Kárhozat (Béla Tarr)

0

 

Macar sinemasının en önemli yönetmenlerinden olan, Andrei Tarkovsky’nin de mirasçısı olarak gösterilen Bela Tarr’ın, 450 dakikalık Satan’s Tango ve Harmonies Werckmeister filmlerinin gölgesinde kalmış başyapıtıdır Karhozat. Bela Tarr’ın kendine has sinemasal üslubu bu filmde de kendini gösterir. Uzun ve kesintisiz plan sekanslar, mekanı dolaşan kamera hareketleri, geriye doğru giderek çeşitli perspektifler yakalayan ilginç açıları ve tabii ki siyah-beyaz renkler… Siyah-beyazın filmlerini daha etkileyici göstermesi dışında, yönetmenin bu renkleri kullanmasının bir başka nedeni de; renkli kopyaların çabuk deforme olması ve zaman geçtikçe eski canlılığını koruyamaması.

Yağmur yağdı ve hiç dinmedi
Büyüdükçe büyüdü isli ve yalnız olmak
(Afşar Timuçin)

Filmin açılışında teleferikleri görürüz. Teleferiklerin sonu gelmez bir tekrar içinde, aynı monotonluğu ve mekanikliğiyle sürekli gidip gelmelerini izleriz. Aslında teleferiklerin bu sıradanlığı, buradaki insanların sıradanlığını ve yaşamlarını da çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Bu uzun sekanstan sonra, yavaş yavaş kamera geriye çekilerek açı genişletilir, teleferikler pencerenin köşeleri arasında kalır. Biz camdan yağmuru izleyen Karrer’i tanımaya başlarız.

Film o kadar minimalist bir anlatıma sahiptir ki, karakterlerin isimlerini bile film içinde öğrenemeyiz. Normal bir filmle kıyaslandığında çok az diyalog vardır. SSCB daha dağılmadan önce, Komünist Parti iktidarında, küçük bir Macar yerleşim yerinde geçer film. Etraflarındaki hiçbir şeyin değişmemesi, bu ağır sıradanlık hali, burada yaşayan insanları, özellikle de Karrer’i deliliğin eşiğine getirir. Karrer bir şey yapmaya cesareti olmayan, korkaklığına bahaneler üreten, çaresiz bir adamdır. Sevdiği kadınla arası bozulmuş, kokuşmuş barlarda gezinen, hayatında değişiklik arayan biridir. İçindeki sevgiyi artık kaybetmiştir. Kendini özgür bırakmak ister, ama bunu bir türlü yapamaz. Sürekli ruhsal bir gerilim ve melankolinin içinde bilinçsizce hareket eder.

Daha sonra bar sahibi ona bir adres verir ve bir paket alıp getirmesini ister. Karrer, bu sırada yine sevdiği kadını dinlemek için Titanic Bar’a gider. Bizde sinema tarihinin belki de en melankolik performanslarından birini izleriz. Elinde sigarası, mikrofonla bütünleşmiş, derin bir yalnızlığa ve melankoliye gömülmüş şarkıcı, şarkısını o kadar içten bir şekilde söyler ki; barda herkes kendinden geçer, herkes kendi yalnızlığında ve sıradanlığında kaybolur.

Ütopyanın var olduğunu bilmek, ne güzel!
Bilmek ne güzel
Artık burada olmayacak
Söyle aşkım,neden?

Karrer sevdiği kadınla birlikte olmak için kendisine verilen paket taşıma görevini, şarkıcının kocasına havale eder. Böylece sevdiği kadınla birlikte olmak için kendisine vakit yaratır. Aşık olduğu şarkıcı ise ayrı bir dünyadır. Onun da çok depresif bir karakteri vardır. Yaşamı yeniden keşfetmek isteyen, hayalleri olan, hırslı ve yalnız bir karakterdir. Fakat hep bir farklılık arar, tam sevdiğinde ayrılır, ayrıldığında umursamaz. Sonra birden yağmur damlalarını izlerken ani bir melankoli nöbetine tutulur. Dünyayla arasında ulaşılmaz, garip bir boşluk vardır. Kendisini seven herkesi içine çeker. Kendisiyle birlikte sevdikleri de bu deliliğin sınırlarında gezinen, anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz tünellere hapsolur.

Yağmur ince ince toprağa sinsin,

Bir başka alemden gelmiş gibisin,
Dalmış gözlerinle pencerelerde.
(A.H. Tanpınar)

Çamur içinde döküntü binaların etrafında, parçalanmış hayatlar, kırık kalpler, kesik kesik yaşanan sevgi kırıntıları ve bu derin yalnızlıklar aslında Bela Tarr’ın diğer filmlerinde de baskın olan unsurlardır. Tıpkı Karanlık Armoniler gibi bu filminde de, varoluşsal problemlerini aşamayan, ortak bir mutsuzluk, acı, keder, hüzün içinde kendilerini bir türlü tanımlayamayan insanların hayatlarından kesitler sunulur. Tıpkı etraflarındaki nesnelerin kesintisiz ve mekanik sıradanlığı gibi, insanlarda kendilerini tekdüze bir yaşam içinde bulur. Yönetmen, anlattığı hikayeyi öykülemekten çok, diğer anlatım yollarını daha fazla kullanır. Onun için sesler, gürültüler, konuşmalar, yüzler, mimikler, yağan yağmur, suyun akıp gitmesi, çamur içinde kalan yıkık dökük yerleşim alanları da birer anlatıcıdır. Eski Ahit’ten beri öykülerin sürekli aynı şekilde anlatıldığını düşündüğü için hikayesini farklı araçlarla öykülemeyi seçer. Filmlerinde Eski Ahit’ten alıntılar yapmayı da ihmal etmez.

Nesnelerin bünyesinde çatlaklar olabilir, hep bir şans vardır. İnsanlarda tıpkı nesneler gibi kendi bünyelerindeki çatlaklardan birer şans arar. Fakat bu şans o kadar az ve kırılgandır ki, bu arayış filmi daha da melankolik bir havaya sokar. İnsanlar ayrılığın ve yaşamın ağırlığını kendilerince kaldırmaya çalışır. Böylesine bir melankolinin ortasında, Karrer’de sigarasını yakar, dumanı içine çeker, boşluk ve hiçlik ciğerlerine işler ve boşa geçmiş bir hayatın acısı ruhuna çöker.

“Senin de içinde kapkara bir şey var.
Senle ben yer değiştirir
Buluşamayız bir türlü”

Karhozat, toplum içinde kaybolmuş, kendine güvenini yitirmiş insanların, özgürlüğünü ve varoluşunu tanımlamak için yaptığı kırılgan çabalardan kesitler sunar. Bu çabaların en güçlüsü de, aşk ve tutkudur. Fakat bu çabalar çoğu zaman karşı taraftaki insanın da aynı sorunları yaşamasından dolayı kesintiye uğrar. Yağmur sürekli yağarken, çevrelerindeki nesnel dünya dayanılmaz bir şekilde ağırlığını hissettirirken, bu karakterlerin çabaları ve ümitleri yeterince olgunlaşamadan, çamurlu sokakların arkalarında, yıkık dökük binaların içlerinde kalakalır. Ve insanlar, deliliğin sınırlarında, ürkek, ufak ve hassas adımlarla gezinir.

“tekrar ve tekrar
ölen ve dirilen
umutsuzluklar
ve hızlı başlangıçlar
ve hızlı sönüşler”

Share.

About Author

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn