyse hareket kazandırdığı ve kullandığı renklerin sıcaklığıyla adeta gerçekmiş gibi algılanan tabloları, ününün yayılmasında etkili oldu. 1799’da Kraliyet Akademisi’ne girdi ve aldığı eğitimi, kendi tarzında boyadığı kesik fırça darbeleri ve renk karışımları ile birleştirerek, kendi üslubunu yakaladı. Ressam, genellikle yüksek tepeler, bulutlu dağlar, ot yığınlarıyla kaplı alanlar gibi İngiltere’nin kırsal alanlarını resmetmeyi tercih etti. Birçok ressam ve düşünüre ilham kaynağı olan sanatçı, 1824’te Paris Salonu’nda sergilediği ‘Saman Arabası’ serisiyle Kraliyet Akademisi üyeliğine getirildi. 1819’da yaptığı ‘Beyaz At’ adlı eser, sanatçının üslubunu tam olarak ortaya koyar. Hareketli kıvrımlar ve gerçekmiş gibi renklendirdiği sahne ile ressam, sanat tarihine adını yazdırmaya hak kazandı. Tabloda, Suffolk’taki Stour Nehri’nde, suya bakan beyaz bir at, ince resmedilişiyle dikkat çeker.
MONA LISA
Leonardo Da Vinci – 1452-1519
İTALYA
1503-1506
Floransalı dâhi Leonardo da Vinci, Rönesans’ın en iyi ressamlarından biri olarak kabul görür. Kesin olmamakla beraber Verrocchio’dan eğitim aldığı söylenir. 1482’de Milano’ya taşındığında Dük Sforza için çalışmaya başladı. Sanatçı, fresk teknikleri ve kompozisyonu işleme biçimiyle diğer sanatçılardan sıyrılmayı başardı. Biraz dağınık bir karaktere sahip olması, birçok eserini yarıda bırakmasına neden oldu. Yalnızca resimle yetinmeyip heykel, matematik ve anatomi gibi birçok farklı alanda da ivme kaydetti. Uzun yıllar İtalya’da bir seyyah gibi dolaşan da Vinci, birçok kral ve asil için resimler yaptı. Üstün zekâsı ve hemen her şeye merak salması, sanatının çeşitliliğine ilham verdi. Resim konusunda o kadar ustalaştı ki, 1503-1506 yılları arasında yaptığı ‘Mona Lisa’ tablosu hemen herkesten tam not aldı. Mona Lisa’nın yüzündeki hem mutlu hem de hüzünlü ifadenin sırrı, bugün bile tam anlamıyla çözülebilmiş değil. Portrede oturur halde görünen Lisa Gherardini sfumoto tekniğiyle (renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağlayan gölgeleme yöntemi) resmedilmiştir. Bu tekniği ilk kez da Vinci kullanmıştır.
The Swing – Salıncak
Jean Honore Fragonard – 1732-1806
Fransa
1767
Chardin’den dersler alarak kendini yetiştirdi. 1752’de ‘Büyük Roma Ödülü’nü aldı. Hollandalı birçok ustadan esinlenmesine rağmen, özgünlüğünü hiçbir zaman kaybetmedi. Eserlerinde, erotizm, toplumsal düzendeki çarpıklıklar, ‘an’ın resmi ya da aldatma gibi güncel temaları işledi. Değişik ortamlarda çocukları resmetmesiyle ve çıplak kadın tablolarıyla dikkat çekti. Yağlı boya tekniğiyle çalışan sanatçı, La Fontaine’in birçok masalını da betimledi. Fragonard’ı belli bir kalıba koymak zor olmakla beraber ressam, gittiği yerlerden etkilendi. İtalya’ya yaptığı yolculuklar sırasında Venedik tarzından, Hollanda’da yaşadığı dönemde ise çevresindeki sanatçılardan esinlendi. Buna karşın, hızlı fırça vuruşlarına sahip olması, kendi tarzını yakalamasına yardım etti. Tablolarında, bilinen tarihsel sahnelerden çok insanın doğal tarihi yer aldı. ‘Çalınmış Öpücük’ ve ‘Sürgü’nün yanında öne çıkan en önemli tablosu ‘Salıncak’, halinden memnun bir adamın, salıncakta sallanan genç kızın bacakları arasındaki gizli şeye baktığı anı anlatır. Eserde Fragonard, o dönemin kadınlarının, kabarık elbiseler giymesine karşın iç çamaşırı kullanmayarak, erkekleri kendine bağladığına gönderme yapar.
Two Women Chatting by The Sea
Denize Karşı Sohbet Eden İki Kadın
Camille Pissarro – 1830-1947
FRANSA
1856
Empresyonizm akımının en önemli isimlerinden biri olarak anılan Camille Pissarro, Paris’te eğitim gördü. 1855’te, Fransa’ya tamamen yerleşmeden önce Venezüella’yı keşfetmeye gitti. Bir sergide tanıştığı Corot’dan çok etkilendi. Sanat okulu Académie Suisse’te eğitim gördüğü sırada Monet ile tanıştı ve onun sayesinde empresyonistlerin bir araya geldiği ‘Cafe Guerbois’de, gruba katılan yeni bir halka olarak takdim edildi. 1870-1872 yılları arasında sıkı dostlukları olan Pissarro ve Monet’nin yolları, Fransa-Prusya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine ayrıldı. Tıpkı bir guru gibi, peşinde dolaşan öğrencileri oldu ve gruplara hitap etti. 1880’lerin ortasında Seurat’ın yeni-ekspresyonizmiyle flört eden ressam, kendi tekniğinden uzaklayarak yeni bir yaklaşım benimsedi. İleriki yıllarda, gözündeki rahatsızlık yüzünden daha fazla resimle ilgilenemedi. Fransa köy ve şehir hayatı ile manzara resimleri yapan Pissarro’nun ünlü tablosu ‘Denize Karşı Sohbet Eden İki Kadın’da, renk geçişleri dikkat çeker.
Le Bain Turc – Türk Hamamı
Jean Auguste Dominique Ingres 1780-1867
FRANSA
1862
Fransız Jean Auguste Dominique Ingres, 1797’de Paris’teki Louis David atölyesine girene kadar pek çok ödül kazandı. Yağlı boya ile çalışmayı tercih eden sanatçı, David’den büyük ölçüde etkilendi. Romantizmden hoşlanmamasına rağmen, resimlerinin pek çoğunda romantik öğeler göze çarpar. Flaxman’ın yanındayken Antik Çağ’a ilgi duydu ve büyük olasılıkla neo-klasik tarzdaki eserlerini bu dönemden sonra vermeye başladı. 1806’da İtalya’ya gelerek çalışmalarına devam eden Ingres, serbest çalışmalarının yanında akademik unvana sahip ‘İsa Din Bilginlerinin Arasında’ gibi eserler de verdi. Oryantalizme katkıda bulunan ‘Türk Hamamı’ tablosuyla dikkatleri üzerine topladı. Osmanlı topraklarında hiç bulunmamasına rağmen, bu kadar ustalıkla resmedilen çıplak kadınlarla dolu hamam, bazı çevrelerce alkışlanırken, bazılarınca olumsuz eleştirildi. 25 kadının çıplak biçimde hamam sefası yaptığı eseri, Le Figaro Dergisi ‘19’uncu yüzyılın en erotik resmi’ ilan etti.
The Artist’s Mother
James Abbott McNeill Whistler – 1834-1903
ABD
1871
Kariyerine asker olarak başlayan ve üç yıl deniz haritacılığı bölümünde profesyonel olarak çalışan Whistler, resme olan ilgisi ağır basınca, ani bir kararla Paris’e yerleşti. Courbet ile tanışma fırsatı yakaladı ve realizmi savunan bir grup ressamın arasına katıldı. Japon tarzında yapılmış tabloların taklitlerini yaptı. Londra’ya taşındı ve kendini İngiliz tarzı bir sanatın ortasında resim yaparken buldu. ‘An’ı anlattığı harmoni kompozisyonlarında kullandığı tonlamalarla, kendi tarzını yakalamayı başardı. Duygusal ve ahlak konularının ağır bastığı tabloları, gelecekteki İngiliz sanatçıları derinden etkiledi. Ressamın en bilinen tablosu ‘The Artist’s Mother’, renk geçişleri ve fırça darbeleriyle ön plana çıkar. Baskın renkleri gri, siyah ve beyaz olan tabloda, profilden görünen, elleri dizlerinde ve ayaklarının altında ahşap bir destek bulunan yaşlı bir kadın resmedilir. Resmedilen kadının Victorian tarzı giyimi, ait olduğu döneme bir göndermedir.
Impression Sun Rise
Claude Monet – 1840-1926
FRANSA
1872
Empresyonizmin en iddialı halkalarından Claude Monet, Jongkind ve Boudin gibi sanatçılardan etkilendi. Cesaretini toplayıp resim yapmaya başlaması, dış dünyayı keşfiyle başladı ve algıladığı dünyayı, empresyonizmin kurallarına uygun biçimde tuvaline taşıdı. Paris’te, henüz öğrenciyken tanıştığı Pissarro, Renoir ve Sisley ile sanatın temel kuralları konusunda fikir alışverişi yapma fırsatı buldu. Usta, fırça darbelerindeki yeteneği sayesinde birçok eser verdi ve 1874-1886 yılları arasında sekiz sergi açtı. Özellikle bir figürü, gün içindeki farklı saatlerde resmetmekle ünlendi. Ressam, ünlü tablosu ‘Impression Sun Rise’da, gün doğumunda, Le Havre Limanı’nın görüntüsünü tuvaline taşır. Gecenin maviliğinde, gökyüzünden süzülerek batan portakal renkli güneş, dalgaların üzerinde iz bırakır. Sanatçı, izlenimsel bir havada çizdiği resimde, abartıdan uzak ve mistik objeler yerine, her gün bilinen haliyle limanı anlatır. Gerçeklik kalitesiyle resmedilmiş eserde, olmayan ya da görünmeyen hiçbir şey yoktur.
La Rue Mosnier aux Drapeaux
Edouard Manet – 1832-1883
FRANSA
1878
Modern konuları resme taşımasıyla 19’uncu yüzyılda ünlenen Manet, empresyonist akımın önde gelen isimlerinden. Couture’ün yanında çıraklık yaptı. ‘Kırda Öğle Yemeği’ ve ‘Olympia’ adlı iki eseri, modern sanatın başlaması açısından önemli rol oynadı ve kendisinden sonra gelen genç nesle ilham kaynağı oldu. Parisli bir grup modernistin içinde yer alarak, klasik öğeler ya da konular yerine, değişen ve modernleşen hayatı resme taşıdı. Aslında tam olarak hiçbir zaman empresyonizmin bir parçası olmadı, son dönem çalışmalarında açık yapıt tablolar resmetmeye gayret etti. ‘La Rue Mosnier aux Drapeaux’ tablosunda, Mosnier Sokağı’nın bayraklar asılmış olağan bir gününü, fotoğraftaki kadar canlı bir ışıklandırmayla anlattı. Eserdeki derinlik hemen göze çarpar, üstelik sokak hareketlidir de. Barış Bayramı olarak 30 Haziran’da Fransa’da yapılan resmi tatilin hemen ardından yapılan tabloda, Fransız bayrakları dikkat çeker. Sokağın binalarının yenilenmiş hali, Endüstri Devrimi’ne de gönderme niteliği taşır.
Bathing at Asnieres – Asnieres’de YIKANANLAR
Georges Seurat – 1859-1891
FRANSA
1884
Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim gören Georges Seurat, resim sanatına getirdiği yenilik sayesinde, büyük ressamlar arasındaki yerini aldı. Renklerin bölünmesi ve optik karışıma dayalı yeni izlenimciliğin kurucularından oldu. İlk yapıtlarında, Chevreul’ün renk teorilerinden ve klasisizmden etkilense de, sonraki yıllarda kendi özel renk karışımlarını ve fırça darbelerini buldu. Eserlerinde, çoklu bir renk geçişi yakalayarak sanki bir fotoğrafa bakıyormuşcasına canlı anları resmetti. Yaşadığı dönem için çok tercih edilen bir teknik olmamasına rağmen, sonraki nesil için öncü oldu. ‘Asnieres’de Yıkananlar’ yapıtı, küçük fırça darbeleri kullanılarak yapılan ‘balayé’ tekniğiyle resmedildi. Ressamın renkleri, çağdaş renk teorisinin de ilk örneklerinden biri kabul edilmesini sağlamıştır. Sanayinin gelişmesiyle ortaya çıkan işçi sınıfının tatil merkezi haline gelen Asnieres’de yüzen ve dinlenen işçileri resmeden Seurat, burjuva ve çalışan takımının farklı zevklerine dikkat çeker.
Causerie chez les Fontaines:Monsieur et Madame Arthur Fontaine
Edouard Vuillard – 1868-1940
FRANSA
1904
Paris’teki Julien Akademisi’nde eğitim gören Edouard Vuillard, eğitiminin ardından açtığı atölyeyi Pierre Bonnard ile paylaştı. Serusier’in teorilerinden ve Gauguin’in çalışmalarından etkilendi. 1889’da ‘Nabis Sanat’ın üyesi olarak kayıtlara geçti. Sanatçı, aynı zamanda Japon resim anlayışından, çiçek tablolarından ve iç mekân resimlerinden etkilendi. Bu ilgisi, duvar kâğıdı, baskı ve dekoratif işlerle de uğraşmasına yol açtı. Eserlerinde daha çok iç mekânda, insanların en domestik hallerini ve bütünsel bir duyguyu vermeye çalıştı. Son dönem resimleri, çok daha doğal ve gerçek bir fotoğraf havası taşıdı. Anlık duyguların öne çıktığı tablosu ‘Causerie chez les Fontaines’de özellikle renkli halı ve en doğal haliyle oda görüntüsü ve sohbet eden bir çift dikkat çeker. Eser, 1904’te Salon d’Automne’da sergilendiğinde ressam, bu çalışmanın en keyifli eseri olduğunu söylemişti.
The Kiss – Öpücük
Gustav Klimt – 1862-1918
Avusturya
1907-1908
Eğitimini sanat ve meslek okulunda tamamlayan Gustav Klimt, önceleri dekorasyon ressamı olarak çalıştı. Daha çok avangart bir sanat çizgisinde ilerleyen Klimt, eserlerinde kadın bedenini kullanmayı alışkanlık haline getirdi. Birçoğu ince bir erotizm içeren tablolarında özel süslemeler de yer alır. Kendine has tarzı ile çağdaş birçok sanatçıdan ayrıldı ve bir süre sonra Viyana Sezession grubunu kurdu ve ilk başkanı seçildi. Klimt’in stili, Art nouveau sanat ve sembolizmin bir karışımı olarak dikkat çeker. Farklı renk karışımları, hoş süslemeler ve dekoratif çizgileri, sanatının olmazsa olmazlarıdır. Beyin kanamasından hayatını kaybeden ressamın en ünlü tablosu olarak tarihe geçen ‘Öpücük’, anın ve mekânın dışında, bir yerde birbirlerinden geçercesine öpüşen bir çiftin tasviridir. Tabloda, Klimt’in vazgeçemediği çizgiler ve dekoratif süslemeler dikkat çeker. Kadın ve erkeğin dünyasındaki farklılığa dikkat çeken ressam, kadını çiçekler arasında tıpkı bir ilkbahar gibi resmederken, erkeği daha sert çizgiler ve geometrik desenlerle yansıtır. Kadın ne kadar kırılgan ve yumuşaksa, erkek o denli sert ve nettir.
Dynamism of a Dog on a Leash – Tasmalı Köpeğin Dinamizmi
Giacomo Balla – 1871-1958
İTALYA
1912
1901’de Paris’e giderek sanat çevrelerine giren Giacomo Balla, burada empresyonizmden etkilenerek ‘Fütürist Manifestosu’na imzasını attı. 20’nci yüzyılın değişen resim anlayışını yakalamakta usta olan ressamın eserlerinde, sürekli bir dinamizm ve canlılık hâkim oldu. Tıpkı bir fotoğrafın devinimini yakalar gibi boyadığı tuvaller, sanat çevrelerince büyük ilgi gördü. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve faşist akımlar sanatçıyı derinden etkiledi ve figüratif resim anlayışına sürükledi. 1930’lardan sonra resimlerinde soyut öğeler yer almaya başladı. ‘Tasmalı Köpeğin Dinamizmi’ adlı tablosunda, bir köpeğin hareketlerini gerçekmiş gibi tasvir etti. Ressam, Jules-Etienne Marey ve Edward Muybridge adlı fotoğrafçıların hareket çalışmalarından yararlanarak yaptığı resimde, değişik hareket geçişlerini eş zamanlı olarak yansıttı. Bu şaşırtıcı ve daha önce hiç kullanılmamış teknik ve renk geçişleri, dikkati üzerine çekti. Balla, ardından yetişen birçok genç sanatçıyı, resme hareket katma tekniği ile derinden etkiledi.
Interieur – İçerisi
Pierre Bonnard – 1867-1947
FRANSA
1913
Sanat hayatı boyunca, teknik resim ve grafik sanatı üzerine usta isimlerden biri olarak anılan Pierre Bonnard, 1888’de Paris’te Julien Akademisi ve Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim gördü. Maurice Denis ve Edouard Vuillard ile stüdyosunu paylaştı, en çok da Paul Gauguin’den etkilendi. Onun fırça darbelerine ve baskın renkleri kullanmasına hayranlık duydu. Önce, tamamen renklerle yapılan biçimlendirme anlayışına sahip Nabilere, sonraki yıllarında ise içtencilik (intimisizm) akımına yöneldi. Sanatçı, aynı zamanda Japon baskı sanatından ve tablolarından da feyz aldı ve renk geçişleri ile ışıklandırma konusunda orijinal bir üslup yakaladı. Van Gogh’a ilgisinin artmasıyla, o da tutkularını tablolarında yansıtmaya başladı. Bonnard, iç mekân konusunda ustalaştı. En ünlü tablolarından ‘Interieur’da sanatçı, ev içinden gündelik bir sahneyi konu edinir. Yatağın üzerinde oturan insan, aynadaki aksinden kendini belli eder. Tablodaki sıcak ve soğuk renklerin karşıtlığına getirdiği hareketlilik ve canlı renkler, sanatçıyı özel kılar
Les Baigneuses
Pierre Auguste Renoir – 1841-1919
Fransa
1918
Gleyre Stüdyosu’nda porselen sanatçısı olarak yetişen Renoir, resme olan merakı nedeniyle ressamlığa yöneldi. Monet ile tanışma fırsatı yakalayan ressam, kısa süre sonra onun da ilgisini çekerek beraber çalışmaya başladı. Monet ve Renoir, Seine Nehri yakınında buluşarak, manzaraya karşı onlarca tablo yaptı. Bu uzun çalışmaların ardından, Renoir, empresyonizmin kurallarını belirleyecek önemli bir usta haline geldi. İlk ustaları Rubens ve Boucher’in stilini hiçbir zaman bırakmadığı için, temsil ettiği akım içinde özel bir yere sahip oldu. ‘Les Baigneuses’ tablosunda, beş genç kızı resmeden Renoir, renklerinin ahengi ve betimlemedeki ustalığı ile dikkat çeker. Ressamın, porselen sanatçısı olarak başladığı resimlerinde, porselen parlaklığı kolayca hissedilir.
Moonshine – Ay Işığı
Paul Klee – 1879-1940
İSVİÇRE
1919
Müzisyen bir ailenin çocuğu olan Paul Klee, Münih’te eğitim gördü ve öğretmenlik yaptı. 1911’de Feininger, Kandinsky ve Jawlensky’nin aralarında bulunduğu Blue Rider grubuna katıldı, sulu boya resimleriyle dikkat çekti. İlk yıllarındaki eserlerde, ekspresyonizmin etkileri görülmesine rağmen Robert Delaunay ile arkadaşlığı sırasında kübizme ilgi duydu. Renkleri kullanışı, figürleri, farklı kompozisyonu ve kendine özgü fırça darbeleriyle, diğer sanatçılardan ayrıldı. Duyguları, inançları ve müzik sevgisi eserlerine yansıdı. Bauhaus Sanat Okulu’nda öğretmenlik yaptı. Mavi tonların ağır bastığı ‘Ay Işığı’ eserinde suluboya çalışan ressam, kübizmin etkisinde olduğunu resmen ortaya koyar. Eser, geometrik şekillerle vermeye çalıştığı derinlik hissi sebebiyle özel tablolar arasında yer alıyor.
La Persistencia de la Memoria – Belleğin Azmi
Salvador Dali – 1904-1989
İSPANYA
1937
İspanya’da doğan Salvador Dali, sürrealizmin önemli temsilcilerinden biridir. 1922’de Madrid’deki San Fernando Güzel Sanatlar Kraliyet Akademisi’ne kayıt olan ressamın ilk eserlerinde kübizm ve dadaizmin etkileri görülür. Disiplinsiz davranışları yüzünden okuldan zaman zaman uzaklaştırılan Dali, ilk sergisini 1925’te Barselona’da açtı ve hem eleştirmenlerden hem de sanatseverlerden tam not aldı. Birkaç yıl sonra Paris’te tanıştığı Pablo Picasso ile yakın arkadaş oldu. O dönem eserlerinde kendisinden çok etkilendi. Londra’da tanıştığı Sigmund Freud da ressamın hayatını derinden etkiledi. Dali, hayatı boyunca bin 500’den fazla resme ve onlarca heykele imza attı. Sanatçının en ünlü tablolarından ‘Belleğin Azmi’, eriyen cep saatleri sembolizminde, zamanı ve belleği kullanır. Yapıt, Dali’nin ‘yumuşaklık’ ve ‘sertlik’ anlayışına önemli bir örnektir. Bir ağustos güneşi sıcağında eriyen Camembert peynirinden ilham alarak yağlı boya ile çalıştığı eser, değişmez ve katı olan zaman anlayışını protesto niteliğindedir.
The Two Fridas – İKİ FRIDA
Frida Kahlo – 1907-1954
Meksİka
1939
15 yaşında geçirdiği ağır trafik kazasında ciddi şekilde sakat kalan Frida Kahlo, geri kalan hayatını hastaneler ve ameliyatlar arasında geçirdi. Ülkenin en iyi eğitim kurumu olarak ün yapmış ‘Ulusal Hazırlık Okulu’nda eğitim gördü ve resme merak saldı. Çektiği sıkıntılardan uzaklaşmak için tutkuyla yaptığı tablolarını daha sonra eşi olacak ressam Diego Rivera ile paylaştı. 1928’de evlenen ve 11 yıl sonra boşanan Frida’nın hemen her tablosu, hayatı boyunca çektiği acılardan feyz aldı. Kadınların toplum içinde karşılaştıkları zorlukları ve erkek egemenliğinin altında kalan kadın imajını tablolarına taşıdı. Genellikle yattığı yerden bir ayna karşısında resim yapan Frida Kahlo’nun en önemli tablosu ‘The Two Fridas’, bir anlamda kendiyle olan diyalogu ve karanlık iç dünyasının yansımasıdır. İki Frida arasındaki en önemli fark birinin Avrupa, diğerinin Meksika tarzı bir kıyafetle oturuyor olmasıdır. Sağda oturan Frida’nın elindeki madalyonda eşi Rivera’nın resmi vardır ve onunla sıkıntılı ilişkisine gönderme yapar. Tablo, ince detayları ve özel bir kadının iç dünyasını yansıttığı için Kahlo’yu ünlü ressamlar arasına taşır.
Venus Asleep – Uyuyan Venüs
Paul Delvaux – 1897-1994
Belçİka
1944
İlk sergisini 1924’te açan Paul Delvaux, Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat ve mimarlık eğitimi aldı. İlk dönem eserlerinde, Avrupa’da yaygın olan yeni-empresyonist akımının etkisinde kaldı. 1938’de, İtalya’da katıldığı bir sergide, sürrealizmden etkilendi; Salvador Dali ve Rene Magritte gibi sanatçıların tarzına yakınlaşmaya başladı. Delvaux, yaptığı büyük duvar resimleriyle kendinden söz ettirmeyi başardı. Brüksel ve Liege’de yaptığı bazı duvar resimlerinin boyu 1.5×2.5 metreyi buldu. Başarısı nedeniyle kendisine Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi’nde kürsü verildi. Freud’dan etkilenen ressam en ünlü tablolarından ‘Uyuyan Venüs’te, kabus gören Venüs’ü resmeder. Eserde, antik Roma mimarisi ve modern giyimli kadınlar dikkat çeker.
LES DEMOISELLES D’AVIGNON – Avignonlu Kadınlar
Pablo Picasso – 1881-1973
İspanya
1907
20’nci yüzyılın en geniş vizyonlu sanatçısı olarak ünlenen Pablo Picasso, ressam, mozaik sanatçısı ve heykeltıraş olarak öne çıktı. Babası, resim öğretmeni olduğu için Picasso’nun yeteneğini hemen fark etti. 1895’te Barselona Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edildi. 1900’de gittiği Paris’te ilk dönem eserlerini verdi. Kent yaşamının yanında, sirk palyaçolarını ve akrobatları resmetti. Mavi dönem olarak bilinen evresinden sonra, 1906’da Paris’te gerçekleşen Cezanne retrospektifini görmesi ve Paris’teki primitif sanatla tanışmasıyla kübizmin akımını şekillenmdirmeye başladı. Üç boyutlu cisimleri bu teknikle iki boyutlu hale getirdi ve onların hem profilden hem de önden görünmesini sağladı. En çarpıcı resimlerinden ‘Avignonlu Kadınlar’, kübizmin ve modern sanatın başlangıcını simgeler. İnsan yüzünün temsilinin tüm kuralları, bu tabloda yıkılmıştır. Yüzdeki simetrinin reddedildiği eser, arkaik ve primitif sanattan izler taşır.
Rönesans Dönemindeki Tablolarda Ufolar
Bu sıra dışı çizim 8.yy ait bir yağlı boya tablo üzerinde bulunmuştur. Haçlı savaşları sırasındaki bazı önemli anları anlatan bu resim seferler sırasında yaşanan ilginç bir UFO gözlemini göstermektedir. Resim üzerindeki cisme baktığımızda bunun yıldız olmadığı açık bir biçimde rahatlıkla görülebilmektedir. Cismin kubbeli yapısı ve kubbesi etrafındaki lomboz (pencere) benzeri daireler, etrafına yaydığı ışığı açıkça bizlere burada bir UFO’nun resmedilmiş olduğunu göstermektedir.
İsa’nın doğumunu anlatan bu tablo Ghirlandaio tarafından yapılmıştır. Tablo da dikkatleri çeken nokta sol üst köşede havada asılı vaziyette durmakta olan uçan metalik nesnedir. Günümüz UFO’larına birebir benzeyen bu cismi orada bulunan yaşlı bir adamda açıkça gözlemlemekte. Cismi gün ışığında daha net görebilmek için elleriyle gözlerini korumaya çalışıyor.
Kim tarafından nerede ve ne zaman yapıldığı bilinmeyen antik sayılabilecek olan bu tablo Belçika’da ki Conti Dotremond Kilisesi yakınlarında ahşap üzerine çizilmiş olarak bulunmuştur. Üzerindeki çizim, Hz Musa’ya gönderilmiş olan kutsal tabletlerin verilişi sırasında yine havada bir sıra halinde uçar vaziyette durmakta olan dört garip nesneyi gözler önüne sermektedir.
Bu halı çiziminin adı ise “ Magnificant – Muhteşemdir.” Her iki duvar halısı da Burgandy Beaune’daki Fransız kilisesi olan Notre – Dame’da sergilenmektedir.
Bu duvar halısı 14.yüzyılda yapılmıştır. Her iki halıda da Hz. Meryem’in hayatından bazı kesitlere yer verilmiştir. Halıların üzerindeki çizimlere dikkat edildiği takdir de her iki halı çiziminde de şapka biçimli UFO’ları rahatlıkla görebilmemiz mümkün. Üstteki halı çizimi 1330’a ait.
Bu çizim Jacques Legrand, tarafından 1338 yılında yazılmış olan ” Le Livre Des Bonnes Moeurs ” isimli kitap da bulunmuştur. Resimden de anlaşılacağı üzere küre biçimli metalik bir cisim havada asılı durmaktadır. Bazılarına göre bu cisim Fransızlara ait bir hava balonudur. Fakat tüm tarihi kayıtlar açıkça göstermektedir ki 14. yy da Fransa da hava balonu hiç olmamıştır.
1850 yılında San Carlo Borromeo tarafından yapılmış bir tablo. Yine bu tabloda da gökkuşağının hemen altında havada asılı duran disk biçimli UFO’yu rahatlıkla görebilmekteyiz.
“Yazın Zaferi” isimli bu duvar halısı Belçika’nın Bruges kenti 1538 de yapılmıştır. Halı üzerinde ki motiflere dikkatle bakıldığında gökyüzünde uçmakta olan 4 ayrı şapka biçimli Uçan daireyi rahatlıkla görebilmekteyiz. Bu duvar halısı şuan Belçika da Layerische Ulusal Müzesinde sergilenmektedir
“Şarap ve Ekmek Ayinine Övgü” adlı bu tablo 1600’lerde Bonaventura Salimbeni tarafından yapılmıştır. Hz. İsa’nın hemen yanında durmakta olan bulutun üzerindeki garip cismin ne olduğu hakkında herhangi bir yorum yapmak oldukça güç. Sputnik uydusuna benzeyen bu garip araç acaba neydi? Göklerde dolaşan antenleri bulunan disk biçimli bir uzay aracımı yoksa bir uydumu? Bu tabloda şu an San Pietro da ki San Lorenzo Kilisesinde yer almaktadır.
Bu iki uçan obje 1350’de yapılmış. “İsa’nın Çarmıha Gerilişi” adındaki freskten detayları içermektedir. Kosova’daki Visoki Decani Manastırı’ndaki mihrabın hemen üzerinde yer almaktadır. Bu freskte çok net bir şekilde, Hz İsa’nın sağında ve solunda insanımsı varlıkların ışık saçan uçan araçlar kullandıkları görülmektedir.
“İsa’nın Vaftizi” adındaki bu resim Flaman ressam Aert De Gelder’a aittir. 1710 yılında yapılmıştır. Ve Cambridge’deki Fitzwilliam Müzesi’nde bulunmaktadır. Tabloda disk biçimli bir cisim vaftizi yapan Yahya’yı ve İsa’yı bir ışık demetiyle aydınlatıyor.
Bu resmin adı Meryem ve Aziz Giovannino’dur. 15.yy tarihli tablonun ressamı Domenico Ghirlandaio’dur. Palazzo Vecchio’da asılı olan bu tablo Loeser Kolleksiyonu’nun bir parçasıdır. Meryem’in sağ omzunun üstünde havada asılı duran, disk biçimli ve ışıklar saçan bir nesne görülüyor. Hemen altında, bu bölümün büyütülmüş detayında bir adam ve bir köpeği açık bir biçimde bu cisme bakarken görüyoruz.
Yukarıdaki resim Paolo Uccello (1396 – 1475)’ya aittir ve “La Tebaide” ismiyle (1460-1465) yılları arasında yapılmıştır . Büyütülmüş resimde Hz İsa’nın yanında oval biçimli kubbeli ve uçan bir UFO görülüyor. Bu resim Floransa Akademi Galerisi’nde bulunmaktadır.
Yine Hz İsa’nın Çarmıha gerilişini gösteren bir başka minyatürü görmekteyiz. 15. yüzyıla ait bir çizim.
“Aziz Emidius’un Vahiyi” (1486) isimli bu tablo Carlo Crivelli (1430-1495) tarafından yapılmıştır. Ve Londra’daki Ulusal Galeride sergilenmektedir. Tabloda klasik UFO biçiminde, disk şeklindeki bir obje Hz Meryem’in başındaki tacın üzerini bir ışık huzmesiyle aydınlatmaktadır.
Bunu paylaş:
- Yazdır
- Telegram
- Skype
- E-posta
- Tumblr
- LinkedIn
- Reddit
İlgili
1 Yorum
super :)