Nizar Kabbâni ve Kudüs

0

Arap edebiyatı (ortadoğu) ve şiiri üzerine konuşulacağı zaman duyduğum ilk ses derinlerden gelen bir çocuğu çığlığı ve bitmek bilmeyen silah sesleriyle tozun toprağa karıştığı bir savaş meydanı. Evet burası Filistin, içimize kazıdıkları acının merkezi, burası Kudüs, vatanım gök kubbem. İşte, “edebiyat ve şiir tam olarak bunun için var olmalı” dediğim an. – Değil mi ki şiir, hezeyanların ve büyük acıların tarifi olmuştur çağlar boyu?- Mahmut Derviş, Le Trio Joubran, Fairouz ve Nizar Kabbani adeta aynı acıyı haykırıyorlar bize. 

“Oturdu.. Umutlanarak ters çevrilmiş fincanımdan

gözlerinde korku belirdi ansızın
Dedi:
Ey oğul…hüzünlenme”

Şamlı zengin bir tüccarın oğlu olarak 21 Mart 1923 yılında Şam’da dünyaya gelen Nizar Kabbâni, Lise eğitimini Şam’da bitirdikten sonra Şam Üniversitesi’nde hukuk okudu ve 1945’te mezun oldu. Dışişleri bakanlığında ve Mısır, Türkiye, İngiltere, Lübnan, Çin ve İspanya da çeşitli görevlerde bulundu. Ancak yaşamında, sonraları şiirlerinde bir sevgiliye benzeteceği Beyrut’un yeri büyüktür. Sanat ve hürriyet aşkı taşıyan bir ailede yetişmiş. Şiiri çok seven babası, Fransız ihtilâline karşı düzenlenen ayaklanmaları maddî ve mânevî olarak desteklemiştir. Amcası Ebu Halil Kabbâni Arap Tiyatrosunun kurucularından sayılmaktadır. İlk kitabı Esmerim Anlattı Bana (1942) henüz on dokuz yaşındayken yayımlandı. Bu kitapla kazandığı şöhreti her geçen yıl arttı. Ülkesini birçok Avrupa ve Asya başkentinde diplomat olarak temsil eden Kabbani, yönetimle olan uyuşmazlığı nedeniyle görevinden istifa etti. Kendisi bazı kaynaklara göre Adonis’le birlikte yaşayan en büyük Arap şairi olarak görülür. Bir aşk şairi olarak tanınan Kabbani, 1967 Arap-İsrail savaşından sonra Arap şiirinde çağ açıcı bir rol oynamıştır. “Gerileme Kitabına Dipnotlar” şiiri Beyrut’ta Al-Adab dergisinin Ağustos 1967 sayısında yayımlanır yayımlanmaz bütün Arap dünyasında yasaklanmış ve Arap edebiyatının ilk samizdat örneği olarak gizlice elden ele dolaşmaya başlamıştır. Bu şiirin yayımlanışı aynı zamanda Al-Adab Al-Huzarani (Haziran Edebiyatı) akımını da doğurmuştur. Haziran Hareketi’nin kurucusu ve önde gelen şairi Kabbani, gerek 1950’lerdeki şiirde sadeleşme hareketinde, gerekse 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın ardından patlayarak çığ gibi artan politik şiirde Arap şiirinin yol göstericisi olmuştur.

Haziran hareketi’nin kurucusu olan Kabbani, hem Arap şiirinin sadeleşmesine, hem de 1967’deki Altı gün savaşı’nın

Nizar Kabbani- 1948 Ailesi ve Kardeşleri

ardından patlayan politik şiirin gelişmesine kılavuz olan bir şiirbazdır.. Yeşil bir lambadır şiir, Geçkin bir kadının güncesi gibi eserler de, bu dönemin nefis ürünlerindendir bilhassa.. Türkçe’de en son “gözlerinin mavi limanında aşk, kadın, hüzün şiirlerinden seçmeler” adlı bir seçmesi görülen Nizar Kabbani’nin, daha bir dolu Türkçe söylenmiş eseri mevcuttur.. Şiirleri savaş karşıtı ve Doğulu kadınların acılarını dile getirmesinden dolayı kadın şairi olarak anılan Kabbani, 1967 yılından sonra Araplara yönelttiği sert eleştirilerden ötürü sağ ve sol pek çok kesimin şimşeklerini üzerine çekmiştir, şuurunu keşfedip cüretini gösterenlerin şairi olmuştur.

1966 da şiiri memurluğa tercih edip istifa edinceye kadar bu görevde kaldı. İki kez evlendi. ilk eşi suriyeli Zehre den olan oğlu Tevfik’in, Kahire de tıp okurken kalp hastalığı nedeniyle 17 yaşında vefat etmesi üzerine, Nizar onun için “efsanevi prens Tevfik Kabbani” ağıtını yazdı ve öldüğünde oğlunun yanına gömülmesini vasiyet etti. İkinci eşi “ömrümün ve şiirimin yol arkadaşı” dediği Belkıs Er-ravi Irak’lıdır. 1982 de Beyrutta Amerikan elçiliğine bomba koyulması sonucu ölümü, Nizar üzerinde çok derin izler bıraktı. Nizar karısının adını taşıyan bir mersiye yazdı ve ölümünden tüm Arap yöneticilerini sorumlu tuttu. Ondan sonra tekrar evlenmeyi reddetti ve 1998 de ölünceye kadar hayatının son 15 yılını Londra da bir apartman dairesinde tek başına geçirdi.

“yirmi yıldır aşkın yolu üzerindeyim
ve hala yol meçhul
bir kez katil
çoğu kez maktul oldum
yirmi yıl… ey aşkın kitabı
hala birinci sayfadayım”

Belkıs – Nizar Kabbani

Delice sevdiği annesinin ölümü de Nizarı çok etkileyen olaylardandır. Nizar annesinin sütten ancak yedi yaşında kesebildiği nazlı bebeği, annesi de Nizar için bütün kadınları kendisinde toplamış olan bir kadındır.  Nizar Kabbani çağdaş Arap edebiyatının büyük yenilikçilerindendir. Şiirleirni klasik Arap şiirini özümseyerek, ama yeni bir form, yeni bir sesle geçmişin kısıtlayıcı ve belirleyici tüm kayıtlarından da kurtularak yazdı ve hep bu tarzı savundu. 1967 Arap-İsrail savaşında yaşanan bozgundan sonra Arap dünyasında başlayan, mevcut Arap yönetimlerini tenkit edebiyatının kurucusu ve en büyük temsilcisidir. Şiirlerinden açıkça görüleceği üzere, yansıyan duyarlılığın odak noktasını Filistin ve Filistin sorunu oluşturmaktadır. bu bir yerde, İslam dünyasının kalbinin delik deşik olduğu gerçeğiyle aynı anlama gelmektedir. Filistin sorununun başlı başına bir trajedi olmasının yanında, bütün İslam alemi ve özellikle Arap dünyası açısından sömürülme, kuşatma, talan, ihanet, uşaklık, yenilgi, ve batı ya her anlamda bağımlılık gibi başka içerimleri de bulunmaktadır. ayrıca şiirlerine ağırlıklı olarak kadınları konu etmesi sebebiyle kadın şairi diye de anılır.

Nizar hayattayken büyük Arap şarkıcıları onun şiirlerini yorumlamak için birbirleriyle yarıştılar. Ümmü Gülsüm, Abdülhalim Hafız, Feyruz, Macide Rûmi, Kâzım Sahir bunların en meşhurlarındandır.

Nizar Kabbâni, eyvanında şadırvan ve şadırvanın etrafında da çiçek saksıları olan bir evde büyümüş. Şadırvandan akan su sesi ve etrafa yayılan çiçek kokuları Kabbâni’nin ruhundaki sanat kabiliyetinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamış. Çocukluk yıllarında resim ve müzikle hemhal olan Kabbâni, ilk şiirini 16 yaşında iken yazmış. Okul arkadaşlarıyla beraber katıldığı Roma gezisinde, bir gün güverteden denizi seyre dalmış. Denizde yükselen dalgalar ve bu dalgalar arasında zıplayan yunusların güzel manzarası, Kabbâni’nin ağzından ilk şiir mısralarını döktürmüş..

“Ey şiirin dostları!
Ben ateş ağacıyım,
hasretlerin kahiniyim ben
Elli milyon aşığın resmi sözcüsüyüm
.”

1941 yılında Şam Hukuk Fakültesine kayıt olan Kabbâni, ilk divanı olan “Kaalet lî Samra”yı ( Samra bana dedi ki) yazıp kendi imkânlarıyla neşretmiş ve bu şiir edebiyat çevrelerinde büyük yankı yapmış. 1944 yılında Hukuk Fakültesinden mezun olan Nizar Kabbâni, Kahire, Ankara, Pekin, Beyrut ve Madrid’de diplomat olarak görev yapmış. 1966 yılında Hariciyeden istifa edip Beyruta yerleşmiş. Beyrutta “Kabbâni Neşriaat” adında bir yayın evi kuran şair, kendini tamamen şiire adamış.
Nizar Kabbâni ilk dört divanını gazel tarzında yazmış ve bu tarz kendisini, “kadın ve aşk şâiri” olarak tanıtmış. Kabbâni, gazel tarzında şiir yazmasının ana sebebini ailede yaşanan acı bir olaya dayandırmaktadır. Zira sevgili kızkardeşinin aile zoruyla sevmediği bir adamla evlendirilmesine dayanamayıp intihar etmiştir.

Kabbâni aşk konulu şiirleri için “Arap aleminde aşk zincirlenmiştir ve mahbustur. Ben de onu kurtarmaya geldim” der.
Nizar Kabbâni, hem eşi Zehra Hanımın (amca kızı), hem de 22 yaşındaki oğlunun ard arda vefat etmeleriyle şiire 3

Nizar Kabbani – 1936

yıl ara vermiş. Ta ki, Irak asıllı Belkıs Hanımla karşılaşıncaya kadar. Güzel bir Arap kadını olan Belkıs Hanıma olan aşkını evlilikle taçlandırmak isteyen Kabbâni’nin evlilik teklifi, Belkıs Hanımın ailesi tarafından “kadın ve aşk şâiri” olduğu gerekçesiyle bir kaç defa reddedilmiş. Ancak Kabbâni’nin israrlı talepleri karşısında sonunda razı olmuşlar.. Kabbâni’nin “Babil kraliçelerinin en güzeli” diye vasfettiği sevgili eşi Belkıs Hanım 1982 yılında Beyrut’ta Irak sefaretine düzenlenen bir bombalı eylem neticesinde vefat etmiş. Eşinin ölümünden sonra Beyrut’ta yaşayamayan Nizar Kabbâni Londra’ya yerleşmiş ve ölünceye kadar da burada kalmış.

Hayatı boyunca 41 şiir divanına imza atan Nizar Kabbâni modern Arap şiirinin pîri sayılmaktadır. Hatta kendisine “Reîs Cumhuriyyeti Şiir el Arabi” (Arap Şiir Cumhuriyetinin Başkanı) lâkabı verilmiştir. Nizar Kabbâni Arap toplumunu ilgilendiren mevzulara şiirle çare aramış. 1956 yılında yazmış olduğu ve toplumunun en büyük sıkıntısı olan tembellik hastalığını dile getiren “Hubz, Haşiş ve Kamer” (Ekmek, Ot ve Ay) adlı şiiri ile tepkileri üzerine çekmiş. Arap- İsrail harbinden (1967) Arapların korkunç bir mağlûbiyetle çıkmasını eleştiren “Min Defter en- Nekse” (Nekse Defterinden) adlı şiiri ise uzun müddet yasaklanmış. Haziran Hareketi’nin kurucusu ve önde gelen şairi Kabbani, gerek 1950′lerdeki şiirde yalınlaşma deviniminde, gerekse 1967′deki “Altı Gün Savaşı”nın ardından çığ gibi artan ‘politik şiir’de Arap şiirinin yol göstericisi olmuştur. 30 Nisan 1998’de Sürgünde ( Londra) yaşamını yitirdi.

Kudüs

Ağladım… Göz yaşım tükeninceye kadar
Yakardım… Mumlar sönünceye kadar
Diz büktüm önünde… Usanıncaya kadar
Sende Muhammed’i ve İsa’yı sordum
Ey Kudüs, ey peygamber fışkıran şehir
Ey yer ve gök arasındaki en kısa yol
Ey Kudüs, ey dinlerin minaresi
Ey parmakları yanmış güzel çocuk
Hüzün doludur gözlerin ey iffet şehri
Ey Rasûlün uğradığı gölgeli vâha
Caddelerdeki taşlar hüzünlüdür
Camilerdeki minareler mahzundur
Ey Kudüs, ey siyaha bürünmüş güzel
Kıyamet kilisesinde çanları kim çalıyor?
Noel’de çocuklara oyuncakları kim taşıyor?
Ey Kudüs, ey hüzün dolu olan şehir
Ey göz kapağında gezinen iri göz yaşı
Ey dinlerin incisi!
Kim durduracak sana düşmanlığı?
Duvar taşlarındaki kanları kim arıtacak?
İncili kim kurtaracak?
Kur’ân’ı kim kurtaracak?
Kim kurtaracak İsa’yı, İsa’yı öldürenlerden
İnsanı kim kurtaracak?
Ey Kudüs.. Ey şehr-i yârim
Ey Kudüs.. Ey sevgilim
Yarın… Yarın Limonlar çiçek açacak
Yeşil sümbüller ve zeytin sevinecek
Gözler gülecek!
Dönecek göçmen kuşlar tâhir çatılara
Ve çocuklar da oyunlarına
Kavuşacak evlâtlar babalarına
Ey memleketim, ey barış ve zeytin şehri

 

Nizar Kabbani’nin yayınlanış sırasına göre eserleri şöyledir

1. semra bana dedi ki (kâlet lî es-semra), 1944
2. süt çocukluğu (tufûletu nehd), 1948
3. samba, 1950
4. benimsin (enti lî), 1951
5. şiirler (kasaîd) 1954
6. sevgilim (habîbetî) 1960
7. şiir yeşil bir kandildir ( eş-şi’ru kandil ahdar) 1962
8. sözcüklerle yapılmış resim ( er-resm bi’l keimat) 1966
9. bozgun notları ( hav^miş alâ defteri’n-nekseti) 1967
10.işgal edilmiş toprağın ozanları (şuarâu ardı’l-muhtelle) 1968
11.kudüs (el kuds) 1968
12.fetih (el-feth) 1968
13.temsilciler (el mumessilûn) 1969
14.soruşturma (isticvâb) 1969
15.bir kadın gerillanın israil in duvarlarına yazdığı yazı (menşûrâtu fedâiyyetin alâ cidrânı israil) 1969
16.şiir duruşmasında (ifadetun fi mahkemeti’ş-şi’r) 1969
17.umursamaz bir kadının günlüğü (yevmiyyatu imraetin lâ-mubâliyye) 1970
18.sevgi kitabı (kitabu’l hubbi) 1970
19.vahşi şiirler (kasâid mutevahhişe) 1970
20.hayır (lâ) 1970
21.en tatlı şiirlerim (ahlâ kasâidi) 1971
22.yüz aşk mektubu (mietu risaleti hubb) 1971
23. yasak şiirler (eş’aru hâricetun alâ kânûn) 1972

 

Biricik Beyrut

Artık öpmüyorsun beni sevgilim Beyrut
Gördükten sonra seni insanlar
Güzel bir kuş gibi
Başımın üzerinde iki yıldır
Öpmüyorsun beni sevgilim Beyrut
Gördükten sonra denizler
Yapışık olarak, daima yapışık
Öpmüyor beni biricik cadde
Geçtikten sonra onu beraber geceleyin
Yıldızlar misali

İşte buradan
Başlıyor sorunum
Ne zaman barda bir şarap istesem
Dikkatsizce taşıyor kadehleri garson
Ne zaman binsem arabama
Açıyorsun kapıyı sessizce
Ve gizleniyorsun arasına koltukların
Ne zaman insem bir havaalanında
Sevgi taşıyorsun bana, çiçek taşıyorsun
Uzatıyorsun ellerini uzaktan
Bilmiyorum
Bir tek kadını mı seviyorum
Yoksa bir kadındaki iki kadını mı..

 

Sormayın Bana:

….

Ya Zehratel Medain! Ya Quds! Ya Medinete Essalah! Şehirlerin Çiçeği, Kudüs!

لأجلك يا مدينة الصلاة أصلي
Senin için ey dua ettiğim dua şehri!

لأجلك يا بهية المساكن يا زهرة المدائن
Senin için ey evlerin bir tanesi, şehirlerin çiçeği!

يا قدس يا قدس يا مدينة الصلاة اصلي
Ey Kudüs! Ey Kudüs ey dua edenlerin şehri dua ettiğim şehir!

عيوننا إليك ترحل كل يوم
Gözlerimiz her gün sana döner!

تدور في أروقة المعابد
Gözlerimiz mabetlerinin revaklarını döner dolaşır!

تعانق الكنائس القديمة
Eski kiliselerinle kucaklaşır

و تمسح الحزن عن المساجد
Ve camilerden hüznü silip yok eder

يا ليلة الأسراء يا درب من مروا إلى السماء
Ey İsra Gecesi! Ey göklere gidenlerin yolu!

عيوننا إليك ترحل كل يوم و انني أصلي
Gözlerimiz her gün sana dönüp bakar ve ben dua ederim!

الطفل في المغارة و أمه مريم وجهان يبكيان
Çocuk mağarada ve annesi Meryem’in iki yüzü de ağlıyor

لأجل من تشردوا
Başıboş gezip dolaşanlar için

لأجل أطفال بلا منازل
Evleri olmayan çocuklar için

لأجل من دافع و أستشهد في المداخل
Kapılarda savaşan ve şehit düşenler için

و أستشهد السلام في وطن السلام
Ve barışın şehrinde şehit oldu barış!

و سقط الحق على المداخل
Ve hak, hukuk şehrin kapılarında düşüp yenildi

حين هوت مدينة القدس
Kudüs şehri düştüğünde

تراجع الحب و في قلوب الدنيا أستوطنت الحرب
Aşk da düştü ve dünyanın kalbine savaş yerleşti!

لطفل في المغارة و أمه مريم وجهان يبكيان و أنني أصلي
Çocuk mağarada ve annesi Meryem’in iki yüzü de ağlıyor ve ben dua ediyorum

الغضب الساطع آتٍ و أنا كلي ايمان
Apaçık bir öfke geliyor buna eminim

الغضب الساطع آتٍ سأمر على الأحزان
Apaçık bir öfke geliyor hüzünlere komuta edeceğim!

من كل طريق آتٍ بجياد الرهبة آتٍ
Her taraftan geliyor korku atlarıyla geliyor

و كوجه الله الغامر آتٍ آتٍ آتٍ
Allah’ın her şeyi kapsayan yüzü geliyor geliyor geliyor

لن يقفل باب مدينتنا فأنا ذاهبة لأصلي
Şehrimizin kapısı kapanmayacak ve ben de dua etmeye gidiyorum!

سأدق غلى الأبواب و سأفتحها الأبواب
Kapıları çalmaya gidiyorum ve onlara kapıları açacağım

و ستغسل يا نهر الأردن وجهي بمياه قدسية
Ürdün Nehri’nin (Şeria Nehri) kutsal suyuyla yüzüm temizlenecek

و ستمحو يا نهر الأردن أثار القدم الهمجية
Ve Ürdün Nehri geçmişin barbarlıklarını silecek

الغضب الساطع آتٍ بجياد الرهبة آتٍ
Apaçık bir öfke geliyor korku atlarıyla geliyor

و سيهزم وجه القوة
Güç sahibi yenilecek!

البيت لنا و القدس لنا
Bu ev bizim ve Kudüs bize aittir!

و بأيدينا سنعيد بهاء القدس
Kudüs’e döneceğiz

بايدينا للقدس سلام
Bizim ellerimizle Kudüs barışa kavuşacak..

Nizar Kabbani Şiirlerinden..

“Çünkü lugatlarimin kelimeleri öldüğü için, çünkü yazarlarimin kelimeleri öldüğü için, çünkü romanlarimin kelimeleri öldüğü için yeni bir aşk yolu keşfetmek ve seni orada kelimesiz sevmek istiyorum.”

 

Yasaklanmış Şiirler (Gazaba Uğramış Şiirler)
Nasıl söyler türküsü o ağız,
Dudakları dikilmişken, beyim?
Bir Arap ozanı ölünce bugün
Kim yakarır onun için?
Benim şiirim el öpmez
Şiirimin ellerini öpmek
Sultanlara düşer!

1
Dostlarım
Başkaldırmıyorsa, neye yarar şiir?
Azgınları ve azgınlıkları yıkmıyorsa, neye yarar şiir?
Zamanı ve mekânı
Sarsmıyorsa, neye yarar şiir?
Satrapların başındaki tacı
Yere çalmıyorsa, neye yarar şiir?

2
İşte bunun için çekiyorum başkaldırı bayrağını
Şu âna dek gün yüzü görmeyen milyonlar adına.
Dal ile serçeyi ayıran,
Gül ile sarı çiğdemi ayıran nedir?
Göğüs ile nar’ı ayıran,
Deniz ile zındanı ayıran nedir?
Nedir mavi ayla karanfili ayıran ?
Yiğitlik sözcüğünün gizinden,
Giyotinin gizini ayıran nedir?

3
İşte bunun için çekiyorum isyan bayrağını!
Enikler gibi boğazlanmaya götürülen milyonlar adına
Gözleri oyulanlar adına
Dişleri sökülenler adına
Asitte eritilenler adına, solucanlar gibi
Yoksun olanlar adına
Sesten, düşünceden, dilden
Çekeceğim başkaldırı bayrağını.

4
İşte bunun için çekiyorum başkaldırı bayrağını
O örtünün altında
Öküz gibi oturan halklar adına
Dostluğu büyük, aynı tastan içen halklar adına
Develer gibi yük çeken halklar adına
Gün doğusundan gün batısına
Yük çeken deve gibi
Sudan ve arpadan başka hakkı yok
Özlemi yok beyin karısının
Beyin dişi köpeğinin
Berberinin olmaktan başka.
Yaşasın bir demet yonca
Yaşasın tek tanrı diye Allah’a yalvaran
Halklar adına!

5
Ey şiirin dostları!
Ben ateş ağacıyım, özlemlerin bilicisiyim ben
Elli milyon âşığın gerçek sözcüsüyüm
Sevgi ve inleyiş bilenin ellerinde uyur
Ya da yasemin ağaçlarında.
Ey dostlarım!
Kılıcın saltanatını hep reddeden
Bir yarayım ben..

6
Ey değerli dostlarım!
Dilsizlerin diliyim ben
Görmezlerin gözüyüm ben
Okumazlara denizin kitabıyım ben
Hapishane kaşalotlarına
Gözyaşlarıyla kazınan
Yazılarım ben
Bu çağ gibiyim ben de, sevgilim!
Çılgınlıklarla karşılarım çılgınlıkları
Kırarım nesneleri çocukluktaki gibi
Kanımda devrim ve esenlik kokusu
Hep bildiğiniz gibiyim ben
Hoşuma gider yasa çiğnemek
Hep bildiğiniz gibiyim ben
Şiirleyim…
O yoksa var olmak istemem…

7
Dostlarım!
Sizsiniz gerçek şiir.
Ne gülmenin de önemi var
Ne de surat asmanın
Sultana öfkelenmenin de.
Sizler benim sultanlarımsınız
Sizlerden onur, güç, yetke
İstiyorum
Tuz ve taş üstünde uyuyan
Kentlerde
Şiirlerim yasak.

Şiirlerim yasak,
Çünkü insana
Sevginin ve uygarlığın
Kokusunu taşıyor onlar
Şiirlerim yasaklandı,
Çünkü her dizesi muştu taşıyor sizlere.
Dostlarım!
Sizleri bekletmekteyim hâlâ
O kıvılcımı tutuşturmak için…

Beyrut, 1984 Nizar KABBANİ
Çeviri: Kenan HANOK

Ben Tanığım Yok Senin Üstüne Bir Kadın

1
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Bütün oyuncak bebeklere baktım, yok senin üstüne
Bütün sapık olasılara
Bütün olasılar gibi onlarca yıla
Sabır gibi deliliğime dayandın
Tırnaklarını kemirip
Dürüp defterlerimi
Ana okula başlattın beni
Yok senin üstüne

2
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Zeytin fotoğrafı gibi sulandırırsın ağzımı
Ahlaklı düşüncenle, yok senin üstüne
Deliliğim ve akıllılığım da..yok senin üstüne
Telaşımı usandırdın
Kabına sığmaz halimi beklettin
Yok senin üstüne
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Cesaretimi toplayana kadar
Yarısını sen aldın
Beni sömürdün yaptıklarınla
Beni özgürleştirdin yaşattıklarınla

3
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Benimle iki aylık bebek gibi uğraşacak
Yok senden başka
Önüme kuş sütü koyacak,
Çiçekleri; oyuncakları,
Yok senden başka
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Benimle kerimeydin deniz gibi
Şiir gibi büyülü
Beni şımarttın yaptığınla
Beni baştan çıkardın yaptığınla
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Çocukluğumu yaratana kadar
Ellisine merdiven dayadım..hala yok senin gibisi

4
Ben tanığım yok senin üstüne bir kadın
Bütün insanların takdirini alan..yok senin gibisi
Göbek çukurundadır
Bu dünyanın merkezi
Ben tanığım yok senin üstüne bir kadın
Göbek bağının üstünde filizlenir ağaçlar
Yok senin gibisi
Eriyen karından güvercinler su içer
Yok senin gibisi
Hurafeler yiyor geciken yazının bitkilerinden
Yok senin gibisi
Ben tanığım yok senin üstüne bir kadın
Kısaslardan iki sözcük kaybettim saklanması gereken
Üstüne erkekliğimin titrediği
Yok senin gibisi

5
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Zaman durur biten gününle
Yok senin gibisi
Devrimler ayaklanır biten kölelik sayfalarında
Yok senin gibisi
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
İnsanların yolları değişene kadar, yok senin gibisi
Ve değişti de
Helâl ve haram haritalarda
Yok senin gibisi

6
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Ruhumu kazırsın, aşkın hizasıyla, deprem gibi
Beni yakarsın batırırsın
Ateşe verirsin söndürürsün beni
Hilâl gibi ikiye bölersin
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Devrimden daha uzun ruhumu çözersin
Devrimden daha mutlu
Ekersin beni
Suriye’nin gülleriyle
Ve nanesiyle
Ve portakalıyla
Ey kadınlar
Saçlarınızın altına bırakırım asaletimi
Sorularla getirse de günleri
Ey kadınlar siz bir dilin sözcüklerisiniz
Ancak o,
Geçmişte yaşananları hatırlatır bana

7
İki gözümün denizi bitti
Ellerimin mumlarıyla
Gördüm uygarlıkları
Beyazlık tükendi boşluk gibi
Dokundum billur gibi
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Halının sınırları üstünde toplanır çağlar
Bin binlerce yıldız dolaşır
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın senden
başka ey sevgilim
İlk anılan büyür ekinlerinin üstüne
Ve anılacak olan en son

8
Dudaklarda parıltılar tükenir,
Güzel adalet
Heyetinle bitti şehvet,
Bebeklerin gözyaşlarıyla
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Giydiğin hükümden özgür kalmak mağara
ehlinden yok senin gibisi
Dişlerini kırdın onların
Şüphelerini başlattın
Mağara ehlinin sultanını düşürdün yok senin gibisi
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Göğsüne kabilenin hançerleri yöneldi
Ona ağladı sevgim
Feodalliği sen bittirdin

9
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Açlık bitti görüldüğü gibi
Şiirin uzun açlığı, kimsesiz yürümekten daha uzun
Açlığın rengi kalktı
Uyumlu bütün resimlerin çizgilerinden
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Duman tütse de çıkarsın bu yağan külün içinden
Düşünsem beyaz güvercinler gibi uçarsın düşüncemden
Ey kadınlar sizde yazdım değişiminizin kitabını
Ancak şiirim boyun eğer hepinize
Bütün güzel kitaplardan geriye kalana kadar
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Benimle solan yeşillikte sevginin mirası
Beni alemin üç haberi arasından çıkarırsın
Yok senin gibisi

10
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Senden önce düğümlerimi çözecek
Bedenimin kültüründe
Havarım gitarın havarı gibi
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Mümkün değil bu sevgiyi kaldıracak bir mertebe ateşi..
Yok senin gibisi yok senin gibisi
Yok senin gibisi
Nizar KABBANİ

Çeviri: Metin FINDIKÇI

Fincanı Okuyan Kadın
Oturdu.. Umutlanarak ters çevrilmiş fincanımdan
gözlerinde korku belirdi ansızın
Dedi:
Ey oğul…hüzünlenme
Bu aşk sana yazılmış
Ey oğul
Ölene kadar tanıklar…
Aşka tapmaktan kim ölmüş
Fincanında…dünyanın korkusu dolu
Hayatın yolculuk ve savaşlarla…
Çok seveceksin ey oğul…
Çok öleceksin ey oğul…
Unutulan bütün topraklara aşık olacaksın..
Yenilen krallar gibi geri döneceksin..

Hayatınla, ey oğul, kadının..
Gözleri, suphanallah tapılacak cinsten
Ağzı..bir salkım üzüm gibi resmedilmiş
Gülücüğü, gül musikisi
Ancak senin gökyüzün bulutlu..
Ve yolların… bir kapalı… bir kapalı ki sorma

Ey oğul… kalbinin aşkıdır bu
Kasrın kulesinde uyuyan
Büyük bir kasır bu ey oğul
Köpekleri… ve askerleri dilsiz
Kalbin sultanıysa içinde uyuyor..
Kim girecek kaybolan taşlarından..
Kim tutacak ellerini… kucağından…
Surlara gömülen gözbebeklerini
Tırnaklarını kim çözecek belinden
Ey oğul…
Kaybolan… kaybolan… kaybolan…

Birçok yıldız… görüyorum
Ancak… bir okumaya başlasam
Fincanı tıpkı senin fincanına benziyor
Aynısı bilsen ey oğul
Hüznü senin hüznün aynısı
Kaderleriniz bir… yürüdüğü yol aynı
Aşk dolu… hançerin keskin ağzında
Gölgesi bir sedef gibi
Gölgesi dizili hüzün gibi
Kaderiniz aynı uykuya dalmış
Denizde aşkınız kopan dalgalarda
Parçalanarak… milyonlarca defa…
Yenilen krallar gibi geri dönerek…
Nizar KABBANİ

Çeviri: Metin FINDIKÇI

Hurafeler
Zamanın içindeydik
Küçük kitabelerde
Gece gündüz akıl almaz söylencelerde topladılar
Bizi çalıştılar:
“Tek gözlü kadına bindiler…”
“Tek gözlü kadın ha bire gülüyordu…”
“Tek gözlünün -ahşap kapının ardında-çığlığı”
Sevişmenin suretini bize çıkardı
Dişleri güçlü ve büyüktü
Çocukları boğuyordu, kimseye görünmezdi
Korkunçtu…
Tanrının azabıydı, bize aşıktı
Yıkandı…
Sahranın bitkisi gibiydi
Tuzu emen, toza karışan
Günlerden bir gündü
Karşılaştığı iki adamı yakaladı… yaşlılardı…
kuşatıverdi
Burada kızarttı
Kızarttı duygusu içimizde ve şuurumuzda
Bedenlerimizi ölçüp biçti… çağlar boyu
Sevginin suretini bize çıkardı… heybeli kapıyı
Bize açtı… ölü düştük…
Neşemiz basitti
Basit kaldık
Kadını fahişe sandık veya bir pislik
Alemin çiftleştiğini gördük ve yattığını…
Nizar KABBANİ

Çeviri: Metin FINDIKÇI

Lolita
Yaşım oldu
On beş
Bin defa daha da tatlı oldum
Sevgim sana daha da büyüdü
Bin defa

Belki iki yılda
Yuvarlak yüzümde kırılacak olsa
Güzelliğim, arasındaydı benim ve onun
Elbisem iki dizimi örtecek kadar
Verirdim sana dikilecek o elbisemi
Ve belimin kemerini
Yeterdi, seni bana çekmeye
Kukla
Şekeri kesip
Daha fazlasını isterdim

…Değişirdi
Bu kadar şeyden sonra
Kesilen şekerden sonra ikna olurdum
Ve kukla can verirdi ellerimin arasında
İhtar olur bebeklere
Bin kez
Sen o bebeklerin büyüğü oldun
Bebeklerin en tatlısı oldun ellerimin arasında
Ömrüm oldu
On beşinde

Ömrüm oldu
On beşinde
Girişimle girdi şarkılar ve çiçekler de
Yeşil oldu her şey
Dudaklarım şeftali ve kırık yakut
Memelerim mermerden kubbe
Kaynak suyu, güneş ve çam ağacı
Kadın oldun ve kucağım seni okşamaya hazır
Dümdüzse bir ova ise eğer
İki yıl önce tomurcuklandı
Hayalimde
Dünkü çocuk, böyle
Kapının önünde oynuyordu
Böyle idi kucağında uyuyordu
Böyle yorgun
Kesilmiş cevherle uyanırdı
Önemsemeden

Ömrüm oldu
On beşinde
Daha da güzel oldum
Dansa davet edecekler beni ve kabul edeceğim
Simden şalıma yün dolanır
Ve başlar kendini beğenmiş Arap emirleri gibi
Sen bu günden sonra başlarsın beni yolmaya
Daha da uzamış olarak uyanınca
Ah…sarkıtılmış gibi uzamış uyanırım
Bir parmak…iki parmak
Ah…etrafımda büyüyen çiçekler gibi
Bir diş veya iki diş
Ah..çapak gibi yuvarlak yüzümün üstüne
Eritti beni, ve giysim dikili
Baba sevgisi renginde
Öğretmez bana…babamın rengini
Uyanınca ömrüm..
On beşinde..
Nizar KABBANİ

Çeviri: Metin FINDIKÇI

Tek Yol

Bir tüfek istiyorum
Sattım anamın yüzüğünü
Bir tüfek uğruna
Rehin verdim cüzdanımı

Bize öğretilen dil
Okuduğumuz kitaplar
Ezberlediğimiz şiirler
Beş para etmiyor
Bir tüfek karşısında

Şimdi benim de bir tüfeğim var
Beni de Filistin’e götürün sizinle birlikte
Meryem’in yüzü gibi mahzun bakışlı tepelere
Peygamberin taşına yeşil kubbelere

Tam yirmi yıldır
Bir vatan
Ve bir kimlik arıyorum
Oradaki evimi
Ve dikenli tellerle kuşatılmış yurdumu
Çocukluğumu arıyorum
Mahalle arkadaşlarımı
Resimlerimi kitaplarımı
Her sıcak köşeyi
Her tatlı anıyı

Şimdi benim de bir tüfeğim var
Beni de Filistin’e götürün sizinle birlikte
Ey erkekler!
Yalnızca erkek gibi yaşamak
Ya da erkekçe ölmek istiyorum
Toprağıma zeytin ağaçları dikmek istiyorum
Mis kokulu çiçekler ve portakal ağacı da
Nedir bunun derdi diyen olursa
“Artık derdim tüfeğimin olması yalnızca”

Şimdi benim de bir tüfeğim var
Artık devrimcilerin yanındayım
Dikenler ve tozlar döşeğimdir
Ölümse giysimdir benim

Yazgımız buymuş demiyorum
Aşağılanmak yazgı olmayacak artık

Ben devrimcilerle birlikteyim
Ben de devrimcilerdenim
Taşıdığım günden beri tüfeğimi
Gözlerimde belirir oldu Filistin

Ey devrimciler
Kudüs’te, Halil’de
Bisan’da, Ağvar’da, Beyt-ül Lahim’de
Ey özgürlük savaşçıları nerede iseniz
İleri..Daha ileri……
Barış bir tiyatro oyunu
Adalet bir gösteri yalnızca

Tek yol var Filistin’e gider
O da tüfeklerin namlusundan geçer
Nizar KABBANİ

Çeviri: Kenan HANOK

Uygarlık

Sevginle temizlersin beni bedeviliğimden
Gözlerim ışıldıyor kum ve çakılla
Beni sudan kasır-a sokarsın bütün gece
Beni hüznün mavisine sokarsın
Senin huzurunda soruyorum:
Sen kimsin ey sevgilim?
Peçeyi kaldırarak yüzünden
Bir daha soruyorum: Bu dedikleri o uygarlık mı?..
Nizar KABBANİ

Çeviri: Metin FINDIKÇI

____________________________________RESİM

Gazaba Uğramış Şiirler (Farklı Çeviri)

şarkıcı nasıl söyler şarkısını,
dudakları dikilmişken efendim?
bir arap şairi ölünce bugün
kim dua eder o’na?
el öpmez benim şiirim
doğrusu sultanlara düşer
şiirimin ellerini öpmek!

i
dostlarım
başkaldırmıyorsa,nedir ki şiir?
azgınları ve azışları devirmiyorsa,nedir ki şiir?
zamanda ve mekanda
sarsıntı yapmıyorsa, nedir ki şiir?
kisra nuşirevan’ın başındaki tacı
yere çalmıyorsa, nedir ki şiir?

ii
bunun için çekiyorum isyan bayrağını
şu ana kadar gündüz nedir bilmeyen milyonlar adına.
nedir,dalla serçeyi ayıran
gülle sarı şebboyu ayıran nedir?
nedir memeyle narı ayıran
denizle zindanı ayıran nedir?
nedir mavi ayla karanfili ayıran
yiğitlik kelimesinin sırrını,
giyotinin sırrını ayıran?

iii
bunun için çekiyorum isyan bayrağını!
kediler gibi boğazlanmaya götürülen milyonlar adına
göz kapakları çıkarılanlar adına
dişleri sökülenler adına
sülfirik asitte eriyenler adına,kurtçuklar gibi
mahrum olanlar adına,
sesten,fikirden,dilden.
çekeceğim isyan bayrağını.

iv
bunun için çekiyorum isyan bayrağını
küçük perdenin altında
öküz gibi oturan halklar adına
dostluğu büyük kaşıklarla içen halklar adına
develer gibi yük çeken halklar adına
gün doğusundan gün batısına
yük çeken deve gibi.
sudan ve arpadan başka hakkı yok
hasreti yok emirin karısının
emirin dişi köpeğinin
berberine ait olmaktan başka..
yaşasın bir demet yonca
yaşasın tek ilah diye allah’a yalvaran
halklar adına

v
ey şiirin dostları!
ben ateş ağacıyım,hasretlerin kahiniyim ben
elli milyon aşığın resmi
sözcüsüyüm
sevgi ve inleyiş ehlinin ellerinde
uyur
kah yasemin ağaçlarına.
ey dostlarım!
bıçağın saltanatını hep reddeden
bir yarayım ben..

vi
ey mümtaz dostlarım!
dudaksızların dudağıyım ben
gözsüzlerin gözüyüm ben
okumazlara denizin kitabıyım
ben
hapishane kaşalotlarına
gözyaşıyla kazınan
yazılarım ben
bu çağ gibiyim ben,sevgilim!
çılgınlıklarla karşılarım çılgınlıkları
kırarım nesneleri çocukluk içre
kanımda devrim ve limon kokusu
hep bildiğiniz gibiyim ben
hoşlanırım kanun çiğnemekten
hep bildiğiniz gibiyim ben
şiirleyim…
yoksa var olmak istemem…

vii
dostlarım!
hakiki şiir sizsiniz.
gülmenin de ehemmiyeti yok
surat asmanın da
sultana öfkelenmenin de
siz benim sultanlarımsınız
sizden şeref,kuvvet,kudret
istiyorum
tuz ve taş üstünde uyuyan
şehirlerde
şiirlerim yasak.
şiirlerim yasak,
çünkü insana
sevginin ve medeniyetin
kokusunu taşıyor
şiirlerim reddedildi,
çünkü her beyti muştu taşıyor
dostlarım!
sizi bekletmekteyim hala
kıvılcımı tutuşturmak için…

Resim Dersi

1
boya kutusunu önüme koyuyor oğlum
bir kuş çizmemi istiyor benden
kül rengine batırıyorum fırçayı
bir dörtgen çiziyorum, üstüne bir kilit ve çubuklar
oğlum, gözleri dehşet dolu, diyor ki bana:
“ama bu bir hapishane…
yoksa bilmiyor musun baba, kuş çizmeyi sen?”
oğlum, diyorum ona, ayıplama beni
kuşların biçimini unuttum inan.

2
kalem kutusunu önüme koyuyor oğlum
bir deniz çizmemi istiyor benden
kurşun kalemi alıyorum
siyah bir daire çiziyorum
oğlum diyor ki bana:
“ama bu siyah bir daire, baba
deniz çizmeyi bilmiyor musun yoksa?”
ona diyorum ki: oğlum
eskiden deniz çizmekte ustaydım
ama bugün…
oltayı aldılar benden
av yaklaşmıştı oysa…
mavi renkle konuşmamı da yasakladılar
özgürlük balığını yakalamamı da.

3
resim defterini önüme koyuyor oğlum
buğday başağı çizmemi istiyor benden
kalemi alıyorum
bir üçgen çiziyorum ona
resim sanatındaki bilgisizliğime şaşırıyor oğlum
şaşkın şaşkın diyor ki:
üçgenle başak arasındaki farkı bilmiyor musun baba?
ona diyorum ki, oğlum
eskiden başağın biçimini bilirdim ben
somunun biçimini
gülün biçimini..
ama bu metalik çağda
ormanın ağaçları
silahlı adamlara katıldı ya
güller, lekeli giysilere büründü ya
silahlı başaklar çağında
kuşlar silahlı
kültür silahlı
din silahlı
bir somun alsam
içinde tabanca buluyorum
bir gül koparsam bahçeden
silahını dayıyor burnuma
bir kitap alsam kitapçıdan
parmaklarımın arasında patlıyor…

4
yatağımın kenarında oturuyor oğlum
bir şiir okumamı istiyor benden
gözümden bir damla yaş düşüyor yastığa
korkuyla izliyor oğlum ve
“ama baba diyor, bu gözyaşı, şiir değil!”
ona diyorum ki:
büyüdüğün zaman oğlum
arap şiir kitaplarını okuyunca
sözcükle gözyaşının kardeş olduğunu göreceksin
ve arap şiirinin yalnızca
parmaklar arasından çıkan
bir damla gözyaşı olduğunu…

5
oğlum kalemlerini, boya kutusunu önüme koyuyor
bir yurt çizmemi istiyor benden
fırça titriyor elimde
ağlayarak düşüyorum…

Hâlid bin Velîd’in işten çıkarıldığının resmidir

Arabî çağı çaldılar bizden
nebî’nin evinden fâtımatu’z-zehrâ’yı çaldılar
ey salâhaddîn, kur’an’ın ilk nüshasını sattılar
ali’nin gözlerindeki hüznü sattılar
ey salâhaddin, seni ve bizi toptan sattılar açık artırmada.

arab’ın geleceğini çaldılar bizden
şam’ı fethettikten sonra işten çıkardılar hâlid’i
cenevre’ye elçi olarak atadılar
siyah fötür şapka giyiyor artık o
sigara tüttürüyor, havyar yiyor fransızca homurdanıyor
avrupalı sarışınlar arasında kâğıttan bir horoz gibi geziniyor
hayret, nasıl da evcilleştirdiler bu kureyşli komutanı
kahramanlarımız işte böyle iğdiş ediliyor ey yavrum!

endülüs işi paltosunu çaldılar târık’tan
nişanlarını aldılar, çıkardılar ordudan
güvenlik mahkemesine verdiler
zafer suçundan yargıladılar

zaferin sakıncalı bulunduğu bir zaman geldi yavrum
öyle bir zaman mı geldi artık askerî mahkeme kapılarında suçlanmış durur kılıç öyle bir zaman mı geldi ki gülle karşılıyoruz israil’i
binlerce güvercinle, millî marşla.

hiçbir şey anlamadım yavrum, hiçbir şey anlamıyorum!
güneşi rehin verdiler tefecilere
karaborsacılara sattılar mehtâbı
ömer’in kılıcını kırdılar
ayaklarından astılar tarihi
ayaklarından astılar tarihi
sattılar atı
beyaz örtüyü sattılar
gecenin yıldızlarını sattılar
ağaçların yapraklarını
bedevîlerin gözlerindeki karalığı sattılar
tuzağa düşürmeden önce çocuklarımızı düşürttüler
tuzağa düşürmeden önce çocuklarımızı düşürttüler
tarihin doğum yapmasını önleyen haplar verdiler bize
şam’ın bağdad olmasını engelleyen aşılar yaptılar bize
filistin’in yarası hurma bahçesine dönüşmesin diye haplar verdiler bize
marihuana verdiler atı öldürmek için
katletmek için şahlanışı yahut.
şarap içirdiler bize insanı konumsuz kılmak için
sonra vilâyetlerin anahtarlarını verdiler ve kral diye atadılar bizi kabîlelere

ey salâhaddin !
ey salâhaddin, işitiyor musun radyo yorumlarını ?
kulak veriyor musun bu apaçık alçaklığa?
yiyeceklerini yediler ve işediler arabın güzel çağının yüzüne.

sahneye konan bu oyun nedir ?
sahneye konan bu oyun nedir ?
kimdir kadife perdenin duvarlarını çeken ?
yazarı kimdir?
bilmiyoruz
yönetmeni kim?
bilmiyoruz.
kimseler de bilmiyor, yavrum.
onlar ki kulislerin ardındalar
onlar ki kulislerin ardındalar
vatan denen kadına tecavüz ediyorlar
ayağındaki halhalları satıyorlar
satıyorlar gözlerindeki bahçeleri
göğüslerinin penceresinde ezelden beri eğleşen kuşları satıyorlar
vatanın nesi varsa bir duble viskiye satıyorlar

arabî çağı çaldılar bizden
bedevînin bağrında yanan koru söndürdüler
bütün dağlara “satılık” levhası astılar
teslim ettiler buğdayı, zeytini, geceyi…
portakalın kokusunu görülmeyi yasakladılar düşlere
şiir yazan bütün kuşları hapse tıktılar

öyle bir zaman mı geldi,
silâh sandığı taşıyan herkes, afyon sandığı taşıyan gibi mi yavrum?
öyle bir zaman mı geldi artık,
ikiz mi oldu özgürlükle tutsaklık?
öyle bir zaman mı geldi artık; yapan ellere zıt yapılan iş ?
öyle bir zaman mı geldi; söylenen söz, söyleyen dudaklara zıt ?

ey salâhaddin !
döneklik çağıdır bu, kavî kabîlecilik kabarması.
ebubekir’in evini yaktılar
nebî’nin ailesine el uzattılar gece vakti
kureyş’in ileri gelenleri ecnebîlerin bulaşıklarını yıkar oldular.

ey salâhaddin, söz ne işe yarayacak bu bâtınî çağında?
ve neden şiir yazalım ki, unutulmuşken arabın sözü?

Horoz Kasidesi

1.
mahallemizde
sadist, kan döken bir horoz var
her sabah
mahallenin tavuklarının tüylerini yolar
gagalar, kovalar, tepelerine biner
ve sonra da bırakıp gider
civcivlerinin isimlerini dahi hatırlamaz

2.
gün doğarken bağıran bir horoz var
mahallemizde
zorba samson gibi
salar kızıl sakalını
gece gündüz hükmeder
nutuk çeker bize
marş okur
zina eder
tekdir o, ebedidir
iktidar sahibi, zorbadır.

3.
mahallemizde
saldırgan, faşist, nazi fikirli
bir horoz var
tankla çaldı idareyi
tutukladı hürriyeti ve hür insanları
bir vatanı feshetti
bir halkı feshetti
bir dili feshetti
geçmişi feshetti
çocukların doğumunu
ve isimlerini çiçeklerin
feshetti

4.
mahallemizde
milli bayramda general elbisesi giyen
bir nesli yiyen
bir nesli içen
bir nesli sarhoş eden
cesetlerden oluşan gemiye binen
ve hayali bir orduyu hezimete uğratan
bir horoz var

5.
mahallemizde
bir horoz var arap asıllı
fethetti binlerce karısıyla
dünyayı

6.
mahallemizde
cahil bir horoz var işte
milislerden birine kumanda eden.
saldırmak ve katletmek
haşhaş üretmek
ve döviz kalpazanlığından başka
birşey bilmeyen.
babasının giysilerini satardı
bir vakit
nikah yüzüğünü rehin bırakır
ölülerin dişlerini dahi
çalardı.

7.
bütün marifeti
tabancasıyla
kelimelerin tepesine ateş etmek olan
bir horoz var
mahallemizde.

8.
mahallemizde
asabi, zırdeli bir horoz var
haccac gibi konuşur bir gün
ve
me’mun gibi yürür kibirle
cami’nin minaresinden haykırak:
“beriyim ben noksanlıklardan,
beriyim kusurlardan
hem devletim ben
hem de kanun”

9.
nasıl gelecek bize bereketli yağmur?
nasıl yetişecek buğday?
hayır nasıl inecek üzerimize
ve bereket nasıl örtecek bizi?
allah’ın yönetmediği
horozun hükmettiği bir memlekette?

10.
ülkemizde
horozun biri gider, biri gelir
zulüm aynı zulümdür.
leninci hükümet gider
amerikancı saldırır
ezilen hep insandır

11.
köyün pazarına uğradığı vakit horoz
kibirle, kabarık tuyleriyle
ve omuzlarında parıldayan hürriyet nişaniyle,
haykırır köyün bütün tavukları
hayranlıkla:
“ey efendimiz horoz!”
“ey mevlamız horoz!”
“ey milletin generali, ey meydanın kudretlisi!”
“sensin milyonlarca kadının sevgilisi”
“ihtiyacın var mı bir cariyeye?”
“ister misin bir hizmetçi?”
“peki ya masaj?”

12.
yönetici hikayeyi duyduğunda
boğazlanmasını emretti horozun, cellada
öfkeli bir sesle dedi ki:
“mahallenin veletlerinden bir velet
nasıl cüret eder benimle
iktidar kavgasına
nasıl cür’et eder bu horoz?
ben tek ve ortaksız iken?”

“bilir misiniz ben kimim?
kontrolistan devletinde oturan bir yurttaş
kahvede oturmaktan korkan bir yurttaş
fincanın karanlığından devlet çıkarsa diye
bu acaip devleti tanıyor musunuz?
orada güneşin doğması karara muhtaç
horozun ötmesi karara muhtaç
çiftlerin çocuk doğurma isteği
karara muhtaç
karar çıkmamışsa eğer
sevgilinin saçının rüzgârda uçuşmasını
engeller polis.
durum öyle pespaye ki kontrolistan devletinde
toprak tiksinir tohumdan
her kuş korkar öbür kuşlardan
karar sahibi de karara muhtaç
işte böyle bir devlet kontrolistan”

ben ulusal acı günlerinden geliyorum.
çirkinlikler zamanından.
bozgun diyarından.
korkmuş bir kuş gibi yazıyorum..
sürüp giden patlamalar arasında….
yalnız olduğumuzu mu sanıyorsunuz.?.
bu boğazlanmış vatan, hanımefendi.
perdenin arkasında duruyor.
kolay mı sanıyorsun?.
bir kadının göğsüne yaslanmak….
odam dopdoluyken.
kurbanların cesetleriyle,.
ve yoksulların gözleriyle..

Ey kadın
büyük sevgisini postayla gönderen
sesini rimelini
ve kışkırtıcı kokusunu
ey kadın
ey kendisini tanıdığım ve tanımadığım
durdur, durdur su yazma işini
gönderdiklerin hep çocukça
yazdıkların saçma hep
yok bunlarda bir kadın
postayla ask yapılmaz erkekle
postayla ancak çocuklar baba olur

yirmi yıldır aşkın yolu üzerindeyim
ve hala yol meçhul
bir kez katil
çoğu kez maktul oldum
yirmi yıl… ey aşkın kitabı
hala birinci sayfadayım

büyük aşk
toplumsal düzene muhaliftir
bütün yasaları çiğner

büyük aşıklar
onun için
trafik işaretlerinin önünde
durmayı reddeder…

“… sonra kül devri geldi…
haydutların, kan dökücülerin devri. a-salakların, anarşistlerin devri, çılgınlığın ve çılgınların devri, kuşların gökyüzüne, bulutların yağmura, denizin balıklara, elmanın sağ yanağının sol yanağına, üst dudağın alt dudağa, feyruz’un sesinin feyruz’a karşıt olduğu devir geldi…
… dünya gazetelerinde otuz yaşında bir kadının cesedini dalgaların kıyının kumlarına attığına dair bir haber okursanız bilin ki canına kıyan o kadın benim. Beyrut…”

Share.

About Author

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn