Azra Erhat , Mitoloji Sözlüğü’nde Orpheus’u şöyle anlatır :
«Orpheus dillere destan olmuş bir ozandır. İlkçağda ünü orfizm denilen mistik bir akım yaratacak kadar çok yayılmış , kişiliği üzerine anlatılan masallar her türlü sanatçıyı etkilemişti.»
Efsaneye göre Orpheus Trakya doğumludur. Doğduğu söylenilen yer bugün Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye sınırlarının kesişimine yakın bir yerdedir. Böylece Orpheus, önemli bir geleneği olan , Anadolu’nun eski halklarının geçiş noktası olan bir yerde doğmuş kabul edilir. Bazı araştırmacılar , doğum yerinden ötürü, Orpheus’un bir şaman olduğunu da söylemişlerse de biz bu görüşe katılmıyoruz.
Vergilius “Georgica” adlı eserinde Orpheus ve karısı Eurydice’nin öyküsünü anlatır , bu bölüm aslında Eurydice’nin ölümüne neden olan Aristaios’un başına gelen belaları açıklamaktadır :
«Yabana atılmaz bir tanrı öfkelenmiş kovalar seni;
bir suç işledin sen , büyük bir suç,
çekersin bugün onun cezasını:
Bir belaya çattıydı Orpheus, kara bahtlı
Şimdi senin üstüne bindirmeye çalışır o belayı,
Kader engel olmazsa , bindirecek de.
Deliye döndü Orpheus, kaçırılınca karısı kudurdu.
Irmak boyu palas pandıras kaçarken senden o kadın,
Kaçarken bir uçuruma atar gibi kendini tepetaklak
Dolanıverdi bacaklarına korkunç bir yılan.
Ömrü o kadarmış kadının , görmedi boylu çimenler yüzünden
Oralara sinen zehirli yaratığı.
Yaşıtları, dağ perileri , başladılar bir ağızdan
En yüce dağları çığlıklarıyla doldurdular…
Orpheus, oyuk kaplumbağa kabuğundan sazıyla
Yaslı sevgisini avuttu durdu.
Hep seni söylerdi tatlı eşi, hep seni
Onunla başbaşaydın ya hani yalnız kıyılarda
Gün doğar seni söylerdi , gün batar seni.
Gitti sokuldu Taenarius dağının boğazlarına kadar
Yüksek kapılarının oraya yer altı tanrısı Dis’in
Girdi kapkara bir korkuyla gölgelenmiş ormana,
Ölü ruhların ve titreten kralların karşısına dikildi
İnsan yakarışlarıyla yumuşamayan yüreklerin dikildi karşısına
Ve Erebus konutlarının en kuytu yerlerinden
Hafif ruhlar çıkageldi, onun ezgileriyle sarsılan
ve görüntüleri çıkageldi , ışıktan yoksun olanların.
Yapraklar arasında saklanan kuşlar kadar çoktular,
Gecenin ya da kasırganın dağlardan savurduğu kuşlar kadar çok.
Artık Orpheus , bütün belalardan kurtulmuş, geri dönüyordu
Ve kendisine verilen Eurydice gelmekteyken,
Prosperina’nın koştuğu şarta uyarak
Kocasının ardından yürüye yürüye
Havanın daha yüksek katlarına doğru
Orpheus birden çılgınlık etti , boş bulundu
Ölüm tanrıları bağışlamasını bilseler ,
Bağışlanabilir bir çılgınlıktı bu;
Eurydice’si ışığın altına tam çıktı çıkacakken
Unutup duruverdi, gönlüne yenildi döndü baktı arkasına
İşte bir anda bütün çabalar oracıkta uçtu gitti
Bir anda kopuverdi amansız zorbayla yapılan anlaşmalar
Bir gümbürtüdür yükseldi, hem de üç kez Avernus batağından
Haykırdı Eurydice :”Bu ne Orpheus , bu ne ?
Bu ne çılgınlık böyle ,seni de yok eden, zavallı beni de?
İşte gene geri çağırır beni zalim kader
Uyku kapatır kararan gözlerimi
Dört yanımı saran gece götürür beni, Elveda!
Giderim işte uzata uzata ellerimi sana
Artık senin olmayan güçsüz ellerimi”
Dedi ve birdenbire bir duman gibi karıştı hafif yellere,
Gitti karşıt yöne doğru, görünmez oldu,
Ve Orpheus göremedi bir daha
Ruhlara tutunup dil dökmeye çalışan Eurydice’yi
Yer altı sandalcısı da aradaki bataklığı bir daha komadı geçsin.
Ne yapsındı? Nereye gitsindi? Kime baş vursundu ?
İkinci kez kaçırılmıştı karıcığı.
Bir daha ölü ruhları nasıl yumuşatırdı?Tanrıları nasıl?
Eurydice buz kesilmiş gidiyordu işte
Styks sandalı ile uçuyordu uzaklara.
Ya Orpheus ne oldu?Derler ki onun için
Issız Strymon ırmağı kıyısında ağlamış tam yedi ay
Havada asılı bir kayanın altında ağlamış
Buz gibi mağaralarda anlatmış durmuş başından geçeni
Kaplanları büyülemiş ,ayaklandırmış meşe ağaçlarını ezgileriyle;
Bir kavak ağacının gölgesinde bir bülbül vardır hani
Arar durur kaybolan yavrularını içi yana yana
Yuvayı gözetleyen katı yürekli bir çiftçi
Alıp götürmüştür yavruları daha kantları çıkmadan
Bülbül de bütün gece fır döner ağlar,
Konar bir dala , başlar yeniden ezgilerine yanık yanık
Tutar acıklı iniltileriyle dört bir yanı ta uzaklara kadar.
Ne bir tutku yumuşatmış Orpheus’un yüreğini
Ne de bir evlilik bağı yumuşatmış
Yürür gidermiş dövüne dövüne Eurydice’nin kaçırılışına
Dis’in boş armağanlarına dövüne dövüne.
O kadar bağlıydı ki Orpheus Eurydice’ye
Kikonların bütün kadınlarını hor gördü
Onlar da paramparça ettiler sonunda delikanlıyı
Kutsal törenlerde ve gece şenliklerinde Bacchus’un
Saçtılar parçalarını ta uzaklara, tarlalara,kırlara
Ama Orpheus’un boynundan kopan mermer gibi başı
Herbus ırmağının ters akıntıları arasında çalkalanıp giderken bile
Soğumuş diliyle çağırıp durdu Eurydice’yi
Canı da “Ah kara bahtlı Eurydice!” diye bağırdı uçarken,
“Ah kara bahtlı Eurydice!”
Ve ardından ırmağın bütün kıyıları
“Eurydice! Eurydice! Eurydice!”
diye yankılandı durdu.»
Vergilius’un aktardığı ve bir takım sembolik motifleri ustaca işlediği bu efsanede Orpheus mitinin ezoterik karakteri ile ilgili bazı ipuçları bulunabilmektedir.
Öncelikle Eurydice üzerinde durmak gerekmektedir. Eurydice (EÙrud…kh)birDryad’dır. Dryad adı Yunanca meşe anlamına gelen “Drys” ( dràj) sözcüğünden türemiştir ve Ağaç Perisi anlamında kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları ait olduğu ağaçla birlikte doğar ve onunla birlikte ölürler, diğerleri ise ölümsüzdür. Eurydice de burada toprağa , ağaca ait bir sembolizmi temsil etmektedir.
Yunan mitolojisinde kahramanların ölüler ülkesine gidişi rastlanılan bir motiftir. Ancak biz bu motifin ezoterik erginleşmedeki (initiation) ölüm deneyimi ile ilgili olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim Orpheus da erginleşmiş (inisye olmuş) bir kahraman olabilmek için ölüm deneyimini yaşamıştır ve sanatı sayesinde buradan kurtulmayı başarmıştır. Orpheus’un buradaki hatası, bu aşamayı geçiren bir mürit olarak ardına bakmasıdır ; çünkü bu deneyimi yaşayanların ardına bakmamaları , bir türlü geçmişle bağlarını koparmaları gerekmektedir. Orpheus burada bu kuralı çiğneyerek kendini “ağaç gibi , ağacı kökleri” gibi bağlayan , tutkunu olduğu şeyi kaybetmiştir.
Orpheus’un karısını ikinci kez kaybettikten sonra yedi ay ağlaması da yedi sayısının sembolizminden ötürü sembolik bir anlatımdır. Burada ilginç olan bir motif de Orpheus’un havada asılı bir kayanın ( sub rupe aeria) altında ağlamasıdır. Bazı insanların sesleri ile ya da bir alet yardımı ile sesler çıkararak taşları hareket ettirmeleri mitlerde sık rastlanılan bir temadır. Yine Orpheus , Argaunotlar ile sefere çıktığında da bir takım olaylar hükmetmek için sesini kullanmıştır.
Orpheus’un ölümü de ilginçtir. Orpheus’un erginlenmiş biri olarak cinsellikte ölçülü olması ve tam tersi bir anlam taşıyan Bacchus törenlerinde öldürülmesi ilginçtir. Ayrıca Orpheus’un da erginlenmiş diğer kahramanlar gibi bedeni yok edilmiştir. Aynı tema vücudu Osiris gibi parçalanan diğer tanrı/kahraman mitoslarında da vardır.
Aynı mitosu Ovidius da “Dönüşümler” adlı eserde işler. Bu eserin Onbirinci kitabında Orpheus’un Bacchus ayinleri sırasında nasıl katledildiğini ayrıntıları ile anlatır. Ancak bu bölümde geçen bir bölüm oldukça ilginçtir :
«Bu yetmemiş Bacchus’a, bırakmış kırları da ,
Daha iyi bir koroyla gitti Timolos’un üzüm
Bağlarına, Pactolus’a ; o çağda altın dalgalar,
İmrenilen değerli kumsallar olmasa bile.
Çevirmiş çevresini Satyrler, geleneksel topluluk,
Bacchus’u sevenler, yalnız Frigyalı Silenus gelmedi,
Çok içen,boyuna salınan yaşlı kişi, yakalanmış
Bağlanıp donatıldığı çiçeklerle iletilmiş Midas’a ,
Trakyalı Orpheus, bu krala, Cecrops’a , bir de
Öğrencisi Eumolpus’a öğretmiş gizemli işleri.»
Burada ilginç bir nokta olarak Bacchus aile Orpheus’un adı birlikte geçmekte ve Orpheus’un gizemli (daha doğrusu kutsal) işleri öğrettiği söylenmektedir. Bu da yukarıdaki açıklamamızı desteklemektedir.
Orpheus mitosu Platon’un ünlü eseri Şölen’de de yer alır :
Orpheus daha bir çok mitolojik öyküde şairliği ve müzik yeteneği ile de geçmektedir. Bunların arasında Orpheus’un ses ve müzik kullanarak doğaya, hayvanlara nasıl hükmettiğini gösteren efsaneler de vardır.
Mistik Bir İnanç Sistemi Olarak Orfeusçuluk
Orpheus miti , gördüğümüz gibi , birtakım gizemli güçlerle ve ölüm sonrası ile ilintilidir. Orfeusçuluk da bir tür metafizik öğretidir.
Orfeusçuluk ruhun varlığını ve ölümsüzlüğünü kabul eden bir öğretidir.
Orfeusçu ruh anlayışının Dionysos efsaneleri ile yakın ilişkisi vardır. Orfeusçu Dionysos efsanesine göre, Dionysos Titanlar tarafından parçalanmış ve vücudunun parçaları yere saçılmıştır. Buna göre Zeus’un bazı kaynaklarda Rhea , bazı kaynaklarda Demeter , başka kaynaklarda da Persephone ile girdiği gayrı meşru ilişkiden olan Dionysos Hera’nın kıskançlığının hedefi olmuş ve Hera tarafından Titanlara öldürtülmüştür. Dionysos’u parçalayan Titanlar sonradan bu parçaları pişirmişler , ancak tanrının kalbi kurtulabilmiştir. Zeus bunun öcünü alarak Titanları Tartaros’a yollamıştır.
Bu efsanenin sonu hakkında değişik versiyonlar vardır. Bunlardan birine göre Dionysos’un parçaları birleştirilmiş ve tanrı yeniden hayat bulmuştur.
Bu efsanenin yorumu da oldukça ilginçtir. Zeus ile Persephone’nin çocuğu olan Dionysos genç bir tanrı olmanın yanı sıra inisye değildir ; yani daha erginlenmemiştir. Kendisi için tayin edilen “Tanrılar içinde son kral” olabilmesi için erginlenmesi gerekmektedir. İşte bedeninin Titanlar tarafından parçalanması , pişirilmesi ve yeniden dirilmesi bu erginlenmeyi temsil etmektedir. Bu mitin Orfeusçu açıklaması da bu şekildedir. Orfeusçular yeniden dirilme inançlarını da bu mit vasıtası ile açıklıyorlardı.
Bu efsaneye göre Titanlar Zeus tarafından öldürülünce Titanların küllerinden insanlar doğar. Burada düalist bir düşünce de işin içine girer. İnsanda Dionysos’dan gelen tanrısal öz olduğu gibi Titanlardan gelen maddesel ve günahkar bir yapı da vardır. Ancak unutulmaması gereken Titanların bir önceki nesil olduğudur. Ancak Orfeusçular belki de bu şekilde Titanları doğuran Gaia ve Uranos’a kendilerini bağlıyorlardı. Zaten Orfeusçu mürit erginlenmede “Ben Yeryüzü’nün ve Yıldızlı Gök’ün çocuğuyum fakat soyum gökten gelmedir” derdi. Bu aslında çok anlamlı idi.
Orfeusçu öğretide ruhun ölümsüzlüğü düşüncesi , ruhun zaman içinde farklı bedenlerde de varolabilmesi fikrini getirmiştir. Ruh, temizlenebilmesi için defalarca farklı bedenlerde varolmalıdır. (Metansomatoz) Bu aslında Orfeusçuluğa mahsus bir karamsarlıktır , çünkü ruhun temizlenmesi uzun bir süreci almaktadır.
İnsan tanrısal atalarından gelen günahlarının bedelini ağır ödemektedir. Ruh bedende bir mezarda gibidir. Orfeusçular bunu bir sözcük oyunu ile de ifade ederler : Yunanca beden anlamına gelen
sîma (soma) sözcüğü ile mezar anlamına gelen sÁma (sêma) ses olarak birbirlerine benzemektedirler. Belki de ruhun mezarda olması ile Titanların Tartaros’da olmaları arasında bir benzerlik de vardır.
Orfeusçuluğa göre insan tanrılar tarafından yaratılmamıştır, fakat ölümsüzlükten varolmuştur. Titan ırkından önce de Altın ve Gümüş soylar yaşanmıştır. Ancak bu altın ve gümüş soylar Hesiodos’un anlattığı gibi zaman içinde kaybolmuş değildirler. Eğer mürit kendini arındırmayı başarırsa Altın soylu olabilir. Eğer şiddete yenilirse Gümüş soylu olur. Orfeusçuluk bu haliyle çağının klasik düşüncesinden farklı olup ezoterik karakterini belli etmektedir.
Mürit ruhunu arındırmak için belli yaşam tarzını uygulamak zorundadır. Bu “Orfik” yaşam hiç de kolay değildir. Mürit önce katı sayılabilecek kuralları uygulamalı ve gizem törenlerine katılmak zorundadır. Bu kuralların en önemlilerini kısaca sayacak olursak :
- Bu yolu seçenler hiçbir canlının hayatına kıymamak zorundadır. Bu yüzden müritler et yemezler ve vejetaryen bir rejim uygularlar. Bunun bir başka sonucu da Yunan toplumunda o zamanlar sık uygulanan kanlı kurban ayinlerinin de reddidir. Bu haliyle Orfeusçuluk içinde varolduğu toplumun dinsel adetlerinden kesin çizgilerle ayrılır.
- Orfeusçu yolu seçen kesinlikle intihar edemez. Orfeusçuluk her ne kadar ruhun ölmezliğine ve bu bedendeki yaşamın asıl yaşam olmadığına inansa da intihar , taşınılan tanrısal öz yüzünden , kesinlikle yasaktır.
- Bazı bakliyat türlerinin yasaklanması da Orfeusçu yaşam tarzının ilginç bir kuralıdır. Bu aynı zamanda Pitagorcular arsında da yaygındır. İlk yetişen baklalarla hayatın kökeni hakkında sembolik bir benzerlik kuran Orfeusçular bakla tanelerini de testiküllere benzettikleri için soyun sürmesi ile ilgili bağlar da kurmuşlardır.
Orfeusçu yolu seçenin özel gizem törenlerine de katılması gerekmekteydi. Belirli zamanlarda düzenlenen bu törenler başta erginlenmeye dayalı törenler olmakla birlikte zamanla tören günleri olarak takvimde yer almışlardır. Bu törenlerin bir bölümü de ölüm ve ölüm sonrası ile ilgilidir.
Ruhun ölmezliğine inanan Orfeusçu düşünce ölüm sonrası ile de ilgilenmiştir. Orfeusçu düşünceye göre asıl olan ruhtur ve bu dünya geçicidir. Ancak burada erginlenmeyen kişi Hades’e gittiğinde sıkıntılar çeker ve yeniden bu süreci yaşamak zorundadır. Oysa bu dünyada erginlenme tanrısal kimliği bulmaktır. Bu bağlamda ölüm bir başlangıç sayılabilir.
Herodotos ölüm ile ilgili Mısır adetleri ile Orfeusçuluğu karşılaştırırken ilginç bir bilgi vermektedir :
«[Mısırlılar] dinsel törenlerde yün giymezler ve yünü kefen olarak kullanmazlar; dinlerinin yasası bunu yasak etmiştir ; Orpheus ve Dionysos dinlerinde de aynı yasaklara rastlanır, ki bunlar da kaynaklarını zaten Mısır’dan ve Pythagoras’çılardan almışlardır. Bu dinlerden olanlar da yün içinde gömülmek hakkına sahip değillerdir. Bu konuda kutsal bir hikâye yaygındır.»
Herodotos bu hikâyeyi ve uygulamanın nedenlerini anlatmaz ama Orfeusçuluğun kökeni hakkında verdiği bilgi ilginçtir. Bu bilginin doğru ya da yanlış olması aslında da çok önemli değildir , çünkü ruhun ölmezliği ve erginlenmeyi anlatan bir öğretinin Mısır inançları ile benzerliklerinin olması doğaldır.
Orpheus müridi gizem törenleri sayesinde ölüm deneyimini yaşamış olup, ölümden sonra ne yapacağını bilmektedir. Bu yolu seçenlerin mezarında bu süreci anlatan yazılı alın yapraklar bulunmuştur. Bu buluntuların en eskileri MÖ beşinci ve dördüncü yüzyıla tarihlenebilmektedir.
Bu tabletlerden MÖ dört ya da üçüncü yüzyıla ait olabilecek birinde şöyle denilmektedir :
«Hades’in konağının solunda bir kaynak bulacaksın,
Ve hemen sonra bir beyaz bir servi
Bu kaynağa yaklaşma
Bir başkasını bulacaksın, serin suları akan,
Mnemosin gölünden ; bekçileri hemen önünde,
Onlara söyle : “Ben Yeryüzü’nün ve yıldızlı Gök’ün oğluyum
Fakat soyum gökten gelmektedir ; siz de bunu biliyorsunuz,
Susuzluktan kurudum ve ölüyorum, çabuk
Bana Mnemosin gölünden akan serin sudan verin”
Ve senin bu tanrısal sudan içmene izin verecekler
Ve diğer kahramanların yanında hükmedeceksin.»
Çeşitli tabletlerden de buna benzer yazılar okunmuştur. Burada Mnemosin Gölü , hafıza anlamına gelen aynı sözcükten (mnhmosÚnh) türemedir ve Unutma ile karşıtlık göstermektedir. Ruhun susaması ise tanrısal özüne karşı duyduğu bir özlemdir. Ruhun “Ben Yeryüzü’nün ve yıldızlı Gök’ün oğluyum, fakat soyum gökten gelmektedir” demesi ise tanrısal soyunu hatırladığını bekçilere kanıtlamak içindir. Böylece ölen kişi sağdan seçtiği yolda ilerleyecek ve Persephone tarafından tanrısal çayırlara gönderilerek orada diğer kahramanlarla birlikte hükmedecektir.
Burada ölen için ikinci bir yol daha gözükmektedir , o da soldaki yolu seçerek unutmaktır. Unutmak ise ruhun beslenememesi demektir. Yeniden yeryüzüne dönmekle sonuçlanır. Erginlenmemiş olanlar da tanrısal özünü unutarak Hades’de ya da yeniden bedenlenerek yeryüzünde dolaşırlar.
Orfeusçuluk görüldüğü gibi ruhun ölmezliğine ve erginlenmeye dayalı bir öğreti olarak ilk çağ ezoterizminde önemli bir yer tutmaktadır ve bir çok düşünceyi , Hıristiyanları dahi, etkilemiştir.