Zekeriya bin Mahmut el Kazvini (Abu Yahya Zakariya’ ibn Muhammad al-Qazwini) (أبو يحيئ زكريا بن محمد القزويني) (d. 1202, Kazvin, İran – ö. 1283 Bağdat, Irak), Fars matematik, fizik, astronomi, coğrafya ve jeoloji bilgini.
Hayatı: Tahran’a 150 km. uzaklıktaki Kazvin’de doğan Zekeriya bin Muhammed çok kısa zamanda tarih, astronomi ve jeolojide söz sahibi oldu. Ortaçağda jeolojinin otorite kabul edilen isimlerinden birisiydi Batı O’nu “Müslümanların Pilinus’u” olarak tanımıştır.
Acâibul-Mahlûkât ve Garaibû’l-Mevcudat , (Tuhaf Yaratıklar ve Acayip Varlıklar), (عجائب المخلوقات و غرائب الموجودات) isimli, Türkçe ve Farsça’ya da tercüme edilmiş olan Arapça astronomi eseri, Asar-ül Bilad ve Ahbar-ül İbad, isimli coğrafya eseri yazan Kazvini, Dünya’nın küre şeklinde olduğunu belirtmiş, hava, su, bitki, hayvan ve madenlerden detaylı olarak bahsetmiş, dağ, dere, ada, deniz ve nehirlerin oluşumu hakkında görüşler belirtmiştir.
Batı’da ancak 1920’de inceleme konusu olan kaya manyetizması ve fosil manyetizma, yedi asır önce Kazvini tarafından ele alınmış, modern jeolojinin keşiflerinden sayılan Reversal Manyetizma (ters dönümlü manyetik alan) daha o zaman, bu müslüman ilim adamı tarafından ortaya konmuştur. Eserinde, dağların oluşumunu ve sebeblerini de inceleyen Kazvinî, “…Her 36.000 (otuzaltıbin) yılda, yıldızlar dolaşımlarını tamamlarlar ve Yeryüzünde büyük değişiklikler olur; karalar denizlere dönüşür, denizler kurur, dağlar ova, ovalar dağ olur. Kuzey güney olur…” gibi modern bilimlerin vardığı neticelere uygun görüşlerini dile getirmektedir.
Ayrışma, aşınma, birikim alanına taşınma ve depolanmayı, “…dağlar güneş ısısıyla toprağa ve kuma dönüşür ki, rüzgarların tesiriyle nehirlere, buradan da denizlere taşınır ve zamanın geçmesiyle aralarda tepeler meydana gelir; böylece denizlerde çıkıntılar görürüz…” şeklinde ifade eden Kazvinî, 1950’lerde Airy ve Pratt tarafından ileri sürülen izostazi’yi (dağların kabukta, yoğunluk farklarına göre ovalık kısımlarla bir denge oluşturması) “…dağlar yeryüzünde doğrudan denge sağlarlar…” sözleriyle asırlar öncesinden haber veriyordu.
Depremleri volkanizma ve mağmatizmaya bağlayan Kazvini, yer altındaki basınç için buharı örnek vererek şunları yazmaktadır: “Buğular ve buharlar yeraltı çukurlarında su halinde yoğunlaşmadığı veya sıcaklık sebebiyle dağıtmadığı zaman çıkış bulamazlarsa, bir kimsenin vücudunu ateşin titretmesi gibi, onlar da yeryüzünü titretirler.”
9. yüzyılda Yunanca ve Latince astroloji, felsefe, tarih, coğrafya, botanik, tıp ile ilgili el yazmaların tercüme edilerek resimlenmesiyle ilk örnekleri görülmeye başlanan İslam minyatür sanatı yüzyıllar boyunca bir üslup olarak gelişir. Bulunan en eski minyatür Fatımiler Dönemi’ne ait mısır parşömenlerinin küçük parçalarıdır. Ortaçağ İslam dünyasının yoğun kültürel ortamında döneme ait görsel imgeler ve motifler el yazmalarına yansır. Eserlerin başlangıcında Allah’a ve peygambere övgü yer alır. Bağdat, Herat, Buhara, Şiraz, Tebriz, İsfahan gibi İslam kentlerinde sanat okulları açılır. Her okulun kendine göre karakteristik özellikleri vardır. İran minyatürlerinde şiir, roman, kahramanlık ve hüzünlü aşk hikâyeleri, masallar konu olarak seçilir. Erkek kahramanlar ince yapılı aşık delikanlılardır. Zarif kadınlar dramatik aşkın güzelleridir. Hayal gücünün ve şiirsel bir anlatımın göze çarptığı minyatürlerde bezemeli yapılar, süslü giysiler, motifli çizgiler, desenli halılar dekoratif etkiyi artırır.
Atölyelerde arta kalan değerlerin kaybolmasını önlemek için sayfalar arkalı önlü yapıştırılıp kitap gibi ciltlenir. Murakka adlı albüm defterlerde minyatür, desen, hat, tezhip örnekleri bir arada toplanır. 13. yüzyılda en parlak dönemini yaşayan sanatsal çalışmaların koruyuculuğunu yöneticiler üstlenir. Fatımi halifelerinin minyatürlerle dolu zengin kütüphaneleri vardır. Çin’den Türkler’e, Türk sanatçılardan İran’a oradan da Batı’ya geçen minyatürün İslam sanatında en dikkate değer olanları; Yunanca’ya dayanmayan ilk orijinal çeviri (Hintçe’den) hayvan masallarını anlatan Kelile ve Dimne, Firdevsi’nin yazdığı İran kahramanlık destanı Şehname, Ebu Zeyd’in maceralarının aktarıldığı Hariri’nin Makamat, kozmoloji ve coğrafya ile ilgili Kazvini’nin 1280 tarihli Acaibü’l Mahlûkat ve Garaibü’l Mevcûdat ve Nizami Gencevi’nin beş bölümlü Hamse gibi el yazmalarında bulunur.
Fizik, astronomi, coğrafya, botanik, tıp, zooloji gibi bilim dallarıyla ilgilenmiş Zekeriya bin Mahmud el Kazvini’nin 13. yüzyıla ait Arapça eseri ‘Acaibü’l Mahlûkat ve Garaibü’l Mevcûdat Ortaçağ İslam dünyasının en önemli doğal tarih metinlerini barındırır. Allah’ın adıyla ve duayla açılan, iki bölümden ve alt başlıklardan oluşan yazma İran’da ve Osmanlı’da çok sevilip Farsçaya ve Türkçeye çevrilir. İlk bölümde acâyip, mahlûkat ve garip kelimelerinin anlamlarından, İslam, Roma ve İran takvimlerinden, evrende yaratılmış canlı cansız varlıklardan, Müslümanların astronomik bilgilerinden, gezegenlerden, yıldızlardan, meleklerden bahsedilir. Evrenin eşsiz güzellikleri ve gök cisimlerinin insan hayatı üzerindeki etkileri vurgulanır. Diğer bölümde ateş, hava, su, toprak gibi elementler, denizler, yeryüzünde denge sağlayan dağlar, adalar, şehir ve kasabalar vb. coğrafi bölgeler, jeolojik oluşumlar; bitkiler, ağaçlar, suda ve karada yaşayan hayvanlar, insanlar, mitolojik yaratıklar, cinler, devler yanı sıra dünyanın tuhaflıkları anlatılır.
Melekler akıllı, Allah’a itaat edip emirleri yerine getiren, cinsel istek ve öfkesi olmayan varlıklardır. Kuran’da melekler iki türdür: Allah’a yakın olanlar ve cehennem bekçileri. Kazvini ayrıca Allah’ın tahtını taşıyan boğa, kartal, aslan ve insan karışımı varlıklardan söz eder. İnsanların yapamadığı, güçlerinin yetmediği durumlarda melekler varoluşun mükemmelliği ve dünyanın iyiliği için görünmez çalışanlardır. Kazvini’nin sınıflamasında canlılar yedi türe ayrılır. İnsan ilk sıradadır, sonra cinler, binicilik için kullanılan hayvanlar, otlatılan hayvanlar, canavarlar, kuşlar ve böcekler… Bir de karışık varlıklar var. İnsan yaratılışın nedenini, mucizelerini ve etkilerini kavrayamaz. Her yaratılan içinde ilahi birliği taşır. İnsanın ruhu ölümsüzdür ve onun yeryüzündeki amacı kötü alışkanlıklardan ve eylemlerden uzak durmaktır.
Melekler ve cinlerden sonra uçabilen canlılar olarak kuşlar yaratılır. Kazvini en sıradışı ve bilinen kuşun Kaf Dağında yaşayan Anka başka bir deyişle Simurg olduğunu ifade eder. Efsaneye göre Anka konuşan bilge bir kuştur. Hüdhüd (İbibik), cennet kuşu, kartal, akbaba, garip ve melez olarak nitelediği devekuşu ve diğer nadir bulunan kuşlar da tasvir edilir. İslami inanışlara göre Hüdhüd kuşunun başındaki tepelik anne ve babasına olan hürmetinden dolayı verilmiştir. Süleyman Peygambere kılavuzluk eden bu kuşun çok uzaklardaki suyu havadan görebilme yeteneği vardır.
Kazvin’de doğup eğitimini Bağdat’ta alan Kazvini ansiklopedik eserinde bilimsel açıklamalarla ele aldığı konuları Pliny’nin ‘Doğa Tarihi’ndeki gibi hikâyeler ve inanışlarla zenginleştirir. Böylece dönemin flora ve faunasıyla beraber insanların yaşam biçimleri, kültürü ve etnografisi hakkında da fikir edinilir. Bu konular kendisinden önce de Arap ve İran edebiyatlarında yer alır. Kazvini çok sayıda yazılı çalışmayı inceler; hukukçu, tarihçi, coğrafyacı ve gezgin arkadaşlarından görüşler alır; aynı zamanda kendisi de gözlemlerde bulunur. Özellikle Aristotales’in ‘Historia Animalium’daki (Kitâbu’l – Hayevân) düşüncelerinden yararlanır. İslam kültürünün en değerli kozmografisi kabul edilen kitabında engin birikiminin yansıdığı farklı konulardaki ayrıntılı, akıcı, anlaşılır ve titiz anlatım tarzıyla okuyucuları eğlendirerek bilgilendirir.
1280 tarihli eserin resimli ve resimsiz tercümeleri vardır. Minyatürlü olanlardan biri: 1537 yılında Moğol İmparatorluğu zamanında Hindistan’ın kuzeyinde hazırlanan deri kapaklı, 335 yapraklı Farsça çevirisidir. Bu kitabın minyatürleri suluboya ve mürekkeple yapılmıştır. Metin ve minyatürler kırmızı mürekkeple çevrelenir. Minyatürlerde çizgisel karakterli figürler stilize edilmiş hareketler içindedir. Az ve açık renk kullanılırken, koyuluklar elbise kıvrımlarını belirler. Bir başkası yine Farsça’dır, 23,5 x 15,5 cm ölçülerinde, 287 yaprağa ve 244 minyatüre sahiptir. Şiraz’da İbrahim Dönemine ait ve bugün Topkapı Sarayı müzesindeki nüshanın ilk sayfaları eksiktir.
Osmanlı Döneminde yazmanın ilk tercümesini Ali b. Abdurrahman yapar. Daha sonra Rükneddin Ahmet kaleme alır ve Çelebi Sultan Mehmet’e sunar. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’nın mahlası Sururi olan hocası Muslihü’d-dîn Mustafâ b. Şa‘bân el-Gelibovî er-Rûmî’nin Topkapı Sarayı Müzesindeki ‘Garip Yaratıklar ve Olağandışı Varlıklar’ adlı çevirisinde 127 minyatürün Nakkaş Hasan atölyesinden olduğu düşünülür. Çeviri Şehzade Mustafa’nın ölümü üzerine yarım kalır. Rodosîzâde Mehmet Efendi tamamlar. Sururi’nin kitabının minyatürlü kopyaları çeşitli müzelerdedir. “Dünya Neyin Üzerinde Duruyor? adlı minyatürde sonsuzluk denizinde yüzen bir balık üzerinde öküz, onun üzerinde kaya, kayaya basan meleğin iki eliyle tuttuğu dünya görülür.”* 1569 yılında Eyyup bin Halil ve 1697 yılında İsmail Paşa tarafından yapılan değişik Türkçe tercümeleri de vardır.
Kazvinî’nin alfabetik olarak mineraller, taşlar, bitkiler, hayvanlar, iklimlerin coğrafi dağılımı, ülkeler, şehirler, halklar ve Türk boyları ile ilgili bilgi verdiği Asarü’l-bilad ve Ahbarü’l-ibad adlı çalışması da önem taşır. Olağanüstü nesneleri, tılsımları, mucizeleri ve ülkelerin tarihi olaylarını ve coğrafi konumlarını tarif etmekle birlikte yaşayanların alışkanlıklarına da değinir. Sufileri, din adamlarını, imamları, hukukçuları kendine özgü biçimde onurlandırır. Kazvini’nin evrenin sistemini açıkladığı sözlük niteliğindeki düzenlenmiş bilgileri sonraki yüzyıllarda özellikle kozmoloji, doğal bilimler ve coğrafya konularında başvurulan değerlerdir.
*And, Metin, Minyatürlerle Osmanlı – İslam Mitologyası, YKY, 2007, İstanbul, s: 83
Acâibul-Mahlûkât’tan Minyatürler ve Yazmalar 1
(Başlık bulunmayan minyatürlerin açıklamalarını ingilizce okumak için üzerlerine tıklayın.)
Acâibul-Mahlûkât’tan El Yazmaları:
Acâibul-Mahlûkât’tan Minyatürler ve Yazmalar 2
faydalanılan kaynaklar; lebriz sanal dergi, vikipedi kütüphaneleri, yerel kaynaklar.