Nerededir ölmüş aşkların mezarı?
Süreyya Berfe, Şiir Çalışmaları’nda böyle soruyor. Önemli bir soru bu. Çünkü, sık sık aşık olanların da sıkı aşık olanların da gereksinimleri vardır böylesi mezarlara.
Genelde aşıklardan biri, bir anda belirler aşkın mezarlığını. Kimi zaman bir çöplüktür, çantanın atıldığı; kimi zaman bir eskicidir, hatıraların satıldığı. Kağıtlara gömer kimi aşkını anlatarak; yastıklara gömer kimi de göz yaşlarıyla ıslatarak. Öfkelenir aşıklardan biri, aşkını sokağa gömer, ayrıldıkları yere; kimi ise telefonkablolarındaki sessizliğe. Semte, şehre ya da ülkeye gömenler başka yere göç ederken; dünyaya gömüp, başka yaşamlara göç etmeyi tercih eder kimisi de… Son oturulan masa, son öpücük, son tokalaşma ya da son bakışlar…
Tüm bu tatsızlıkları bir kenara bırakalım, aşka bakalım. Ne güzel şeydir aşk ki tüm faturalarına katlanmaya değer. Aşk uğruna ‘Bir Şehri Bırakmak’ bile gerekebilir. Çok sevdiğiniz, doğduğunuz, büyüdüğünüz, hatıralarınızın, sevdiklerinizin, ölmüşlerinizin bulunduğu, işinizin, gücünüzün, ekmek paranızın şehri. Bu şehir Orhan Veli için İstanbul’dur ve Bir Şehri Bırakmak şiirini şöyle
bitirir:
Fakat bütün bunlara mukabil
Yine budur başka bir şehirdeki
Bir kadın yüzünden
Bıraktığım şehir.
Orhan Veli için bu kadar önemli olan kadın kimdir? Bu soru genelde yanıtlanamıyor. Sırf bu şiirde değil, Ben Orhan Veli’de de bir aşkını gizliyor:
Yayan dolaşırım,
Mütenekkiren seyahat ederim.
Oktay Rifat’la Melih Cevdet’tir
En yakın arkadaşlarım.
Bir de sevgilim vardır, pek muteber;
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun.
Aralık 1937’de Ankara’da bulunan Orhan Veli, dostlarına pek çok mektup yazar. Bunlardan üçünü Oktay’a Mektuplar adıyla, 15 Ocak 1938 tarihli Varlık Dergisi’nde yayımlar. ‘12.12.37, Ankara Saat 14.30’ notuyla ikinci şiir, ‘en yakın iki arkadaşı’ burada da bir araya getirir.
Şu anda dışarda yağmur yağıyor
Ve bulutlar geçiyor aynadan
Ve bugünlerde Melih’le ben
Aynı kızı seviyoruz.
Arkadaşı Muvaffak Sami Onat’a gönderdiği bir mektupta hayatını anlatan Orhan Veli, aşklarından da söz açar: “1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşımda gurbete çıktım. Yedisinde mektebe başladım. 9 yaşımda okumaya, 10 yaşımda yazmaya merak saldım. 13’te Oktay Rifat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum, hiç evlenmedim. Şimdi askerim.”
Kardeşi Adnan Veli ise O’nun aşkları konusunda şunları yazar:
“Orhan’ın ilk aşkı, (eğer buna aşk demek caizse) on iki yaşında başlar. Beykoz’daki komşularının on yaşındaki kızı Fetanet’i sevmişti. Bu uzun sürmedi. Orhan bir müddet sonra yine Beykoz’da, ‘Pembeliler’ adını verdiği üç kız kardeşin en küçüğü olan ‘Fetanet’e tutuldu. Lisede iken Ankara’da ‘Cazibe’ adında bir başka kızı sevdi. O’nun 1935 yılından sonraki maceraları ve aşkları hakkında burada isim saymaya hakkım yok. Çünkü sevdiği insanların çoğu bugün yuva kurmuştur.”
Oktay Akbal da O’nun aşklarını es geçmez, anılarında:
“Gene unutulmaz anılardan biri, bir Boğaz gezintisi… Sait Faik, Orhan Veli, bir de ben… Necati Cumalı da gelecekti, ama vapuru kaçırmıştı. Ufacık bir vapurdaydık. Kenardaki sıralara oturmuştuk. Önü sıra geçtiğimiz Anadolu kıyılarını, iskelelerini, insanlarını seyrediyorduk. Yıl 1947. Orhan da, Sait de keyifliydiler o gün Bahar henüz gelmemişti, kışın içinde yazdan bir gündü. Beykoz’a varıp, karnımızı doyurduktan sonra köyü gezip dolaşmıştık. Her yeri, hemen hemen her kişiyi tanıyordu Orhan. Bütün satıcılarla, balıkçılarla, kayıkçılarla ahbaptı. Bunlardan biri bizi sandalı ile Yeniköy’e atmıştı. İstinye iskelesindeki gazinoda rakı içişimiz, dedikodular, takılmalar, bilmem neler… Vapurda dönerken Orhan Veli, o sıralarda ilgilendiği bir kadından bahsetmişti gülerek. Hatırımda bunlar kalmış. Kadın, Orhan Veli ile tanışınca derhal ona aşırı bir ilgi göstermiş… Nedense kadınlarla olan serüvenlerini anlatmayı severdi. Bir gece yarısı da Orhan Veli ile Unkapanı Köprüsü’nden Fatih’e kadar yürümüştük. Çakırkeyifti, ben de öyle. Bir resim sergisinde ahbap olduğu bir kadınla geçirmekte olduğu serüveni anlattı durdu. Sevinçli ve alaylı.”
Güzel kadınları severim,
İşçi kadınları da severim;
Güzel işçi kadınları
Daha çok severim.
Quantitatif şiirinde hiç isim vermeyen Orhan Veli, Dedikodu şiirinde, birlikte olduğu iddia edilen (!) kadınları, isimlerini sayarak yalanlar:
Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksekkaldırımda, güpegündüz?
Melahati almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi.
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata’ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o Mualla’yı sandala atıp
Ruhumda hicranın ‘ı söyletme hikayesi?
Mualla ismine Mehmed Kemal’in anılarında da rastlarız:
“İstanbul’a gittiğimde Orhan’ı aradım. Ressam Arad (Agop Arad) vefalı dostu idi, ona sordum. ‘Karaköy’de bir meyhane var, adı: Çat Çat. Orda bulunur’ Tarif üzerine Çat Çat’ı buldum Asıl adı Çat Çat değil, Orhan koymuş bu adı. Yıkıldı. Karaköy Balık Pazarı’nda, Unkapanı’na yakın bir yerde, küçük bir balıkçı meyhanesi. Mualla Abla diye bir kadın işletiyor. Orhan, kadına ‘Mualla Abla’ dediği için olacak, herkes ‘Mualla Abla’ diyor. Kadının davranışlarından Orhan’a önem verdiği belli. Hatta biraz da aşık. Belki bu ablalık ağabeylik, gizli aşkı müşterilere çaktırmamak için icat edilmiş. Vakit öğleye yakındı. Baktım bir köşede şarap içiyor. Kadın mangalın üstünde tava, balık kızartıyor. Sıcak sıcak Orhan’ın önüne koyuyor. Orhan da, Mualla Abla da yoksul yaşantılarından memnunlar. Beni görünce, oturduğu yerden davrandı: ‘Vay Reis!.. Hoş gelmişsin…’ dedi. Boynuma sarıldı. Ben de O’nun. Hemen kaynaştık. Benim taşralı kılığım Mualla Abla’ya hiç aykırı gelmemiş olacak ki, bir balık Orhan’a bir balık bana atıyordu. Biz de şaraptan yudumlayarak bunları afiyetle yiyorduk. İstanbul sosyetesi, sosyalizme de küçük meyhanelere de henüz meraklı değildi.”
Bir de kambur sevgilisi dolaşır dillerden dillere. Ressam Avni Arbaş, yaptığımız bir sohbet sırasında Orhan’ın Üsküdar’daki bir kambur kızı sevdiğini söyler. Doğru mudur? Pek az bilinse de Orhan Veli küçük küçük öyküler de yazardı. İşte bunlardan birisi: Öğleden Sonra’dır. Sıcak bir kış gününü anlatır Orhan Veli bu öyküde. Üsküdar sahilinde dört şeker sandığından yapılmış bir balıkçı tezgahının başındadır arkadaşlarıyla. Bu ‘lokantanın’ sahibinin bir de yardımcısı vardır:
Kambur bir kız. Balıkçının kızı olduğunu öğrenir daha sonradan. Kılığını, kıyafetini, güler yüzünü anlatır. O’nu anlatmasından anlasanız da Orhan Veli, kendisi de söyler bu aşkı: “Ben bu kambur kızı gerçekten beğendiğime inanıyorum. Kimi adamlar der ki: ‘Aşk insanı güzelleştirir’miş. Orasını bilmem; ama iş güzelleştiriyor. Bu sözün doğruluğunu, kambur kızda, elle tutulur bir gerçek
halinde buldum.” Bir ara adını da öğrenir “Ayşe” diye seslenen birisinin yardımıyla. Sonra yanındaki arkadaşına anlatır bu durumu:
“-Musa Kaptan, şu balıkçının kızı ne güzel değil mi?
-Hangisi?
-Canım, şu kambur kız işte.
Ha! Güzeldir. Ama biz, aramızda çalışan kadınlara kötü gözle bakmayız.
-Canım, kötü gözle bakmayız elbet. Kötü gözle bakan mı var ki? Allah Allah, sen de amma adamsın yahu! Güzel dedim; hepsi o kadar.
-Ha! Güzeldir.”
Ama içerler Orhan Veli bu ‘kötü gözle bakma’ lafına ve anlatır da anlatır Ayşe’ye nasıl baktığını. Sonuna doğru “Ah, ben Ayşe’ye gerçekten tutuldum galiba” derken bir de dilek diler: ” Sonunda karşı sırtların ardında güneş battı. Keşke batmasaydı; ne güzel
bir gündü!”
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Derdim Başka şiirine bu iki mısrayı da yazan şairimiz, ölmeden önce ceplerinde en son şunları taşır: 28 kuruş, at yarışlarına ait bir program ve sarı ambalaj kağıdına sarılmış bir diş fırçası.
Bu ambalaj kağıdında, Aşk Resmi Geçidi adlı bir şiir vardır. Orhan Veli, şiiri bu kağıda yazdıktan sonra çok değiştirir, fakat onlar bulunamaz. Diş fırçasının ıslaklığından kimi yerleri silinen bu şiirde aşklarını yazar Orhan Veli:
“Birisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? İlk göz ağrısı.
İkincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.
……..çıkar
……..dururduk mahallede
……..halde
……..yan yana yazılırdı duvarlara
……..yangın yerlerinde
Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi.
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.
Beşinciyi geçip altıncıya geldim.
Onun adı da Nurinnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın içi Nurinnisa.
Yedincisi, Aliye, kibar kadın.
Ama ben pek varamadım tadına.
Bütün kibar kadınlar gibi
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.
Sekizinci de o bokun soyu.
Elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı küplere bin.
Üstelik ……..
Yalanın düzenin bini bir para.
Ayten’di dokuzuncunun adı.
İş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.
Onuncusu akıllı çıktı
…….. gitti ……..
Ama haksız da değildi hani.
Sevişmek zenginlerin harcıymış
İşsizlerin harcıymış.
İki gönül bir olunca
Samanlık seyranmış ama,
İki çıplak da, olsa olsa,
Bir hamama yakışırmış.
İşine bağlı bir kadındı on birinci.
Hoş, olmasın da ne yapsın,
Bir zalimin yanında gündelikçi,
.leksandra
Geceleri odama gelir,
Sabahlara kadar kalır.
Konyak içer sarhoş olur,
Sabahı da iş başı yapardı şafakla.
Gelelim sonuncuya.
Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der.
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.”
Orhan Veli’nin sonuncu aşkı, Nahit Hanım’dır. Kardeşi Adnan Veli’nin söylediği gibi ölene kadar da sevmiştir O’nu. Nahit Hanım’a mutlu bir ömür dilerim.
Şiirlerinde yazdığı hiçbir şeyin kendi hayatından alıntı olduğunu iddia edemeyiz ama, aşklarından beşinciyi geçmesinin, Ben Orhan Veli ya da Oktay’a Mektuplar-2 şiirlerindeki aşklarının birinden kaynaklandığını söylemeden edemeyecek ve yazıyı Orhan Veli’nin İş Olsun Diye adlı şiiriyle, yorumsuz olarak bitireceğim:
Bütün güzel kadınlar zannettiler ki
Aşk üstüne yazdığım her şiir
Kendileri için yazılmıştır.
Bense daima üzüntüsünü çektim
Onları iş olsun diye yazdığımı
Bilmenin.