“Cehalet bizi boğuyor artık. Eskiden zalimin zulmü vardı, şimdi cahilin zulmü! Yalnız cehalet değil, cehalet ve kötü niyet karması, bu ülkedeki her vicdanlı, iyi niyetli, kaliteli insanı boğuyor artık. Bir yanda körkütük cahil kötü niyet, bir yanda hoyratlık, sevgisizlik, düşmanlık ortamı… Bir şey oldu bu insanlara, kimse kimseyi sevmez oldu. Sinsi, bir tür nefret başını çıkardı bütün duyguların arasından. Alaycılık bütün üslupların arasında belirginleşmeye başladı. Sadece ezberletilen şarkıları söyleyebilenler ortalıkta. Sevmeden aşık olanlar, kavga etmeden yenenler, cin olmadan adam çarpanlar yeni kurallar koydular sanki ve kaptırdı insanlar kendini bu düzene.”
Meral OKAY
Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman”ın eşyaları var…Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma halidir… Yaman o kadar temiz bir adamdı ki ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben derdim ki; bu adam ne zaman yorulacak! Meğer acelesi varmış…Herşeyi o kadar yoğun, hızlı ve coşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. Ben köşeleri çok olan bir insandım. Yaman beni eğitti… Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ”biz” olabilme halidir…İnsan egosu denetlenmesi en güç şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz… Biz birbirimize karşı çok saygılıydık… Eee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik… Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi… Aşk bazen de bir kıyamama halidir… Şunu çok açık yüreklilikle söyleyebilirim, o benden daha iyi bir insandı…O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar temiz yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın…O, o kadar ahlaklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız. Böyle bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana…Bu ateşle yanma hali o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın…Yaman’la her günümüz sevgililer günüydü…Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır…Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken boğaz’ı turlardık.Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda eksik aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır… Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıklardaki tutku kutsanır hep…Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre sahibiz biz.. Meral Okay – Bir Nefes İstanbul
Meral Okay’ın eşi Yaman Okay’ı ve aralarındaki aşkı Sırrı Süreyya Önder’e anlattığı satırlar, dün internet sitelerinde dolaşarak tıklanma rekorları kırdı
– Bizim Yaman’la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı… O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır…
– Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ‘biz’ olabilme halidir… İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz…
– Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik… döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi… aşk bazen de bir kıyamama hâlidir…
– Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana… Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın…
– Yaman’la her günümüz Sevgililer Günü’ydü… Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır… Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz’ı turlardık…
– Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır… Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep… Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz..
– Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum… Risk almıyorlar… Aşk emniyetli bir şey değildir… Emniyetli olan sevgidir… Aşk ehlileşmez… Sakinleşemez… Öyle olursa akraba olursunuz…
11-04-2012 – 08:14
Ece Temelkuran Meral için…
10.04.2012
Yazmam böyle şeyleri. Özel meseleler bunlar. Ama sanırım bu kez kayda geçmeli. Niye? Anlatacağım.
Sabah sekizdi galiba, belki daha erken. Uyuyorum. Telefon çalıyor, telefonda bir kadın hüngür hüngür ağlıyor:
“Yazını okuyorum şimdi onun mezarı başında. Bugün Yaman’ın ölüm yıldönümü.”
Susuyorum.
Ağlarken şaşkınlığıma gülüyor:
“Meral Okay ben.”
Yıl 2002’ydi. Irak’a savaş açacaklardı, Meclis’te harıl harıl fezleke çalışması. Mehmet Ali Alabora ile birlikte Savaş Karşıtları sözcüsü yaptılar ikimizi. Kafası kesik tavuk gibi koşturuyoruz, bir Ege Üniversitesi’ndeyiz, bir ODTÜ’de, hatta bir gece Ankara’da Roman mahallerinde davulcu zurnacı örgütlemekte. Geceleri sokaklarda binlerce insan beraber zıpladığımızı hatırlıyorum şimdi:
“Öldürmiycez ölmiycez! Kimsenin askeri olmıycaz!” Arjantin’den dönmüşüm. Kafam bir gönül meselesine bozuk, fena bozuk. O sebeple zaar, Arjantin eylemleri ile Irak işgali arasında, o hengamede yani, bir aşk yazısı yazmışım demek. Hatırlamıyorum şimdi hangi yazı. Bilmem numaramı nasıl buldu, telefonda Meral Okay o yazıya ağlıyor sarsılarak. Ben böyle tanıştım Meral’le. Aşk, o zaman, Yaman’a bir zamanlar yazdığı mektubunda söylediği gibi, “Her şeyin üzerinden atlayabiliyordu”. Aşk yüksek atlayabildiği için belki, savaş Türkiye’yi geçip uzun atlayabiliyordu…
Aynı yıl. Sezen konserler veriyor. Ermenice, Yunanca ve Kürtçe şarkılar söylüyor, çocuklarla beraber sahnede. Yer yerinden oynuyor. Paşalar çıldırmış, vatandaş (!) ayakta. İzmir’de konser verilmiş, İstanbul’da verilecek. Fakat Sezen tedirgin. Bir yazı yazıyorum o zaman. Yazıyı sevmiş, Meral’den almış numaramı, Sezen arıyor bu sefer. Konsere davet ediyor. O günlerde de ne varsa, tansiyonum inip çıkıyor. Konser muhteşem. Meral kulise götürürken beni “Meral ben iyi değilim, tansiyonum yükseliyor galiba” dememle küüt! Kulisten içeri yuvarlanıyorum. Gözümü açtığımda sağ kolumda Sezen tansiyonumu ölçüyor, sol yanımda Cemil İpekçi nabzımı alıyor. Ayakucumda Mehmet Ali Birand, Zeynep Oral ve Güler Sabancı! Bir ölümlü bu ebatta bir absürdlüklükle sınanmamalı.
Ertesi sabah yine çok erken bir saatte -erken aramak bu ekibin huyu, böylece anlıyorum bunu- telefonda tanıdık bir ses:
“Bak ben sordum, keçiboynuzu yiyecekmişsin tansiyon için. Göndereyim mi keçiboynuzu!”
Duraklayınca ben:
“Sezen ben, Sezen!”
Çok güldüydük o telefonda ve sonra Meral’le. “Bana bunu yapmayın” dedim, “Gözümü açıyorum Sezen tansiyon alıyor, gözümü kapıyorum bir sabah sen arayıp ağlıyorsun! Sarsmayın beni arkadaş!”
Meral’in bütün gövdesini sarsan bir gülüşü vardı, dipten gelen. Yüzünün tamamıyla gülerdi…
O günler iyi günlermiş. Şimdi bakınca… Sonra Türkiye’ye ağır ağır bir şey olmaya başladı. Sinsi bir tür nefret başını çıkardı bütün duyguların arasından. Alaycılık bütün üslupların arasında belirginleşmeye başladı. “Başka şeyler söylemek lazım” diyenleri askerler değil, hayaletler kovalamaya başladı. Bizans entelejansiyası bir kalyon gibi gıcırdayarak yön değiştiriyordu. Meral, Yaman’ı anlattığı mektubunda söylemiş: “Herkes kendi bacağından asılan koyunlar tarifinde”! Sanki o gün yağan yağmurlar -bugünden bakınca bir kez daha- bu çamurları getirdi. Bu dönemi sonra anlayacağız. Şimdi anlamaya çalışanların başına iş geliyor, malum.
Yıl 2005. Beyoğlu’nda bir kahvede kırık Türkçeli bir adam yaklaştı. Gömlekli, kumaş pantolonlu ve gayetten özgüvenli. Beyefendinin sadece bir yıl sonra beni “Beynelminel” adlı filminde gazeteci rolüne çıkaracağını kim bilebilirdi? Sırrı, o filmde beni “artiz” yapıp, Meral’i de konsomatris rolüne çıkararak bir dönemi anlattı. Şimdi bakıyorum Meral’in yarım yamalak yazılmış biyografisine. Aceleyle hazırlandığı öyle belli ki. “12 Eylül döneminde yaşadıklarını Beynelminel filmine yansıttı” diyor biyografiler, kesip kesip yapıştırmış bütün siteler. TİP’in işyeri temsilciliğini yapmış, sonuna kadar her röportajında muhalif olduğunu hissettirmiş bir kadının, aşkını ve isyanını memleketiyle birlikte yaşadığı on yıllar öyle bir cümle ile… Neyse.
Sonra davalar başladı. Sonra Türkiye biraz daha değişti. Taşları bağladılar azizim, taşları sıkı sıkı bağladılar. O yüzden Meral ciğerinin derdine düşmüşken, o güzelim kadını, tehditler yüzünden ev taşımak zorunda bıraktılar. Muhteşem Yüzyıl’da Kanuni, Hürrem’i öptü diye ve bilmem hangi kutsallar zedelendi diye, kanser tedavisi sırasında Meral’i polis korumasına mahkum ettiler. Sübhaneke, dinimiz, amin. Taşları bağladılar azizim, geri kalan herkesi susturdular. Sadece ezberlettikleri şarkıları söyleyebilenleri ekranlara oturttular. Öpüşmeden aşık olanlar, kavga etmeden yenenler, cin olmadan adam çarpanlar ülkenin yeni kurallarını koydular.
“Bana bak! Söz ver bana. Konuşacaksın. Susmayacaksın”
dedi Meral. Şubat ayında, o delirmiş gibi kar yağan günlerden birinde, yine bir sabah telefonunda:
“Derhal buraya geliyorsun!”
“Kayda Geçsin” çıkmış, malum saldırılar başlamış. İşsiz kaldığımda da aramış, ama Meral o günlerde kesinlikle daha yakın temas gerektiğine karar vermiş.
Eve girdim, elinde televizyon kumandası, ekranda iki soytarı “Türkiye’de demokrasi ne güzel! Ah ne güzel!” makamından analiz manaliz bir şey yapıyorlar. Meral küfrediyor:
“Kardeşim sen kendini daha beter mi hasta edeceksin!” dedim.
“Yok yok” dedi, “Bana iyi geliyor. Küfrediyorum bol bol.”
“Anlat bakayım, ne oluyor?” dedi. Anlattım. “Delirtecekler beni Meral” dedim, o zaman işte “Bak ben kibarlıktan kanser oldum. Sus sus sus… Sonra böyle oldum. Bana bak! Söz ver bana…” Sonra 12 Eylül’ü anlattı. Biraz Yaman’ı. Ölüm tehditlerini anlattı. Cüppeli cüppesiz tehditleri… “Bir şey oldu bu memlekete. Kimse kimseyi sevmez oldu” dedi.
Sonra Meral gitti…
İnsanın en çok asaletini hırpalıyor memleketim. Ne ümidini, ne inadını ama en çok yasının asaletini… Eti parça parça koparan alıcı kuşlar gibi. Yaşarken onu kanser edenler, daha son nefesini verir vermez yağlı yağlı sırıtmaya başladılar internet sitelerinden. Bir araba irin. Ayıptı eskiden böyle şeyler. Ama Meral’in dediği gibi, “Bir şey oldu memlekete.”
Onu ilk tanıdığım günlerde yüzbin insan yürüyorduk Ankara’da. “Savaşa hayır!” diyorduk. Gazetelerde harıl harıl savaşa karşı yazıyordu yazarlar. Yazmayanı çok ayıplıyorduk. Şimdi bakıyorum, ayıplayacak pek insan bırakmadılar. Şimdi bakıyorum da Meral’in kanseri, ayıplanacaklar karşısında kibarlık gösterip susmaktan olan kanseri yani, bu memleketle ilgiliydi. Meral’i uğurladığımız gün Suriye ile savaşın çıkmasından yakın bir ihtimal olarak bahsedildiği bir gün. Kimse yürümüyor sokaklarda. Yürüyenler ekseriyetle voltada. Sonra “Aşk niye yok?” diye sorarsanız diye Meral söylemişti mektubunda:
“Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.
Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.
Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.”
Yazmam böyle şeyleri, özel meseleler bunlar. Ama bu kanserin bu memleketle ilgisi var. Bu aşkın olduğu kadar…
Kederim sana nur olsun Meral.
Meral Okay | |
---|---|
DoğumMeral Katı 20 Eylül 1959(1959-09-20) Ankara, TürkiyeÖlüm9 Nisan 2012 (52 yaşında) İstanbul, TürkiyeMeslekSenarist, Söz yazarı, Oyuncu
Meral Okay (20 Eylül 1959, Ankara – 9 Nisan 2012, İstanbul), Türk, senarist, oyuncu, söz yazarı.
Yaşam öyküsü
Meral Okay, 20 Eylül 1959 tarihinde Ankara’da doğdu. Anıttepe Lisesi’nde liseyi bitirdi. Beş yıl devlet memurluğu yapan Okay, bu süreçte Toprak Mahsulleri Ofisi’nin Dünya Bankası projelerinde ve TBMM’nin Atatürk’ün 100’üncü yaşı kutlamaları çerçevesinde kurulan bir komisyonunda yer aldı. 12 Eylül döneminde Türkiye İşçi Partisi üyesi ve işyeri temsilcisiydi.
1984 yılında sinema ve tiyatro oyuncusu Yaman Okay’la evlendi. Eşi 1993’te, 41 yaşında kanserden yaşamını yitirdi
İstanbul’a taşınarak Günaydın gazetesinde çalışmaya başladı. Dergicilik, yayıncılık, yapımcılık, Sezen Aksu ile sahne çalışmaları yaptı, şarkı sözleri yazdı. İkinci Bahar dizisiyle ünlendi. Bir filmde yapımcılık denemesinde bulundu. Son olarak Muhteşem Yüzyıl dizisinin senaristliğini yapıyordu.
9 Nisan 2012’de sabah saatlerinde evinde akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetti.
Ödülleri
- 14. Adana Altın Koza Film Şenliği – 2007, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Beynelmilel
- 24. Siyad Türk Sineması Ödülleri – 2002, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Hiçbiryerde
Filmografisi
Oyuncu
- Bir Bulut Olsam (2009) – İnci Batur
- Alia (2008)
- Beynelmilel (2006) – Aydeniz Derya
- O Şimdi Asker (2002) – Resmiye
- Hiçbiryerde (2001) – Melek
- Koltuk Sevdası (2001)
- Yeditepe İstanbul (2001) – Havva
- İkinci Bahar (1998) – Kasap Melahat
- Seni Seviyorum Rosa (1992)
Senarist
- Yasemince (1997)
- Asmalı Konak (2002)
- Fedai (2007)
- Bir Bulut Olsam (2009)
- Muhteşem Yüzyıl (2011)
Diğer
- Beynelmilel (2006) – Yapım koordinatörü
- Körfez Ateşi (2005) – Proje danışmanı
- İstanbul Şahidimdir (2004) – Proje tasarım
- Akademi Türkiye (2003) – Jüri üyesi
- Yarın Geç Olmayacak (2000) – Yapımcı
- Propaganda (1999) – Basın ve halkla ilişkiler
Meral Okay Servetini Nereye Bıraktı ?
İzlenme rekoru kıran dizilerin senaristi Meral Okay, mal varlığını İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince bölgesinde Aziz Nesin adına kurulmuş olan Matematik Köyü’ne bağışladı.
Çocuğu bulunmayan Okay’ın, mallarını bıraktığı ve kısa süre önce maddi imkansızlıklar nedeniyle kapatılma tehlikesi yaşayan köyün başında Aziz Nesin’in oğlu Prof. Dr. Ali Nesin bulunuyor.
1995 yılında ölen Aziz Nesin tarafından kurulan ve Nesin Vakfı’na bağlı olarak faaliyet gösteren köyde ünlü matematikçiler, 7’den 70’e herkese ücretsiz eğitim veriyor.
3 PROJESİ MASADA KALDI
Okay’ın, masasında 3 proje daha olduğu bilgisi de ortaya çıktı.
Okay’ın, “Allah uzun ömür verirse yazmayı çok isterim” dediği Sultan Abdülhamid dönemi ile Ahmet Altan’ın “Kılıç Yarası” ve “İsyan Günlerinde Aşk” romanlarını senaryolaştırmak üzerinde çalıştığı da öğrenildi.
Meral Okay’ın dizi sektöründe bıraktığı izleri, Hürriyet’ten Ceyhun Kuburlu haberleştirdi:
İKİNCİ BAHAR EN PAHALI DİZİ OLDU
Okay, 12 yıl önce İkinci Bahar ile Türk dizi tarihinde yeni bir sayfa açtı. Milyonları ekran başına toplayan dizinin izlenme oranları derbi maçları bile geçti. Başrolde Türkan Şoray ve Şener Şen’in oynadığı dizi bütçesiyle de çok konuşuldu. Dönemin en pahalı yapımları arasında olan İkinci Bahar’dan sonra televizyon ekranlarındaki dizilere önemli bütçeler ayrıldı. Dizinin aylık bütçesi 200 bin doları buluyordu.
ASMALI KONAK İLE 10 MİLYON LİRA
Okay, sinema tarihinin en çok konuşulan filminin senaryo yazarlığını yaptı. Asmalı Konak dizisinin finalini beyaz perdeye taşıyan Meral Okay, 2 milyona yakın izleyiciyi sinema salonlarına çekmeyi başardı. Filmin geliri 10 milyon lirayı geçti. Beynelmilel filmi ise beyaz perde de 431 bin izleyiciye ulaştı. Filmin hasılatı 3 milyon lirayı geçti.
Asmalı Konak televizyonda yayınlandığı tarihte ulaştığı rating kadar aldığı reklamla da konuşuluyordu. Dizinin son bölümünde 85 markanın, 81 dakika 27 saniye süren 232 reklamı yayınlandı. 2003 yılında Türkiye’nin reklam veren tüm markaları Asmalı Konak’a reklam verdi. Asmalı Konak’ın yayımlandığı son bölümü diğer bölümlerden farklı tarife ile fiyatlandırıldı. Kanal yönetimi şirketlere özel anlaşma ve indirim gibi haklar da tanımadı. Dizinin son bölümünden elde edilen reklam geliri 7 milyon doları geçti.
MUHTEŞEM YÜZYIL, MUHTEŞEM PARA
Meral Okay’ın son dizisi ise Muhteşem Yüzyıl oldu. Senaryosunu yazdığı Muhteşem Yüzyıl geçtiğimiz dönemde yurtdışına ihraç edilmeye başlandı. Bosna Hersek, Afganistan, Hırvatistan, İran ve Arnavutluk gibi daha çok komşu ülkelere ihraç edilen dizi sektöre de önemli katkı sağladı. Türk dizilerinin bölüm başı fiyatları Muhteşem Yüzyıl sayesinde 3’e katlandı. Dizi bugün 41 ülkeye ihraç edilirken, bu rakam yıl sonuna kadar 60 ülkeye ulaşacak.
GÜLE GÜLE DOSTUM
Sezen Aksu, cenaze namazının kılınmasını caminin karşısındaki bir kafede bekledi. Son derece üzgün olduğu ve sürekli ağladığı görülen sanatçıyı, oğlu Mithatcan Özer ile yakın arkadaşları teselli etmeye çalıştı. Aksu, cenaze namazı kılındıktan sonra Meral Okay’ın tabutu başına gelerek eski dostuyla vedalaştı. Güçlükle ayakta durabilen Aksu’nun zaman zaman “Allahüekber” diye mırıldandığı fark edildi.