Louis-Ferdinand Céline’in (27 Mayıs 1894 Courbevoie, France / 1 Temmuz 1961 Meudon, France)
Fransız yazar Voyege ou Bout de la Nuit (Gecenin sonuna Yolculuk) isimli romanı ile ülkesinin edebiyatına günlük konuşma dili ile argo yu soktu. Ateşli bir toplumsal eleştirmen , anarşist yaklaşımlı ve ezilmişlerin avukatı olan Celine 30 lu yılların sonunda tamamen ters şekilde inanmış bir faşist ve yahudi düşmanı oldu.
Bir sigorta şirketinde çalışan bir adamın ve dantel satıcısı bir annenin oğlu olarak Louis-Ferdinand destouches ismi ile Courbevoie ‘da doğdu(27.5.1894) Bir ticarethanede staj yaptıktan sonra Birinci Dünya Savaşı na gönüllü olarak katıldı , ama hemen 1915 te ağır yaralandı. 1919 yılında 24 yaşına geldiğinde tıp tahsiline başladı ve mezun olduktan sonra Milletler Cemiyeti sağlık komisyonunda görev aldı. Celine 1927 ye kadar çalıştığı örgüt için sık sık yurtdışı seyehatlerine çıktı.
20 li yılların sonunda Pari varoşlarında fakirlere hizmet etmek üzere muayenehane açtı ve boş zamanlarında yazı yazdı ; ve yapıtlarını Celine takma adı altında yayınladı. Celine in ilk raomanı Voyege ou Bout de la Nuit (Gecenin sonuna Yolculuk,1932) ile gerek arkadaşları ve okuyucuları arasında gerekse eleştirmenler tarafından olumlu tepkiler aldı. Konunun odak noktasına Paris Banliyösündeki fakir doktor Bardamu ‘nun deneyimleri yazarın kokuşmuş rüşvetçi egemen sınıfla ilgili eleştirileri hemde insan hayatının absürdlüğü oluşturmaktadır.
Burada romanının konusundan çok kullandığı dil tepki çekti. Siyasal sol çevreler o güne kadar yazarlar tarafından hiç kullanılmamış günlük konuşma dilini ve çevresel jargonları edebi bir dil olarak tanıtmaya çalışmasını överek Celine ‘in 16. yüzyılın büyük Fransız yazarı Francois Rabelais ile kıyasladılar.Sağ eğilimli kültür eleştirmenleri ise bu romanı şiddetle reddettiler.
Celine roman kahramanlarının karmaşık gerçeklerini yansıtmaktan öte bu gerçeğe neden olan duygularla ilgileniyordu. Sık sık perspektif değiştirdiği yaptına saldırganlık , düş kırıklığı ve çaresizlik hakimdir. Romanlarının dilini “ konuşulan dil” olarak tanımlayan Celine ne yazık ki büyük bir başarı kazanamadı ; Prix Goncourt ödülünü alması için bir oy eksikti.S.S.C.B’ye yaptığı bir yolculuktan düş kırıklığına uğramış olarak dönen Celine politik tutumunu değiştirdi. Bir zamanlar sol eğilimli olan popülist , sosyal davacı ; bir Anti-komünist ve sosyal Faşist haline geldi.
Mea Culpa (Suçlu Benim , 1936) isimli polemik yazısından sonra Bagatelles pour un massacre (Bir kıyım İçin Önemsiz Şeyler,1937) isimli kitaplarıyla yahudi karşıtı ırkçılık çılgınlığına tamamen katıldı.İkinci Dünya Savaşında kısa bir süre gemi doktorluğu yaptıktan sonra Hitler ‘in ırkçılık siyasetini kayıtsız şartsız kabul etti ve Hitler ‘in birliklerini Frasa’ yı işgalleri sırasında destekledi.Ülkesi müttefik kuvvetlerce 1944 te kurtarıldıktan sonra Celine düşmanın işbirlikçisi olmakla suçlandı.
Bunun üzerine 50 yaşındaki yazar Sigmaringen üzerinden Danimarka ‘ya kaçtı ve burada anında enterne edildi. Genel af ilan edilince Celine 1951 de ülkesine dönerek. Meudon ‘ da bir muayenehane açtı ve yazarlığa devam etti. Altı yıl sonra D’ un chateau a l’ autre ( Bir Şatodan Diğerine) ismi altında otobiyografik roman üçlemesinin birinci cildini çıkardı. Celine bu romanında Alman Reich ‘ının çöküşünü yıkıntılar içinde kalmış Almanya ‘dan kaçışını ve Danimarka ‘daki yıllarını anlatır. Trilojisinin Nord (Kuzey ,1960) ve Rigodon (1961) isimli diğer iki cildini hareketlerinin motiflerini işlemek ve tutumunu açıklamak niyetiyle yazdı.
Bir insanın faşist olduğu halde iyi bir yazar olup-olmayacağı konusundaki sorusu ile kamuoyunu kendi tarafına çekemedi. Bu iki roman ilk romanının ifade gücüne yaklaşamadıysa da dikkatleri çekebildi. Celine 67 yaşında oturduğu Meudon ‘da öldü (1.7.1961)
“asıl korkulması gereken insanlardır, yalnızca onlar”
“ilginç olan herşey karanlıkta geçer. hiç bilinmez insanların gerçek hikayesi”
27 Mayıs 1894’de Courbevoie Seine, Com du Vin’de doğdum. Annem kan tükürerek, sefalet içinde öldü denebilir. 74 yaşındaydı. Mücevher tamiratı yapardı, işler kötüye gidince dükkanı kapayıp annesinin yanına tezgahtarlık yapmaya gitti. Kör bir kadın olarak öldü. Ailemde hep çok çalıştılar, lanetliydik. Babam memurdu. Edebiyata ilgiliydi. geceleri, sabaja kadar masasında yazardı. Birbirine iğnelediği 80.000 sayfa kağıdı vardı. Pek bir şey yemez içmezdi. Sigara da içmezdi, pek uyumazdı da. Çalışırdı.
Sonrasında Choiseul Passage’a gittim. O zamanlar gazlı sokak lambalarıyla aydınlanıyordu. Akşam saatlerinde caddedeki 360 lambadan sadece 4 tanesi yanıyordu. Hep gaz kokuyordu.
Bir gaz lambasında büyüdüm ben.
Kokulara karşı paniğim o zamandan gelir. Annemi sevmiş miydim? Bu soruyu hiç kendime sormadım. Her şey geçer, her şey yemek sorunu üzerine kurulur, değil mi? Ben öyle hatırlıyorum. Aklıma gelen bir şey var, evde sadece tek pencerede gaz lambası yanardı, çünkü başka yoktu. Diğer lamba hep boştu. Dolayısıyla böyle bir soru soramazsınız. Şimdi ne biliyorum? Karışık değil herhalde? Yemek yeme derdindeydik, üzerine çökecek bir şeyler bulmak derdinde… Evde sürekli makarna yiyorduk. Neden makarna? Ucuzdu çünkü. Et, balık filan söz konusu değildi. Makarna ve makarna! Sonra, annem, zavallı kadın, elden geldiğince çıkar, makarna yapmaya çalışırdı. Bir parça yağ ile makarna yapardı.
Makarna ve ekmek çorbasıyla büyüdüm ben.
Annem beni Louis diye çağırırdı. Zenginler olmasaydı yiyecek bir şeyler bulamazdık evladım derdi. (Malum, o zamanlar da bir kısım fikirlere ulaşmıştım.) Zenginler olmasaydı biz ne yerdik? Zenginlerin de sorumlulukları var, derdi. Annem zenginlere tapardı. Boynuna takıp tamir ettiği mücevherlerin kendilerini takma hayalleri bile yoktu. Onlar müşterileri içindi. Benim için hayali ise bir dükkanda işimin olmasıydı. Yaşamdan hiç keyif almadı. Son ana dek çalıştı. Bu yönüyle ondan etkilenmedim diyemem.
Babam, Gece 1932’de yayınlanmadan hemen önce öldü. Zaten okusaydı da sevmezdi. Kıskanabilirdi hatta. Beni bir yazar olarak değerlendirmedi, kendimi de bir yazar olarak görmedim zaten. En azından bu noktada aynı fikirdeydik. Annem ise kitapların sıkıntı yaratacağını düşündü. İşin sonu kötüye gidecek diye gördü. Bu açıdan ileriyi görüyordu. Kitaplarımı okumadı da. Okuyan biri değildi. Öldüğünde hapishanede miydim acaba? Hayır, tam Kopenhag’a vardığımda öldüğünü duydum. Berbat bir yolculuk, rezillik ve bu durum, mükemmel bir orkestrasyon değil mi?
Doğayı ilk bir mezarlıkta keşfettim. Büyükannem öldüğünde mezarına gittiğimde. Ölümden korkmuyorum, hele şu anda, bu bir rahatlama bile olabilir. Gecenin Sonuna Yolculuk sırasında ise, hala yaşama nedenlerim vardı. Bugün umurumda bile değil. Kendimi öldürebilirim yakında, herkesin önünde, kamera önünde iyi olurdu. Ama o zaman hayaller vardı, hayal demeyelim de, yaşama güdüsü. Doktor olmayı, ilaçlarla uğraşmayı hep istedim. Yaratıcı insanları seviyorum, yıkıcıları değil. Sadece bir tarzı olanlarla ilgileniyorum. Tarzı yoksa ilgimi çekmiyor. Ama bu da çok nadir. Çok. Her yer hikaye dolu. Sokaklar hikaye dolu. her yerde hikayeleri görüyorum. Karakollar hikaye dolu, mahkemeler hikayelerle dolu. Sizin yaşamlarınız hikayelerle dolu. Hikaye herkeste var, binlerce hikaye var. Her nesilde sadece bir iki tane tarzı olan yazar var. Diğerleri berbat tekrarlayıcılar. Hep birilerini tekrar ediyorlar. İyi bir hikaye seçip anlatıyorlar. Bunda ilginç bir şey göremiyorum. Yazarlığı bırakıp eleştirmen olmayı seçtim değil mi? Kendimi koydum ortaya, çünkü, büyük bir ilham kaynağı var, ölüm. Yaşamını risk etmiyorsan, hiçbir şey değilsin. Bedelini ödemeli! Bedavaya yaptıkların gözden kaçar, daha beter olur hatta. Şu anda sadece böyle beleşe takılan yazarlar var. Beleş olan ise, beleş kokar.
Zamanımızda üç kişinin yazar olduğunu düşünüyorum. Morand, Ramuz ve Barbusse. Onlarda his vardı. Başardılar. Diğerleri beceremedi.
Yaşamımda en mutlu olduğum anlar nelerdir? Pek olmadığını kabul etmeliyim. Neşeli biri değilim ben. Öldüğümde mutlu olacağımı itiraf etmeliyim. İşin aslı bu. Karamsar okuldanım ben. İnsan mizantropiktir. Herhangi bir şeye dair umudum yok. Olabildiğince en acısız biçimde ölmek. Sadece bu. Çünkü gerçekten, acıya karşı bir açlığım yok.
Tanrıya inanmıyorum. Hayır hiç inanmıyorum. Pozitivistim ben. Size tanrıya inanmaktan daha iyi bir seçenek sunamam. Ancak kesinlikle mistiğim. Tanrıya gelince, benimle aynı şeylere ilgi duymuyor. Ancak kesinlikle bir mistiğim.
İnsanların yaptıklarıyla, kötülükleriyle ilgilenmiyorum. İnsanlar ilgi alanımda değil. Ben tabii ki nesnelerle ilgileniyorum. Yaşamı oldukça keyifli bir şey gibi algılarsanız tabii ki orada aşk da vardır. Bayağılık da… Ama ben mesela, komünal olan, bayağı olan bir şeyden hoşlanmıyorum.
Şu anda ölecek olsam, son düşüncem Hoşçakalın ve Teşekkür Ederim! olur. İşe yarar bu. Kötü olmanızı dilemem, kendinize dikkat edin yeter. Çok da endişeli değilim kendi adıma. Bencilliğim yoktur benim. Dünya zaten oldukça bencil, değil mi?
[Futuristika]
“onun yanılsamaları, kendisinde gördüğü yanlışları düzeltecek iradesi yoktur. dokunduğu her şey kurur ve umutsuzluktan, kuşkuculuktan, hiççilikten oluşan bir pislik içinde, gözden kaybolur.”
“sonuçta savaş dediğiniz şey, anlamadığınız ne varsa odur. (…) bu, devasa, evrensel boyutta bir soytarılıktı. “
“…insanın, kendi sızlanmalarına kesin bir son verecek cesareti olmadığı sürece, kendini hergün biraz daha iyi tanımaya katlanması gerek…”
“louis ferdinand céline büyük edebiyat dünyasına başkalarının kendi evlerine evlerine daldıkları gibi girdi. hekimlik ve sanatçılığın geniş gözlem birikimiyle donanmış olgun insan céline, kurumsallığa karşı hakim bir aldırmazlıkla, olağanüstü bir yaşam ve dil duygusuyla yüklü olarak, daima yaşayacak bir kitap yazdı, bu kitabın düzeyine varacak başka kitaplar yazsa bile…karamsarlığın kitabı voyage au bout de la nuityi isyandan çok yaşam karşısındaki korku ve bu korkunun yol açtığı bezginlik yazdırdı. etkin isyan umutla bağlantılıdır. céline’in kitabında umut yok.
…
céline bir bütün olarak insanlardan ve yaptıklarından hoşnut değildir. roman yaşamın saçmalığının, acımasızlığının, yalanlarının bir çıkış noktasından veya ümit ışığından yoksun bir panaroması olarak düşünülmüş ve gerçekleştirilmiştir.
…
céline bir ahlakçıdır. sanatsal yöntemler yardımıyla, olağan yaşamda en derin saygıyı gören her şeyi -vatanseverlikten kişisel ilişkilere ve aşka kadar tam yerleşik toplumsal değerleri- adım adım kirletir. vatan mı tehlikede? “malsahibinin evi yandığında kapı dar gelir..zaten her şartta ödemek gerekecektir” céline’in tarihsel kriterlere gereksinimi yoktur.” Lev Troçki – Sanat ve Edebiyat