Mahmut Derviş, (محمود درويش) (d. 13 Mart 1942, Al-Birwa – ö. 9 Ağustos 2008, Houston), Filistinli şair.
Son dönem Filistin şiirinin en önemli şairlerinden olan Mahmut Derviş, 1941 yılında Celile’de doğdu. Henüz çocukken, doğduğu köy İsrail tarafından işgal edilerek yıkılınca, ailesiyle Lübnan’a göç etmek zorunda kaldı.
Şiir yazmaya, iki kilometre uzaklıktaki okuluna yürüyerek gittiği ilköğretimi sırasında başladı. İlk şiirlerininyayımlanma sürecinde, “El-arz” (Toprak) cephesinde etkinlik gösterdi. “El İttihad” gazetesi ile “El Cedid” dergisinin yazı işleri müdürlüklerini yaptı. Şiirleri 20’den fazla dile çevrilen Filistinli şair, 2003 yılında uluslararası Nazım Hikmet şiir ödülüne de layık görüldü. 1982 yılı Eylül ayında Sabra ve Şatilla’da yaşanan katliamın ardından yazdığı Beyrut Kasidesi ile 1984’te te Sovyetler Birliği’nde Lenin ödülünü aldı. Şiirleri ve yazıları nedeniyle birçok kez tutuklanarak cezaevinde yatan şair, Filistin halkının yaşadığı zorlukları dizeleriyle anlatmasıyla tanınmaktaydı. Adı, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nün önde gelen adayları arasında geçen Derviş, lirik örnekler gösteren şiirinde, geniş bir insanlık tarihi ve coğrafyasını konu edindi. 1970 yılında İsrail’den sürgün edilen sanatçı, iki yıl süreyle bir çok Arap ülkesinde dolaşmak zorunda kaldı. 2008 yılı Mayıs ayında 2. Beyoğlu Şiir Festivali kapsamında Türkiye’ye geldi. Birçok şiiri Marcel Khalife, Majida El Roumi ve Ahmad Qa’abour tarafından bestelenen şair, Hamas ve El Fetih örgütleri arasındaki çatışmaları da eleştirel bir yaklaşımla şiirlerinde konu edindi. İsrail kökenli Fransız yönetmen Simone Bitton, 1997 yılında Fransız televizyonunda, kendisi hakkında bir Mahmut Derviş belgeseli yayınladı. Türkçeye çevrilen 20 civarında kitabı bulunan Derviş, geçirdiği bir açık kalp ameliyatı sonucu yaşamını yitirdi. Filistin ulusal marşı Neşîd el-intifada’nın söz yazarı olan sanatçının en bilinen şiiri, şu sözleriyle tanınmaktadır:
“ Kaydet; ben bir arabım… kart numaram elli bin… sekiz çocuğum var… dokuzuncusu önümüzdeki yaz geliyor. kızdın mı… Kaydet; ben bir arabım… (..) ama lütfen yaz… herşeyden öte… kimseden nefret etmem ben…
Ödülleri
- Uluslararası Nazım Hikmet Ödülü, 2002
- The Lotus Prize (1969; from the Union of Afro-Asian Writers)
- Lenin Peace Prize (1983; from the USSR)
- The Knight of the Order of Arts and Letters (1993; from France)
- The Lannan Foundation Prize for Cultural Freedom (2001)
- Prince Claus Awards (2004)
- “Bosnian stećak” (2007)
- Golden Wreath of Struga Poetry Evenings (2007)
Yapıtları
Şiirleri
- Asafir bila ajniha (Wingless birds), 1960
- Awraq Al-Zaytun (Leaves of olives), 1964
- Ashiq min filastin (A lover from Palestine), 1966
- Akhir al-layl (The end of the night), 1967
- Yawmiyyat jurh filastini (Diary of a Palestinian wound), 1969
- Habibati tanhad min nawmiha (My beloved awakens), 1969
- al-Kitabah ‘ala dhaw’e al-bonduqiyah (Writing in the light of the gun), 1970
- al-‘Asafir tamut fi al-jalil (Birds are Dying in Galilee), 1970
- Mahmoud Darwish works, 1971. Two volumes
- Mattar na’em fi kharif ba’eed (Light rain in a distant autumn) 1971
- Uhibbuki aw la uhibbuki (I love you, I love you not), 1972
- Jondiyyun yahlum bi-al-zanabiq al-baidaa’ (A soldier dreaming of white lilies), 1973
- Complete Works, 1973. Now al-A’amal al-jadida (2004) and al-A’amal al-oula (2005).
- Muhawalah raqm 7 (Attempt number 7), 1974
- Tilka suratuha wa-hadha intihar al-ashiq (That’s her image, and that’s the suicide of her lover), 1975
- Ahmad al-za’tar, 1976
- A’ras (Weddings), 1977
- al-Nasheed al-jasadi (The music of human flesh), 1980. Joint work
- Qasidat Bayrut (Ode to Beirut), 1982
- Madih al-zill al-‘ali (A eulogy for the tall shadow), 1983
- Hissar li-mada’eh al-bahr, 1984
- Victims of a Map, 1984. Joint work with Samih al-Qasim and Adonis in English.
- Sand and Other Poems, 1986
- Hiya ughniyah, hiya ughniyah (It’s a song, it’s a song), 1985
- Ward aqal (Fewer roses), 1985
- Ma’asat al-narjis, malhat al-fidda (Tragedy of daffodils, comedy of silver), 1989
- Ara ma oreed (I see what I want), 1990
- Ahad ‘asher kaukaban (Eleven planets), 1992
- Limaza tarakt al-hissan wahidan (Why did you leave the horse alone?), 1995. English translation 2006 by Jeffrey Sacks
- Psalms, 1995. A selection from Uhibbuki aw la uhibbuki, translation by Ben Bennani
- Sareer El-Ghariba (Bed of a stranger), 1998
- Then Palestine, 1999 (with Larry Towell, photographer, and Rene Backmann)
- Jidariyya (Mural), 2000
- The Adam of Two Edens: Selected Poems, 2001
- Halat Hissar (State of siege), 2002
- La ta’tazer ‘amma fa’alt (Don’t apologize for what you did), 2003
- Unfortunately, It Was Paradise: Selected Poems, 2003. Translations by Munir Akash, Caroyln Forché and others
- al-A’amal al-jadida (The new works), 2004. A selection of Darwish’s recent works
- al-A’amal al-oula (The early works), 2005. Three volumes, a selection of Darwish’s early works
- Ka-zahr el-lawz aw ab’ad (Same as almond flowers or farther), 2005
Düzyazıları
- Shai’on ‘an al-wattan (Something about the homeland), 1971
- Wada’an ayatuha al-harb, wada’an ayuha al-salaam (Farwell, war, farwell, peace), 1974
- Yawmiyyat al-hozn al-‘aadi (Diary of the usual sadness), 1973 (Türkçesi Hakan Özkan, 2009 [1])
- Dhakirah li-al-nisyan (Memory for Forgetfulness), 1987. English translation 1995 by Ibrahim Muhawi
- Fi wasf halatina (Describing our condition), 1987
- al-Rasa’il (The Letters), 1990. Joint work with Samih al-Qasim
- Aabiroon fi kalamen ‘aaber (Bypassers in bypassing words), 1991
- Fi hadrat al-ghiyab (In the presence of absence), 2006
“Mahmut Derviş Filistin’in Nazım Hikmet’idir”
Bereket Kar, Filistinli şair Mahmut Derviş’in ardından anlattı: “Şair kimliğiyle ön planda olsa da Filistin Kurtuluşu için mücadele etti. Derviş Filistin’in Nazım’ıdır. Ona yapılan yasaklamalar buharlaştı ve bugünse Arap edebiyatının en büyük şairidir.”
Ortadoğu uzmanı, gazeteci, yazar Bereket Kar Mahmut Derviş’in şair kimliğini ve Filistin mücadelesindeki yerini anlattı.
“Şiirlerinde birlik temasını işlerdi”
Derviş’in şiirinin bütününde Filistin sevgisinin baş tema olduğunu söyleyen Kar, “Filistin’in kurtuluşu uğruna mücadelesinde hiçbir uzlaşma ve taviz kabul etmeyen bir devrimci çizgisi mevcuttu. Şiirlerinde de işlediği birlik temasıyla Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kapsamındaki örgütlerin çokluğu ve yaşanan ayrılıklara karşı mücadele veriyordu.Filistin’in meşru ve resmi temsilcisini FKÖ olarak kabul ediyor, Filistin mücadelesinin tek çatı altında olması gerektiğini savunuyordu.”
“Sürgündeyken de şiir yazardı”
Kar, şairin tüm dünyada şiirleriyle ön plana çıktığını ama bunun yanında her zaman örgütlü mücadeleyi savunduğunun altını çizerek; “Sürgündeyken de herkes onun bulunduğu yerden taviz vermeden Filistin mücadelesi için çalıştığını bilirdi, şiir yazmaya sürgündeyken de ara vermedi, sürgün yaşantısını şiirlerine de konu edindi” dedi.
“Arap yönetimlerince uzun yıllar yasaklıydı”
Derviş’in dünyada çok sevilen bir şair olmasına rağmen Arap ülkelerinde yıllarca dışlanıp yasaklandığını belirten Kar şöyle dedi:
“Arap yönetimlerinin uzlaşmacı tavrını kınar ve onları Filistin mücadelesini zarar vermekle suçlardı. Bu nedenle Oslo Barış Görüşmeleri’nde Yaser Arafat’ın uzlaşmacı tavrının İsrail yararına olduğunu ileri sürerek Filistin Uzlaşma Konseyi’nden istifa etmiştir.”
“Onu eleştirenler bile bugün yasta”
Kar, ölümünden sonra onu en kötü eleştirenlerin bile şaire övgü ve anma törenleri gerçekleştirerek kendisini sahiplendiğini vurguladı.
“Her ne kadar Arap yönetimleri Derviş’i yasaklasa da halk, şairi her zaman sahiplendi, ders kitaplarında şiirleri yer alıyor. Mahmud Derviş Filistin’in Nazım Hikmet’idir. Bugün ona yapılan yasaklamalar buharlaşmıştır ve Arap edebiyatının en büyük şairidir.”
Türkiye edebiyatında yeteri kadar tanınmıyor
Şiirleri yirmi dile çevrilen Derviş’in , bugüne kadar Türkiye edebiyatında hak ettiği yeri alamadığını söyleyen Kar; “Türk Edebiyat Derneği ile bu konu üzerinde çalışmalarımız mevcut, şairin daha çok şiirini Türk diline çevirmek istiyoruz” dedi.
In Damascus – Şam’da
Şam’da: Uçar güvercinler
İpek surun arkasında
İkişer… ikişer…Şam’da bütün anadilimi bir buğday tanesinin üzerine
Rafideyn (Irak’ın başka bir ismi) taşının cila ettiği
bir kadının eliyle yazılmış görüyorumŞam’da: Yürür gökyüzü Eski yolların içinde,
Yalın-ayak, yalın-ayak.
Var mı ihtiyaçları şairlerin
İlham’a Tecvid’e Ve Kafiye’ye?…Şam da uyur bir yabancı sarılıp gölgesine ölümsüzlük
yatağında bir minare gibi,
ayakta ne özlemini hisseder
bir ülkenin ne de bir kimseninŞam’da, şimdiki zaman devam eder.
Dünümüzde ki güneşten emin adımlarla
yürürüz yarınlarımıza …
Biz ve ölümsüzlük, sakinleriyiz bu beldenin.
“Bu dünyada hayatta kalmayı hak eden şeyler var :
Nisanın tereddütü
Seher vakti ekmeğin kokusu
Bir kadının erkekler hakkındaki görüşleri
Aşil’in yazıları
Aşkın başlangıcı
Bir taşın üstündeki çim
Bir ney ipliğinde duran anneler
Savaşçıların anılarından korkması
Bu dünyada hayatta kalmayı hak eden şeyler var :
Eylül sonu
Bütün kayısılarıyla kırkını bırakan kadın
Hapishanede bir güneş saati
Birçok varlığa öykünen bulutu
Bir halkın ölülerine yasemin götürenleri alkışlamaları
Zorbaların şarkılardan korkmasıBu dünyada hayatta kalmayı hak eden şeyler var :
Bu dünyada dünyanın hanımefendisi, başlangıçların annesi, sonların annesi var
Eskiden Filistin’di adı, şimdi Filistin’dir adı
Hanımefendim: Hak ediyorum, çünkü sen hanımefendimsin.
Hayatta kalmayı hakediyorum”
“(…) çocukluğum, tüm halkımın dramıyla ilişkili olarak, kişisel dramımın başlangıcı oldu. 1948 yazının o gecesinde, dingin bir köyde atılan mermiler ayırım gözetmedi. altı yaşındaydım, zeytinliklere, sonra dağlara koşar buldum kendimi, bazen yalınayak, bazen yere kapaklanarak. korkuyla ve susuzlukla geçen kanlı bir geceden sonra, lübnan denen ülkede bulduk kendimizi.”
“Bu dünyada hayatta kalmayı hak eden şeyler var.”
“Bir filistin vardı, bir filistin gene var!”
“Celile’de kuşlar ölüyor.”
“Yerküre üzerimize kapanıp bizi son çıkıştan dışarı itiyor; ve bizler geçebilmek için kollarımızı ve bacaklarımızı koparıp atıyoruz”
“Arabım yerim etini beni aç bırakanın”
“Biz kaybettik aşk da kazanmadı hiçbir şey çünkü sen aşksın ey aşk, nazlı bir çocuksun!”
“Başkalarını düşün: kahvaltını hazırlarken düşün başkalarını. güvercinlere yem vermeyi unutma. başkalarını düşün savaşırken, barış isteyen ötekileri. su faturanı öderken, düşün sadece bulutlardan su içenleri. eve giderken, kendi evine, çadırda yaşayanları düşün. uyurken ve gezegenleri sayarken baş koyacak bir yastığı olmayanları… imgelerle özgürleşirken sen, konuşma hakkı gasp edilenleri düşün. ve uzaktaki ötekini düşünürken kendini düşün ve de ki: keşke bir mum olabilsem şu karanlıkta”.
“Şiirin tarihini yazma silahın günlüğüdür o” dizelerine sahiptir.
“Flistinli için politika hayati bir meseledir. ne var ki şiir daha kurnazdır, bir çok ihtimali aynı anda ifade etmeye imkan verir. çünkü şiir istiareye, ahenge, ve görünene şeylerin arkasındakileri görme kaygısına dayanır. fakat şairler, dünyayı yönetemezler. böyle olması çok daha iyi. zira onların getireceği düzensizlik, politikacılarınkinden daha beter olabilir.”
“Eğer zeytin ağaçları onları yetiştiren elleri bilselerdi zeytinleri gözyaşlarına dönerdi.”
Mahmut Derviş Şiirleri
Üstümüze kapanıyor dünya
Üstümüze kapanıyor dünya
Son boğaza gelene değin
Ve koparıyoruz uzuvlarımızı, geçebilmek için.
Unufak ediyor bizi dünya
Tanesi olaydık bi’,
Ölebileydik ve doğabileydik yeniden.
Anamız olaydı dünya,Sevecen davranaydı bize.
Resim olaydık kayalarda
Düşlerimize, taşımak için ayna diye.
Gördük yüzlerini, savuracakların,
Çocuklarımızı, penceresinden bu son barınağın.
Aynalar asacak yıldızımız.
Nereye gitmeliyiz son sınırdan sonra?
Ner’de uyumalı bitkiler, son soluklarından sonra?
Kızıl buharla yazacağız adlarımızı.
Keseceğiz elini şarkının, etimizle bitecek olan.
Öleceğiz burada, burada son boğazda.
Burada ve burada yetiştirecek kanımız, bir zeytin ağacını.
Rita’yla gözlerim arasında
Rita’yla gözlerim arasında
Bir tüfenk var
Ve kim ki tanır Rita’yı
Diz çöker ve dua eder
O bal rengi gözlerin kutsallığı içinVe öptüm Rita’yı
Genç iken o
Ve hatırlıyorum Rita’yı, nasıl yaklaşmıştı
Ve nasıl sardığını kollarımın, saç örgülerinin en tatlısını
Ve hatırlıyorum Rita’yı
Nasıl hatırlarsa bir kırlangıç, akışını
Of, Rita
Bir milyon kırlangıç var aramızda, bir milyon imge
Ve birçok randevu,
Ateşlenmiş, bir tüfenkçeBir şölendi ağzımda, Rita’nın ismi
Bir düğündü kanımda, Rita’nın bedeni
Ve kayboldum Rita’da iki yıl boyu
Ve kollarımda uyudu iki yıl boyu
Ve söz verdik birbirimize
En güzel kadehler üzre
Ve yandık şarabında, dudaklarımızın
Ve yeniden doğdukOf, Rita!
Ne ayırabilirdi gözlerimi, bu tüfenk önünde,
Seninkilerden
Bir çuha dışında ya da iki tane
Ya da bal rengi bulutlar?
Bir vakit ansızın
Ah, sessizliği alacakaranlığınUzak bir diyara göçtü ayım sabahleyin
O bal rengi gözler boyunca
Ve süpürdü kent, tüm şarkıcıları
Ve Rita’yıRita’yla gözlerim arasında…
Bir tüfenk var…
Tanımadılar beni gölgede
Emen, ten rengimi bu pasaporttaki
Ve bir sergiydi yaram onlara göre,
Turistler için, fotoğraf toplamayı seven.
Tanımadılar beni,
Ah… Terketmeyin
Avucumu, güneş olmaksızın
Çünkü tanıyor beni ağaçlar
Tanıyor beni tüm yağmur şarkıları
Terketmeyin beni ay gibi soluk!Avucumu izlemiş tüm kuşlar
Uzak havaalanının kapısına doğru
Tüm buğday tarlaları
Tüm hapishaneler
Tüm beyaz mezar taşları
Tüm dikenli sınırlar
Sallanan tüm mendiller
Tüm gözler
Benimleydi,
Ama düştüler onları pasaportumdanİsmimden, kimliğimden soyunuk?
Kendi ellerimle beslendiğim bir toprakta?
Haykırdı bugün Eyüp
Doldurarak gökyüzünü:
Örnek yapmayın benden bir daha!
Of, baylar, Peygamberler,
Soruşturmayın ağaçları, adları için
Sormayın vadilere, anaları kim
Işıktan bir kılıç parlıyor alnımda
Ve nehir suyu çıkıveriyor elimden
Kimliğimdir benim, tüm insan kalpleri
İşte bundan, alın pasaportumu!
Yaz hadi!
Arap’ım ben
Ve ellibin rakamıdır kimlik kartı numaram
Sekiz çocuğum var
Dokuzuncusu da gelecek, bir yaz sonraya
Öfkelenecek misin?Yaz hadi!
Arap’ım ben
Taş ocağında çalışan, diğer işçi kardeşlerle
Sekiz çocuğum var
Ekmek söküyorum onlara
Giysiler ve kitaplar
Kayalardan..
Yalvaracak değilim kapınızda üç beş kuruş için
Ne de küçülteceğim kendimi ayak seslerinizle odanızda
Öfkelenecek misin peki?Yaz hadi!
Arap’ım ben
Ünvansız bir isme sahibim
Sabırlıyım halkın
Öfke duyduğu bir ülkede
Köküm
Doğuşundan öncesine gider zamanın
Ve öncesine, çağların açılışının
Çamlar öncesine, zeytin ağaçları
Ve otlardan önce bitmiştirBabam.. saban tutan bir aileden gelir
Ayrıcalıklı bir sınıftan değil
Ve dedem… bir çiftçiydi
Ne iyi yetişmiş ne iyi doğmuş!
Güneşin gururunu öğretir bana
Okumayı öğretmeden önce
Ve bir bekçi kulübesi gibidir evim
Dallardan ve kamıştan yapılma
Hoşlaştın mı statümle?
Ünvansız bir isme sahibim!Yaz hadi!
Arap’ım ben
Çaldınız meyve ağaçlarını atalarımın
Ve ekip biçtiğim tarlayı,
Çocuklarımla birlikte
Ve hiçbir şey bırakmadınız bizim’çin
Bu kayalar dışında..
Peki alacak mı Devlet onları
Söylendiği gibi?!Bundandır!
Yaz hadi ilk sayfanın baş köşesine:
Nefret etmiyorum insanlardan
Ne de el uzatıyorum mallarına mülklerine
Ama aç kaldım mı bir kere
Gaspçıların eti olacak, yemeğim benim
Dikkat edin..
Dikkat edin..
Açlığıma
Ve öfkeme!
Özlüyorum anamın ekmeğini
Kahvesini anamın
Dokunuşunu
Büyüyor bende çocukluk anıları
Gün be gün
Yaşadığıma değmeli
Ölüm saatinde
Değmeli gözyaşlarına anamınVe geri dönersem birgün
Al beni peçe olarak kirpiklerine
Ört kemiklerimi ot ile
Kutsanmış, adımlarınla
Biraraya getir bizi
Saç tokanla
Bir iplikle, giysinin arkasından sarkan
Ölümsüz olabilirim
Bir tanrı olabilirim
Dokunursam derinlerine kalbininGeri dönersem
Bir odun olarak kullan beni, körüklemek için ateşini
Evinin damındaki çamaşır ipi olarak
Olmaksızın kutsaman,
Çok zayıfım doğrulmayaYaşlıyım
Geri ver bana yıldız haritalarını çocukluğumun
Ki ben
Kırlangıçlarla birlikte
Çıkarabileyim haritasını patikanın
Bekleyen yuvana doğru olanİngilizce’den çeviren: Ulaş Başar Gezgin
Gecede ayak sesleri
her zaman
ayak seslerini duyarız gecede yaklaşan,
ve kapı sırra kadem basar odamızdan,
her zaman,
bulutlar gibi süzülüp giden.her gece yatağından
senin mavi gölgen mi onu uzaklara götüren?
senin gözlerin ülkelerdir ve ayak sesleri geliyor,
sardı bedenimi kolların
ayak sesleri, ayak sesleri
ah şahrazad
gölgeler niçin kurtuluşumu resmeder?
gelir ayak sesleri girmez içeri.
bir ağaç ol,
görebileyim gölgeni.
bir ay ol,
görebileyim gölgeni.
bir hançer ol,
görebileyim gölgeni gölgemde,
küller içinde bir gül.
her zaman,
ayak seslerini duyarım gecede yaklaşan,
ve sen yerim olursun sürgündeki,
zindanım olursun.
öldürmeye çalış beni
ilk ve son olsun
yaklaşan ayak seslerinle
öldürme beni.mahmud derviş – محمود درويش
çeviren : tâvus hüsâmeddin”
beyrut kasidesi
(…)
ey kızım seviyorduk seni
şimdi yüksek suskunluğu bekliyoruz
huş ağacından süpürgeler taşıyoruz
üstümüzde öfkeyse dağıtırız… dağıtırız
ah ondan… ne diye avuçlamadık göbeğini ufkun
her uzanışında ellerini
bizi boğmaya yeltendiğindebeyrut yok
sırtımız önümüz denizin sırları yokkanımızı yitirene kadar evet
anıların sözcüklerini yitirene kadarancak söylerim şimdi yok
o son bombardımanda yok
o yer çukurda başka bir şey kalmadı yok
o ruh içinde kalmadı yok
beyrut yok(…) çev: metin fındıkçı
Biz Kaybettik Aşk Da Kazanmadı
Bir Filistinli Yaranın Güncesi
1
Anılardan muafız biz
El- Kermil içimizde
Celile’nin otları kirpiklerimizde
Bir nehir gibi ona uzanaydık deme bana
Öyle deme!
Memleketin etindeyiz biz… Memleket de içimizde!
2
Yavru güvercinler gibi değildik haziran öncesi
Aşkımızın prangalar arasında parçalanmayışının
budur sebebi
Biz yirmi yıldır ey bacım
şiir yazmıyoruz ama
savaşmaktayız savaşmakta
3
Gözlerine düşen o gölge
haziran ayından
alınları güneşle kuşatmaya gelen
bir ilahi şeytan!
Bir şehit rengidir o
bir dua tadı
O ki öldürür ya da yaşatır
Her iki durumda da ah ki ah!
4
Gözlerinde gecenin başlangıcı
O uzun gecenin sonundan bir damlaydı yüreğimde
Bizi şu saatte bu mekânda birleştiren
dönüş yoludur
çöküntü çağından
5
Bu gece o sesin
bir bıçak, bir yara, bir sargı
kurbanların sessizliğinden gelen bir uyku
Nerede benim ailem
Sürgün çadırından çıktılar
ve yeniden tutsak oldular
6
Aşk sözcükleri paslanmadı ama sevgilim
esarete düştü benim-Ey aşk, ey aşkım benim
Rüzgârın silip süpürdüğü balkonları
evlerin eşiklerini
günahları bana yükleyen aşk!
Günlerden bir gün
kalbim sadece gözlerini alabilmişti senin
Ve şimdi vatanla zenginleşti kalbim!
7
Tarlakuşunun sesini
işgalcilerin cehresinde
parıldayan bir hançere dönüştüren nedir, biliriz
Kabristan sessizliğini
bir festivale, hayat bahçelerine
dönüştüren nedir biliriz
8
Sen şarkı söylerken
balkonların koptuğunu gördüm duvarlardan
dağın yamaçlarına kadar uzanmaktaydı alan
Dinlediğimiz müzik değildi
Göremiyorduk sözcüklerin rengini
Odadaydı bir milyon kahraman!
9
Kanımda, onun çehresinden bir yaz
ve müstear bir nabız
Eve döndüm utana utana
yığılıp kaldı yaramın üstünde şehit
Doğum gecesinin sığınağıydı
İntizardı
Ve ben bir bayram devşiriyorum onun anısından!
10
Çiğ ve ateş, gözleridir onun
Kendisine fazla yaklaştığımda şarkılar söyler
Sessizlik ve dua an’ı, buharlaşır kucağında
Ah, dilersen şehit diye adlandır onu
Genç mi gençti barakadan ayrıldığında
Geri geldi sonra
Geri geldi
bir ilahi çehre!
11
Bu toprak emer şehitlerinin derisini
buğday ve yıldız vaat eder yaza
Tapın bu toprağa!
Tuz ve suyuz biz onun bağırsaklarında
savaşan bir yarayız bağrında
12
Kanın boğazımda ey bacı
Gözlerimde ateş
Kurtuldum halife kapısında şikâyetten
Tüm ölenler
ve gündüz eşiğinde ölecek olanlar
kucakladılar beni, bir bomba yaptılar benden!
13
Ahbapların evi metruk
İliklerine kadar çevrilmiş Yafa
Beni aramaya koyulan
sadece kendi alnını bulabildi benden
Bu ölümü bana bırak ey bacı
bu yitip gitmişliği bana bırak
ki bozgunun üstüne bir yıldız öreyim ondan
14
Ey mağrur yaram
Ne benim vatanım bir bavul
ne de ben bir yolcu!
Ben âşık, toprak maşuk!
15
Anılara daldığımda
nedamet otları yeşerir alnımda
hasretini çekerim uzak bir şeyin
Özleme teslim olduğunda
benimserin efsanelerini kölelerin
Sesimden çakıl taşları
kayadan nağmeler yapmayı yeğlerim ben!
16
Alnım gölge taşımaz
Göremem gölgemi
Tükürürüm ben
geceleri alınları aydınlatmayan yaraya!
Gözyaşını bayrama sakla
sevinçten ağlayacağız sadece
Alanda
düğün ve hayat koyalım adını ölümün!
17
Yarayla büyüdüm ben
Geceleri nasıl çadıra dönüştüğünü
asla söyleyemedim anneme
Ne kaynağımı yitirdim, ne adresimi, ne de ismimi
Onun eski püskü giysilerinde
bir milyon yıldız görmemin budur sebebi!
18
Sancağım siyah
Liman bir tabut
Sırtım bir köprü
Ey içimize yıkılan dünyanın sonbaharı
Ey içimize doğan dünyanın ilkbaharı
Çiçeğim kırmızı
Liman açık
Kalbim bir ağaç!
19
Lisanım bir su şırıltısı
kasırgalar ırmağında
Güneşin aynaları ve buğday
savaş alanında
Belki yanlış ifade ettim kimi zaman
ama-tevazu bir yana – harikaydım
kalbimi sözlükle değiştirdiğim an!
20
İkiz olduğumuzu anlamamız için
düşman lazımdı mutlaka
Meşe kökünde oturmamız için
rüzgâr lazımdı mutlaka
Çarmıha gerilen efendi
yarasını yitirmiş, ödlek bir çocuk olurdu
çarmıh tahtında büyümeseydi!
21
Bir sözüm daha var sana
henüz söylemedim
Ay’ı işgal ediyor balkondaki gölge
Memleketim bir destan
Ben çalgıcıydım orada
oldum bir çalgı teli!
22
Arkeolog taşları inceleme derdinde
kendi gözlerini arıyor efsane harabelerinde
Kendi kendini kanıtlama derdinde:
Gözleri olmayan basit bir yolcuymuşum ben!
Bana ilişkin tek bir harf dahi yokmuş medeniyet kitabında!
Ama ben usul usul dikiyorum ağaçlarımı
Ve de söylüyorum aşk şarkımı!
23
Hezimetin sırtında taşıdığı yaz bulutu
Serabın ipine seriverdi
Sultanlar neslini
Cinayet gecesinde öldürülen ve dirilen ben
İşte iyice yapıştım toprağa!
24
Sözü eyleme dönüştürme vaktim geldi benim
Toprak ve tarlakuşu aşkımı kanıtlama vaktim geldi
Bu zamanda gitarı parçalar sopa
Ben, bir ağaç peyda oldu olalı ardımda
Sararıp durmaktayım aynada!Mahmud DERVİŞ
Türkçesi: Lütfullah Göktaş
AHMED ZAATAR*
Kekikten ve karamış taştan
O eller için
Bu çığlık
Unutulmuş ve yapayalnız
Ahmed için.
Gelip geçen bulutlar
Yurtsuz ve yabancı koydu beni
Ve yalnız dağlar cesaret ediyor
Beni bağrına basmaya
Kıraç bir toprakta.
Doğuyorum yine o eski yaralardan
Sokuluyorum toprağa
Bütün ayrıntılarını görünceye dek
Doğuyorum yine
Denizin taştığı yıl
Kül olmuş kentlerden
Kendimi yapayalnız bulduğum.Ahmed’di o deniz
Kurşunlar arasından köpük köpük
Bir kamptı öfkeyle büyüyen
Yağan kekikti üstümüze
Ve savaşçılara
Ellerine ayaklarına baktı Ahmed
Unutulmuş trenlerin
Anılarıyla büyüyen
Kimsenin karşılamadığı
Kimsenin el sallamadığı
Yaseminlerle.
Ayakta dikildi yapayalnız
Kendini dinlediği gecelerde
Hakkın hasretini çekerek
Yirmi yıl
Yirmi yıl o yer senin bu yer benim
Dolaştı bir kimliği sora sora
Yalnız yanardağların yanıtladığı.Ben Arap Ahmet’im
Dedi
Ben kurşunlar
Ben portakallar
Ve düşler.
Benim çadırımdır Tel Zaatar
Anayurt benim
Sürüp giden o yolculuk anayurda
Doğu’dan ta Batı’ya
Bilendi bütün kılıçlar
Ahmed tanımaya başlarken
Ellerini ayaklarını
Süzülen bir yıldız gibi
Bakıp bakıp Hayfa’ ya.
Ahmed’di seçilen kurban
Kentler asfalt organlarını
Bırakıp arkalarında
Düştüler peşine Ahmed’in
Öldürmek için.
Doğu’dan ta Batı’ya
Cenaze törenini hazırlıyorlardı.
Giyotinlerden giyotin beğenip.Ben Arap Ahmed
Gelsin kuşatmacılar!
Benim kal’am gövdem
Gelsin kuşatmacılar!
Ateş hattıyım ben
Kuşatacağım onları
Çünkü göğsüm
Sığınaktır halkıma
Gelsin kuşatma!Uzanmış suyun karşısına
Küçük ayrıntılar arasında geziniyorum
Derken dağılmaya başlıyorlar
Akşamla birlikte
Yitiyorum
Uzaklardan gelen
Çıngırak seslerinin içinde.
Kanayan yerlerimden
Anlıyorum yaşadığımı.Ayak bastığım her yol
Kaçınıyor benden
Kaçıyor
Gönül verdiğim her kent
Ceketimi fırlatıyor bana.Şiirlere sığınıyorum
Düşlere
Anlıyorum çok geçmeden
Düşlerime kadar girmiş bıçaklar.
Bir mum yakıyorum
Kapanmayan yaramdan.
Bu gece
Bütün çakıl taşları soluyorVe damarlı.
Uzaklardaki güzel karım
Sessizliğin senin
Eritti bu ölgün geceyi
Banklar ve ağaçlar
Donup kaldı gölgende.
Hatırla beni
Kendimi unutmadan önce.
O kayalar mektubumdur
Yeryüzüne.
Yükseleceğim
Meyve küfelerinden
Denizden
Yükseleceğim yoksulun şarkısından
Onların şarkısından:
Yaşayacağız!
Yaşayacağız! diyen.Kekikten ve taştan Ahmed
Yükseleceksin
Hayır! diyerek
Derinden esvap yapacak
Kırlardan gelen köylüler
Zalimleri ortadan kaldırmaya.
Bir çiçek olacak yumruğun
Bir bomba
Her gün hayır! demek için kalkan.
Kılıçlardan kesik kesik gövden
Yeniden yapılacak
Doğacak güneşlerden
Ve dalgalarla nikâhlanacak
Giyotin altında
Hayır! diyeceksin
Hayır!Akan kanımda öleceksen
Yeniden doğmak için
Un çuvallarından.
Geleceğiz ses vermek için sesine
Bizi çağırdığın zaman
Ve ölümün çehresi
Yitip gidecek sözlerimizden.
Eli ölümün
Savurup atacak bizi
Yalın bir yurda doğru
Yasemin bir düşün beklediği.Kuşlar bana bıraktı şarkılarını
Ve ben koştum
Yürek atışına tarlaların.
Kanımın derinliklerine in
Derinliklerine in
Derinliklerine ekmeğin
Yalın bir yurdumuz olsun
Yasemin bir düşün beklediği.
Her günkü Ahmed
Saf ve Basit Ahmed
Nasıl kaldırdın ayrılıkları
Meyveyle taş arasında
Kurşunla geyik?
Arap Ahmed, diren!
Kuşatma altında gezeceğiz
Ulaşıncaya dek kıyısına
Ekmeğin ve dalgaların.
Öleceğiz düşü uğruna
Bir yurdun
Ve bekleyen yaseminlerin.Onda Güz’ün eğrileri var.
Kandaki şiirdir Ahmed.
Dağlar gibi kırışık yüzü
Yankısı çağıran seslerin
Birleşen gövdelerin.
Ey tanınmayan Ahmed
Nasıl yaşadın aramızda
Tam yirmi yıl
Hâlâ belli belirsiz yüzün
Hep çizgilerinde dolaştığımız
Tanınmayan yüzün
Ey ormanlar
Alevler kadar gizli Ahmed
Bize yüzünü tanıt
Söyle son sözünü
Dağılacağız sessizlikte
Geri adım atacağız
İşitsin diye ölüler sözlerini
Yaşayanlar
Belki tanır diye çizgilerini.
Ahmed
Ahmed kardeşim
Kahramanca ölümünü bekliyoruz
Ne zaman?
Ne zaman?
Ne zaman?
Mahmud DERVİŞ
Çeviren : Erdal ALOVA
* Beyrut’ta bir Filistin kampı olan Tel Zaatar Lübnan iç savaşı sırasında
iki ay kuşatma altında kalmıştı. Filistinliler güç koşullar altında kuşatmaya
karşı direnmişlerdi. Arapça’da “kekik dağı” anlamına gelen Tel Zaatar
Filistin direnişinin bir sembolü haline geldi. Hayali bir kahraman olan
Ahmed Zaatar sürekli yerinden edilen ve sürgünde yaşayan Filistinlilerin
binlerce adsız kahramanını temsil etmektedir.
Gözleriyle Filistin,
kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin,
adıyla sanıyla Filistin.
Düşlerin Filistin’i ve acıların,
ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,
sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i
ve çığlıkların.
Ölümün ve doğumun Filistin’i,
taşıdım seni eski defterlerimde
şiirlerimin ateşi gibi.
Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.
Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,
inlettim senin adına koyakları:Sakının hey
kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!
Benim gençliğin yüreği!
Benim beyaz kanatlı atlı!
Benim yıkan putları!
Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken
tüm sınırlarına Suriye’nin!
Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:
“Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!”
Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,
yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!
Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında,
bir ben,
gençliğin yüreğiyim her daim,
yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.Mahmud DERVİŞ
Çevirenler : A. KADİR – Süleyman SALOM
FİLİSTİNLİ SEVGİLİ
Gözlerin bir diken
yüreğe saplanmış,
çıldırasıya sevilen,
işkencesine dayanılamayan.
Gözlerin bir diken,
rüzgârdan koruduğum,
ötesinde acıların, gecelerin,
derinlere sapladığım.
Kandiller yanar ışığınla,
geceler dönüşür sabaha.
Bense unuturum birden,
– göz rastlar rastlamaz göze-,
yaşadığımız bir vakitler
kapının ardında
yanyana.
Şakırdın sanki konuşurken.
İsterdim konuşmak ben de.
Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki,
O bahar gibi dudaklarda!Sözlerin
güvercin gibi
yuvamdan
uçtu gitti.
Kapımız,
sonbahar kadar sarı
basamakları ardından
fırladı gitti
canının çektiği yere.
Aynalar oldu paramparça,
yığıldı içimize
acı üstüne acı.
Topladık sesin küllerini
getirdik bir araya.
Böylece söyler olduk
acılı türküsünü yurdumuzun.
Hep birlikte sazın bağrına
ektik bu türküyü,
evlerin damlarına taş fırlatır gibi
fırlattık attık bu türküyü,
alın, dedik,
sancıdan kıvranan kalplere.
Oysa her şeyi unuttum ben şimdi.
Ya sen, ya sen, sevgili,
sesini kimselerin bilmediği!
Belki de gidişindir senin
ya da susmandır
sazı paslandıran.
Dün seni limanda gördüm,
yapayalnız, yolluksuz yolcu.
Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,
arıyordum sanki yaşlı anamı.Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı
kapanır bir hücreye ya da bir limana,
nasıl saklanır gurbet elde
ve yemyeşil kalır?
Yazıyorum not defterime:
Limanda durakaldım…
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.
Seni yalçın dağlarda gördüm,
kuzularınla, kovalanan çoban kızı.
Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.
Bendim o yabancı, bendim kapını vuran.
Ey gönül! Ey gönül!
Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,
pencere, taşlar ve çimento
Kalbimin üzerinde.
Kimlik Kartı
kütükte kayıtlıyım.
arabım.
saçlar: kara.
gözler: kahve rengi.
özel belirtiler:
alnındaki bir çatkı.
el ayası deniz kabuğunun içi gibi kırmızı.
uyuşturur tuttuğu eli bu eller.
ayrıca zeytin yağını,
bir de kekiği çok severim.
arayan bulsun beni
bir yitik köyde,
adsız yollarda unutulmuş.
tarlalarda ter döker insanlar,
taş ocaklarında ter döker.
özlüyor insanlar
insan gibi yaşamayı.kütükte kayıtlıyım.
arabım.
atalarımın üzüm bağlarını sen aldın elimden,
çocuklarımla ektiğim toprağı
sen aldın.
bıraktın bu taşları
bize, çocuklarımıza.
alacakmışsınız
elimizden bu taşları da
doğru mu?bir daha diyorum!
bir daha!
kütükte kayıtlıyım.
birinci sayfanın ta başına.
nefret etmem insanlardan
saldırmam hiç kimseye.
ama aç korlarsa beni,
korlarsa çırılçıplak,
yerim etini beni soyanın,
hem de çiğ çiğ.
açlığımı kolla benim
ve öfkemi.damarıma basma.
Ülkem bir mezarlık
baylar, ülkemizi
bir mezarlığa çevirdiniz
kafalarımıza kurşunlar gömdünüz
ve katliamlar yaptınız.
baylar, böylesine bir şey
hesabı tutulmadan kalmaz
halkımıza tüm yaptıklarınız
defterlerimizde kayıtlı.kuşlar bana bıraktı şarkılarını
ve ben koştum
yürek atışına tarlaların.
kanımın derinliklerine in
derinliklerine in
derinliklerine ekmeğin
yalın bir yurdumuz olsun
yasemin bir düşün beklediği.
her günkü ahmed
saf ve basit ahmed
nasıl kaldırdın ayrılıkları
meyveyle taş arasında
kurşunla geyik?
arap ahmed, diren!
kuşatma altında gezeceğiz
ulaşıncaya dek kıyısına
ekmeğin ve dalgaların.
öleceğiz düşü uğruna
bir yurdun
ve bekleyen yaseminlerin.***
ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
“bir filistin vardı,
bir filistin gene var!”
sözlerim buğdayken
topraktım.
sözlerim öfkeyken
fırtınaydım.
sözlerim kayayken
ırmaktım
sözlerim bir ballanınca
sinekler üşüştü ağzıma.
Seni su testilerinde gördüm,
buğday başaklarında,
yıkık dökük, parça parça, unufak.
Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,
sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.
Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.
Dudaklarıma ses olacak yel sen.
Ateş ve akarsu sensin.
Gördüm seni bir mağaranın ağzında
yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,
kaynayan kanında güneşin.
Ve ahırlarda…
Ve bütün tuzlarında denizin.
Ve kumlarda…
Toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.
İntazirha / Onu Bekle
Onu bekle değerli taşlarla bezenmiş şarap bardağıyla
Onu bekle havuzun yanında akşamüstünde ve lavanta çiçekleriyle
Onu bekle dağlar için eğitilmiş bir atın sabrıyla
Onu bekle ince ve güzel sözün sultanın zevkiyle
Onu bekle döşeli yedi yastıkla hafif bir bulutla
Onu Bekle kadınsı tütsü kokusu kıyılarıyla.
Onu bekle örtülü çiçeklerin etrafında anılardaki sandal ağacının kokusuylaOnu bekle uzun bir süre bekledikten sonra acele etme
Onu bekle uzun süreçten sonra onu kabul ettiğin için
Onu bekle,
Korkutma örülü saçlarındaki kuşları
Onu bekle rahat otur bahçe gibi parlayan ziynetinle
Bekle onu, kalbine çok tuhaf gelen bu havayı soluyabilmesi için…Bulut bulut bacaklarının üstünden kaldırması için giysilerini
Ve onu bekle
Bekle onu geceye parıldayan ayla görebileceğin yüksekliği al
Onu bekle onda bir nidayı taşır gibi
Onu bekle amacını anlatır gibi ona
korkuyu örten bir tanıklık gibi tamamla yarın sana dönmeden
Onu bekle, ondan ona yüzükten yüzüğe parlayarakBekle onu gece sana şöyle konuşana dek:
Yaşamıyor hiç kimse ikinizden başka.
Öyleyse götür onu nazikçe, o çok arzuladığın ölüme,
ve bekle.
Ölümlerden Geliyorum
“ölümlerden geliyorum şarkı söyleyerekten,
geliyorum yaşamak için.
bırak, ışıldayan bir yara
bağışlasın bana sesini,
bırak da kinler büyüsün,
kafeslerin içimde ektiği,
bırak, uzlaşmazlık çıksın ortaya,
yıkımların doğurduğu.
yaramın üstünde yürümeyi öğretti
bana celladın bıçağı.
yürümeyi, hem de yorulmadan yürümeyi.
direnmeyi öğretti.
direnmeyi.”“gene geleceğiz
karşılaşmanın yollarında
bir bülbül kulağıma fısıldadı:
gene geleceğiz.
bülbüller oralarda
yaşarlar henüz.
şakırlar yazılarımızda.
gene geleceğiz
gölgeleri arasında özlemin,
yadırgamanın mezarlarında
bizim yerimizde var
bu kesin.
yorulma gönül,
dönüşün yollarında
çökme sakın.
gene geleceğiz gene.”ölümlerden geliyorum şarkı söyleyerek,
geliyorum yaşamak için.
bırak, ışıldayan bir yara bağışlasın bana sesini,
bırak da kinler büyüsün,
kafeslerin içimde ektiği,
bırak, uzlaşmazlık çıksın ortaya,
yıkımların doğurduğu.yaramın üstünde yürümeyi öğretti bana celladın bıçağı.
yürümeyi, hem de yorulmadan yürümeyi.
direnmeyi öğretti. direnmeyi.
Üstümüze Kapanıyor Dünya
Üstümüze kapanıyor dünya
Son boğaza gelene değin
Ve koparıyoruz uzuvlarımızı, geçebilmek için.
Unufak ediyor bizi dünya
Tanesi olaydık bi’,
Ölebileydik ve doğabileydik yeniden.
Anamız olaydı dünya,Sevecen davranaydı bize.
Resim olaydık kayalarda
Düşlerimize, taşımak için ayna diye.
Gördük yüzlerini, savuracakların,
Çocuklarımızı, penceresinden bu son barınağın.
Aynalar asacak yıldızımız.
Nereye gitmeliyiz son sınırdan sonra?
Ner’de uyumalı bitkiler, son soluklarından sonra?
Kızıl buharla yazacağız adlarımızı.
Keseceğiz elini şarkının, etimizle bitecek olan.
Öleceğiz burada, burada son boğazda.
Burada ve burada yetiştirecek kanımız, bir zeytin ağacını.Mahmut Derviş
İngilizceden çeviren: Ulaş Başar Gezgin