O sadece bir deha değildi
Kolektif Kitap’ın “Hayali Söyleşiler” başlığıyla yayımladığı Picasso kitabı da bahsettiğim üzere biyografik öğeler içeriyor. Peki insan neden bu türden bir kitap yazar ya da söyleşiler gerçekleştirmek ister? Böyle bir istence nasıl kavuşur? Neil Cox bu durumu şöyle aktarıyor; “Bu kitabın amacı, 20. yüzyılın en ünlü ressamı ve modern sanat tarihinin en üretken, en yenilikçi ressamlarından Pablo Picasso’yu, sadece sıradışı zekâya sahip bir adam olarak ete kemiğe büründürmek değil, aynı zamanda okuyucuyu Picasso’nun eserlerine yeni baştan bakmaya heveslendirmektir.”
Ünlü olmak…
Yazarın biyografisi de bu durumu zaten ortaya koyuyor. Birleşik Krallık’ın en iyi üniversitelerinden Essex’te profesör olan Cox’un; Marksizm ve Sanat, Sürrealizm, Kübizm, Sanat ve Fenomenoloji konularında araştırmalar yapmış, makaleler yazmış bir profesör olması bu söyleşilerin kaynağını gösteriyor. İnsan olarak hakkında ne düşünülürse düşünülsün Picasso, geçtiğimiz yüzyılın en ünlü ressamıydı, diyor Cox. Paris, Antibes, Barcelona ve Malaga olmak üzere dünyada sırf Picasso adına açılmış dört müze bulunduğunu da ekliyor. Hayali söyleşilerde de bu “en” ünlü olmanın getirileri/götürüleri en çok irdelenen konulardan birisi. Picasso’nun babasından devraldığı fırçaları tuvalle seviştirmesinden kısa süre sonra kendini kabul ettirmiş olması da bu işin tam olarak özeti de denilebilir.
Ünlü olma meselesine tekrar dönersek eğer, evet, Picasso bu ünü kendi adına kullanmayı denese de çoğu kez istemediği sonuçlar ile karşılaşmıştır. ’65 yılında Booker ödüllü eleştirmen John Berger tarafından da “son dönemlerinde çuvallamakla ve şöhretin ayartmasına karşı koyamamakla” sert bir şekilde eleştirilmiştir. Neil Cox da kitabın bir bölümünü tamamen bu meseleye ayırıyor. Picasso’nun “samimi” cevapları da bu meselenin kendisi için nasıl kötü bir hâl aldığını gösteriyor. Zaten Picasso da o muhteşem aforizmalarından birisiyle bu durumu açığa kavuşturuyor: “Şöhret bir ressamın başına gelebilecek en kötü şey. Tanrı’nın verdiği büyük bir ceza.”
Samimi yanıtlar
Neil Cox’un söyleşilerinde aforizmalar da önemli bir role sahip. Picasso’nun aforizmalarını metnin içine yerleştirirken de uzun uğraşlar verdiği belli oluyor. Olasılıkla sorular da cevaplar da aforizmaların anlatmak istedikleri ile biçimlenmiş. Neredeyse tamamen aforizmalardan oluşan cevaplar dahi mevcut. Geçtiğimiz yüzyılın en büyük entelektüellerinden birisi ile söyleşi yaparken samimi cevaplar alabiliyor olması da bu konuda kendisi yardımcı olmuş görünüyor!
Picasso’dan bahsedilince insanların zihninde uyanan ilk düşünceye değinmeden olmaz ki kitabın bir bölümü de kübizme ayrılmış. Kübizmin diğer ortağı, George Braque ile altı yıl gibi kısacık bir zaman dostluk etmiş Picasso’nun nasıl çağının sanatındaki algıyı ve uzamsal özellikleri değiştirdiğini de anlatıyor Cox. Picasso, söyleşilerin bu bölümünde Braque ile olan dostluklarını “aynı ipe bağlanmış iki dağcı” olarak tanımlıyor ve aslında kübizm hikâyesinin bilinenin tam aksi yönde hareket ettiğini anlatıyor. Dördüncü boyut, buna bağlı yapılan çözümlemeler vd. için ise tanımlaması şu: saçmalık! Söylediğine göre Braque ile tek yaptıkları Cezanne’in izinden gitmek.
Picasso’nun kadınları
Ve tabii ki Picasso ve kadınlar. Picasso’nun kadınları demek -belki- kötü bir tabir olacak ama Picasso’nun bu konuda başarısızlığı ve uslu durmuyor oluşu da Berger’in o bahsettiği ün meselesinin boyutlarının büyüklüğünü tekrar ortaya koyuyor. Zaten Picasso yaşadığı dönemde çok fazla magazinel bir hayata sahip olmuştur. Her ne kadar Picasso bunu önlemeye çalışsa da pek fazla başarılı olmadığı görülüyor. İşi abartıp anılarını yayınlamak isteyen Fernando Olivier’e yığınla para ödeyip daha sonra maaşa bağladığı da kitaptaki notlardan birisi. Picasso’nun Fernando Olivier’in elliden fazla portresini yaptığını da burada belirtmek gerekli. Özel hayatı ve ailesi konusunda başarılı olduğu tek konunun ise çocukları olduğunu ve onlarla birlikteyken çok mutlu olduğunu söyleşilerde söyleyen de kendisidir ayrıca.
Neil Cox’un bu kitabı yazarak Picasso için ne kadar iyi/kötü bir şey yaptı bilinmez ancak kendisi günaşırı Picasso ile buluşan ve yemek yiyen birisi. Söyleşilerinde hiç kimseye davranmadığı gibi samimi davranıyor Picasso da. Hem zaten Picasso şimdiye değin hangimize “Üzüm yemek ister misin?” diye sormuş ki! Bu söyleşiler “hayali” başlığıyla yayımlanmış olsa da Picasso’nun sürrealist olmadığını da unutmamak gerekiyor. Neil Cox da vaat ettiği gibi Picasso’nun eserlerine yeniden bakmak için onunla şu an üzüm yiyip her şeyden konuşuyor. İşte tam bu sıralarda da Naziler Paris’i işgal ediyor ve dönemin en güvenli evinin bir köşesinde Sartre, Beauvoir, Leiris, Zette, Coctea ve Camus Fransız Komünist Partisi’nden konuşuyor. Çünkü… Picasso öyle diyor.
PICASSO
Hayatı ve Düşünceleri, 1881-1973
Neil Cox
Çeviren: Gülsüm Kara
Kolektif Kitap
2012, 112 sayfa.
Pablo Picasso Hayatı ve Biyografisi
Hayatı
Picasso 25 Ekim 1881’de Malaga, İspanya’da doğdu.(İsmini,annesi rüyasında görmüştür) Babası bir ressam ve resim öğretmeniydi. Küçük yaşta resim yapmaya babası tarafından yönlendirildi. Resim yeteneği kısa sürede keşfedildi. 1895’te Barcelona Güzel Sanatlar Okulu’na girdi. 1901 yılından itibaren anne soyadı olan Picasso’yu kullanmaya başladı. Desenleri İspanyol bir dergi olan Juventut’ta yayımlandı.
1900’de ilk kez Paris’e gitti. Dönemin yenilikçi sanatçılarının yaşadığı Montmartresemtinde bir süre para içinde yaşadı. Picasso yaklaşık 1901-04 arasındaki ilk dönem yapıtlarında sıradan insanların, sirk palyaçolarının, akrobatlarının resimlerini yaptı. Büyük kentlerdeki yaşam kadar, sirk yaşamı da ilgisini çekiyordu. Ne var ki, tablolarında bu yaşamın hüzünlü yanını yansıttı. Sanatçının bu dönemi ‘Mavi Dönem’ olarak tanımlanır.
Picasso, Georges Braque ile kübizmin temellerini atmış sayılmaktadır. 1907’den 1914’e kadar kübist olarak adlandırılan tarzda tablolar yapar. Kübist tabloların genel özelliği, geometri ve geometrik şekillerin kullanılmasıdır. Resmedilen nesneler geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş yahut geometrik şekillere bölünmüştür. Kübizmin bir diğer özelliği de uzaydaki üç boyutlu bir cismi iki boyutlu yüzeye aktarma çabasıdır. Bu amaçla Picasso, şekilleri yanal yüzeylerine bölüştürüp her birini iki boyutlu yüzeyde göstermeye çalışır. Yine bu nedenden portrelerindeki insanların hem profili hem de önden görünüşü görülmektedir.
I. Dünya Savaşı sırasında Picasso, Jean Cocteau ile beraber Roma’da kalır. Burada sahne dekoratörü olarak çalışırken dansçı Olga Kokhlova’yla tanışır. Picasso ikinci eşi olan Olga Kokhlova ve oğlunun birçok portresini yapmıştır. (Paul en Pierrot, 1925, Picasso Müzesi, Paris)
20’li yılların başında ressam klasisizme geri döner: Trois Femmes à la fontaine (1921, Modern Sanat Müzesi, Paris). Ayrıca mitolojiden de esinlenir: les Flûtes de Pan (1923, Picasso Müzesi, Paris).
Picasso tanınan en üretken sanatçıdır. Guiness Rekorlar Kitabı’na göre, toplam resim, 100,000 baskı, 34,000 kitap resmi ve 300 heykel ve birçok seramik ve çizim üretmiştir.
Bir genelevdeki beş hayat kadınını gösteren ve Kübizm akımının en önemli örneklerinden biri olarak görülen ünlü eseri AvignonluKadınlar, Fransa’da 1907 yazında çizilmiştir
En tanınmış eseri Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eseridir. Resim 1937’de yapılmıştır. Bu resim şu anda Madrid’de Reina Sofía Müzesinde bulunmaktadır. Picasso, bir sergisi sırasında kendisine, “Bu resmi siz mi yaptınız” diye soran bir Alman generaline, “Hayır, siz yaptınız” cevabını vermiştir. Bu resim Picasso’nun savaşa ve Guernica’nın bombalanmasına karşı duyduğu güçlü nefreti anlatmaktadır. Resimdeki insan ve hayvan figürleri acı, hüzün ve savaşa karşı duyulan nefreti yansıtmaktadır.
Ayrıca 1911 yılında Leonardo Da Vinci’ye ait Mona Lisa eserini, bu eserin doğduğu şehir, Floransa’ya kaçırmakla suçlandı.
“İspanya’nın mücadelesi, insanlara, özgürlüğe yapılan saldırıya karşıdır. Ressam olarak hayatım boyunca sürekli sanatın ölümüne karşı durmaya çalıştım. Benim gericilikle ve ölümle anlaşma içinde olduğumu kim bir an için bile olsa düşünebilir? … Üzerinde çalıştığım ve Guernica ismini vereceğim resimde, ve son zamanlardaki tüm eserlerimde, İspanya’yı acı ve ölüm okyanusuna batıran askeri sınıfa duyduğum nefreti açıkça göstermekteyim.”