Uzun zaman sonra nihayet 12. Yüz yılda Endülüs Emevileri Dönemini ve İbn Rüşd’ü anlatan Al-Massir filmiyle ilgili bir şeyler karalama vakti geldi. Uzun bekleyişin nedeni aslında yüz yıllara yayılan İslam tarihini ve onun en parlak dönemlerinin geçtiği Endülüs ve Endülüs’ü ilim insanlarını detaylıca anlatabilmek, öte yandan İslam Medeniyetlerinin Altın Çağı olarak adlandırılan son dönemlerde olanları ve İslamın günümüzde ki durumunu, geldiği noktayı kısaca özetlemeye çalışmak.
(Yazıyı okumadan filme geçmek isteyenler sayfanın sonuna gidebilir)
Peki İslam’ın Altın Çağı olarak adlandırılan dönemde Ortadoğu İslam Medeniyetlerinde ve özellikle Muvahhidler Endüsül’ün de neler oluyordu? İslamiyetin yayılması ve savaşlarla başlayan 8. Yüzyıldan 13. Yüzyıla kadar devam eden süreçte İslam Medeniyeti artık refaha ulaştığı çağlarda ismini sıralayamayacağımız kadar ilim insanı yaşamış (bazı ilim insanlarının ismini aşağıda toparladık) ve asırlar önce bilim, kozmoloji, matematik, felsefe, mimari, ilim, tefekkür, tıp, siyaset ve devletçilik ve daha bir çok sanatsal ve bilimsel alanda tüm medeniyetlere örnek teşkil edecek ilerlemeler kaydedilmiş. Bu dönemde Doğu medeniyeti, Batı’ya karşı oldukça büyük bir üstünlük kurmuş, özellikle bilimsel ve teknolojik anlamda birçok gelişme göstermiştir. Doğu’da olan gelişmeler Avrupa’ya Haçlı Seferleri sonucu ulaşmıştır. Öyle ki bir dönemler Hristiyan dünyasının İslam dünyasının ilmine ve yükselişine gıpta ettiği ve örnek aldığı söylenir.
Bazı tarihçiler 16. yüzyılda hilafeti eline geçiren ve dünyaya yön veren bir imparatorluk haline gelen Osmanlı Devletinin de İslam’ın Altın Çağı’na dahil olması gerektiğini savunsa da bu dönem Osmanlı’nın ilk dönemlerinden itibaren sona erdiğini ve İslam algısının değişiminin o yüzyıllarda etkin olduğu söylenebilir. Zira günümüzde ve Endülüs Emevileri döneminde de filmi izlerken İslam Dünyasında yaşanılan üzücü değişime ve köreltme sebeplerine biraz tanık olacaksınız. Bu açıdan Yönetmenin çok başarılı bir film yaptığını söylemeden geçmek yanlış olur ancak filmi izlemeden önce İslam Tarihi ve Endülüs’le ilgili birazcık bilgi filmi daha çekici hale getirecektir.
Peki İslamın orta dönemleri olarak kabul edilebileceğimiz dönemde günümüz İslam Medeniyetleriyle kıyas yaptığımızda neler yaşanıyordu? Şunu söyleyebiliriz ki, İslamiyetin orta dönemi diyebileceğimiz zamanlarda pek çok İslam ülkesinde sahih ibadete (sadece Allah ve kul arasında olan) tefekküre, İslamın sevgi ve barış dini olduğu inancıyla sevgi duymaya, şefkat göstermeye ve dayanışmaya yer veriliyordu. İlim olmadan ezber inanç, herhangi bir otoriteden ya da sistemden öğrenilen yapay düşünceler yoktu. Öte yandan Kur’an okumak, şerh etmek, medreselerde ilim dersi vermek, İslamın felsefesini yapabilmek ve tarihte ki medeniyetlerde yaşamış aydınların görüşleriyle karşılaştırmak gibi İslamiyeti aydınlatan ve refah sağlayan eylemler icra ediliyordu. Bunun yanı sıra bilim, teknoloji, sanayi, mimari gibi bir çok eğitim alanı ve başarılı ve tarihe ismini yazdıracak insanlar mevcuttu. Günümüzde hala o dönemlerden kalma bir çok eser büyük bir ilgi topluyor.
Örneğin Cabir Bin Hayyan‘ın çöle çıkarak dünyanın çapını o dönemin ilkel imkanlarıyla ölçmeye çalıştığı söylenir asırlar sonra yaptığı ölçüm hesabının doğru olduğu ve tekniğinin inanılmaz dahiyane bir fikir olduğu ortaya çıkacaktı. Yine başka bir örnekte bugün bir çok telli enstrümanın ve nota düzeneğinin kurucusu sayılan Matematikçi İbn Farabi, Berberiler döneminde İbn-Sina’nın tıp alanında kaydettiği ilerlemeler ve dünya tarihinde ilk kez açık ameliyat yapması. …
İslam’ın Altın Çağı’nda yaşayan en önemli bilim insanları; Cabir bin Hayyan, El-Sufi, İbn-i Rüşd, İbn-i Arabi, İmam Al Gazali, Kindi, Birûni, Farabi, İbn-i Sina, Dinaveri, Hârizmî, Ferganî, İbn-i Türk, El-Cezeri, İbn-i Heysem, Battani, Ömer Hayyam, Ebu’l-Vefâ el-Bûzcânî
İbn-i Rüşd hukuk alanında ün yapmış seçkin bir ailenin çocuğu olarak 1126 yılında Kurtuba’da (Cordoba) doğdu. Aristoteles’in eserlerini, onun doktrinine bağlı kalarak şerhettiği için İslâm âleminde “eş-şârih”, Lâtin dünyasında “Commentator” olarak tanınan İbn Rüşd, Endülüs’teki Yahudilerce Aben Roşd, İspanyollar arasında Aven Roşd, Latince’de ise Averroes veya Averroys olarak anılmıştır. (Gauthier, 1948: 1): İbn Rüşd, devrin ve bölgenin geleneğine uygun olarak öğrenim hayatının ilk adımı olan okuma, yazma ve dil bilgisi ile temel dinî bilgileri babasından öğrendi. Hukuktan tıbba, matematikten felsefeye uzanan farklı alanlarda dönemin önde gelen bilginlerinden ders alan İbn Rüşd’ün ünlü hekim İbn Zühr ile olan yakın dostluğu, kendisinin tıp alanındaki başarılarında önemli rol oynamıştır. 11. yüzyılda İbni Sina İslam dünyasının doğu kesiminde Aristoteles’çi felsefenin parlak yorumcusu ve felsefenin temsilcisi olmuş, fakat yüzyıl kadar sonra Gazali’nin eleştirileriyle İslam aleminde felsefe gözden düşmüştü. XII. yüz yıl sonlarında Aristoteles’çilik ve dolayısıyla felsefe, ama bu kez yeni Planton’cu unsurlardan arındırılmış olarak, İslam dünyasının batı ucunda, Endülüs’te ilk ve son savunucusunu buldu. İbn-i Rüşd, bir yandan Aristoteles’in temel kitaplarına yazdığı şerhlerle, bir yandan da felsefe-din arasında bir uyuşmazlık değil, tersine bir bütünlük olduğunu, bu ikisinin bir tek gerçeğin iki ayrı anlatım ve kavrayış biçimi sayılması gerektiğini ortaya koymasıyla tanındı.
İbn-i Rüşd aynı zamanda İbn Arabi’nin babasıyla olan arkadaşlığından dolayı İbn Arabi’nin babasının isteğiyle İbn Rüşd’den eğitim alması için İbn Rüşd ile tanışsa da tanışma esasiyle İbn Arabi farklı görüşlerde olduğunu düşünerek eğitimi kabul etmemiştir. (vahdet-i vücut, vahdet-i mevcut) bu da ayrıca kaleme alınması gereken ve alınacak bir hadisedir. İbn Rüşd’ün cenazesinin taşınması esnasında İbn Arabi‘nin şu sözleri söylediği bilinir, “bir cesedi dengeleyen, ona muadil olan bir denk kitap!”
İslam Tarihi hakkında ki bir şeyler daha yazabilmek isterdim ama sanırım gereğinden uzun yazdım ve içimden geldiği gibi aktı sözcükler. Bunun nedeni günümüzde olanlara baktığımızda üzüntü duyuyor olmam.
On ikinci yüzyıl Müslüman Endülüsü’nde, Hristiyan Avrupası’nda Averroes olarak bilinen büyük felsefeci İbn-i Rüşd, çeşitli dinlerden pek çok gence klasik Yunan felsefesi okumaları için ilham vermektedir. Öte yandan başkaları bu tür entelektüel araştırmaları dini geleneğe bir saldırı olduğu gerekçesiyle lanetlemektedir. İbn-i Rüşd’e karşı halifeyi de kendi tarafına çekmek isteyen yobaz (selefi) grup baskılarını arttırmakta Rüşd’ün fikirlerini ve düşüncelerini yok etmeye çalışmaktadırlar. Büyük bir cesaret örneği olan muhteşem filmi Kader ile Cannes’da altın palmiyeye aday olan yönetmen Youssef Chahine, günümüze dair ciddi göndermeleri olan içten, coşkulu bir tarihi öykü anlatıyor.
Müzikleriyle, danslarıyla mistik havasıyla tarihi dokusuyla eğlencesiyle oldukça zengin olan filmin, bilgi ve tarihi anlamda da izleyiciye çok şey katacağı kesin zira İbn-i Rüşd’ün 9 yy. önce bile günümüz insanlarından ne kadar ilerde bir düşünce yapısına sahip olduğunu film boyunca izliyorsunuz.
Tüm film bu cümlelerin ışığın da seyirciye yol gösteriyor. Düşündürtüyor isyan ettiriyor ve günümüzle kıyaslandığında üzücü benzerlikler şaşırtıyor hatta korkutuyor. Aynı tartışmaların, baskıların, yok saymanın korkutmaların, sindirmelerin 9 yy. sonra bile aynı şiddette devam etmesi ve günümüzde İslam coğrafyasında siyasi çıkarları amacıyla inancından sapmış, din istismarcıları aracılığıyla katliamlar yaptırması, aç gözlülük, din ile aldatma ve en çok birbirimize verdiğimiz zararlarla ne yazık ki bir kaosun içinde yaşıyor ve gittikçe dibe çekiliyoruz.
Filmin Özeti: Hem cehaletle, hem de din sömürüsüyle savaş veren, İslam tarihinin en önemli reformcu bilginlerinden İbn-i Rüşd’ü odağına alan film, genel hatlarıyla Ortaçağ Avrupası’ndan başlamak üzere, Endülüs, o dönem İslam düşünürleri arasındaki temel tartışmalar, Endülüs’ün siyasi yapısı, felsefe-din tartışması gibi bir çok konuya değinmektedir. Bir Hristiyan bilginin İbn Rüşd’ün kitaplarını tercüme ettiği için engizisyon tarafından yakıldığı bir ortamda ilimle tanışmak isteyen Hristiyan bir genç İspanya’nın Müslüman tarafına, Endülüs’e, İbn Rüşd’ün yanına geçiyor.. Burada, kadınlı, erkekli, şen şakrak sofralar karşılıyor onu. Kadınların sözünün alabildiğine geçtiği Rüşd’ün evinde, diğer genç öğrencilerle beraber ders görmeye başlıyor. Film bu gencin yanı sıra, daha çok İbn Rüşd’ün kendisi, çocukları, öğrencisi olan halife oğlu, bunların yanı sıra halife ve başka karakterler eşliğinde Endülüs’ün kültürel ve siyasi ortamı üzerine yoğunlaşıyor.
Filmin, pek çok noktaya değindiği, dönemin ve günümüzün belli başlı mevzularına göndermeler yaptığı kolayca anlaşılabiliyor. Endülüs’ün en azından Halife Mansur dönemindeki olaylara ve İbn-i Rüşd’e geniş açıyla bakabilmek için ender karşılaşabileceğimiz bir yapıt özellikle Endülüs dönemini ve kültürünü yansıtması da bir o kadar etkileyici. Filmin üzerine konuşulacak pek çok sahne var, uzun uzun anlatmak dinlemek keyif verici olabilirdi ama kısaca bir kaç sahneyi paylaşalım;
Filmin başında, Halife Mansur’un raksa (dans) düşkün, şiire meraklı, devlet işlerinden uzak küçük oğlu Abdullah’ın, dönemin güç, para ve savaş peşinde olan yobazlarınca (yobaz diyorum selefi, zındık, din suistimalcisi de denilebilir) nasıl kandırılıp beyninin yıkandığına şahit oluyoruz. Filmde İbn-i Rüşd’ün öğrencisi olan Abdullah tefekkür ve felsefeyle aldığı eğitimin yanı sıra yobazlarca kandırılmaya başlandığında kendi tefekkürünü ve düşüncelerini yansıtmayan ezbere ayetler öğretilecek ve inancını bunun üzerinde yeniden kurması sağlanacaktır. Özellikle ilerleyen sahnelerde İbn Rüşd’le bir konuşması var ki bir kaç satır yukarıda anlatmaya çalıştığımız boş bilgiyi inanç merkezine oturtmakla doğrudan alakalı. Sahne şu şekilde;
İbn Rüşd: Sen yüce olmayı mı arzuluyorsun? Fakat nefretinden dolayı başkalarını küfürle itham etmek sapıklıktır.
Abdullah: Allah’in kelimelerini yaymak istiyorum.
İbn Rüşd: (hiddetlenir) Ben kiminkini yayıyorum? Şeytanınkini mi? Sen? Allah’in kelamını mı yayıyorsun? Çok iddialı. Bu kadar boş olursan başkalarının sana söylediklerini tekrar eder durursun. Bir kaç ayet ve şiir öğrenmekle kendini alim mi sanıyorsun? Tıp, astronomi, matematik, kimya hakkında ne biliyorsun? ya felsefe? aşk, doğruluk, adalet hakkında yeterince şey biliyor musun da, Allah’ın kelamını yayabileceğini iddia ediyorsun?
İbn Rüşd’ün, dönemin ileri gelen muhaliflerinden Burhan ile cami avlusunda talebelerin önünde yaptığı tartışma ise kafamızda o döneme ait olan ilmi atışmalar hakkındaki resmin şekillenmesine yardımcı oluyor. Akılcılığı savunan İbn Rüşd’e karşı aklı reddederek sadece kat’i imanı ileri süren Burhan, filmde bir nevi İmam Gazali ekolünü canlandırıyor.
İbn Rüşd: “De ki; rabbim ilmimi artır”
Burhan: İlim mi? peki ya iman?
İbn Rüşd: Rabbine karşı mı geliyorsun?
Filmin sonlarına doğru ise İbn Rüşd’ü sürgün edip kitaplarının imha edilmesinin fark edilmesi üzerine Halife Mansur’un büyük oğlu daha önce kitaplardan aldıkları bir kopyası Mısır’a Fahreddin Razi’ye emanet ediyor ve korunacağı sözünü alarak geri dönüyor. Bu sırada ise olanlar olmuş İbn Rüşd sürgün edilmiş, eşyaları ve ailesiyle birlikte kitaplarının yakıldığı yerden geçerken durup derin bir üzüntüye kapılsa da Nasir son dakika da yetişerek kitapların korunduğu bilgisini veriyor.
Öte yandan babası öldürüldüğü için Fransa’dan gelip İbn Rüşd’e talebe olan öğencisi Josef’te kitapların başka bir kopyasını kendi ülkesine götürmek ve insanlara yaymak istiyor. Her ne kadar başarısız, çetin bir yolculukta olsa bilgiyi yaymak için tüm risklere rağmen mücadele etmek oldukça etkileyici geliyor. Filmde’de replik olarak geçen ve esasen İbn Rüşd’ün kendisine ait olan şu söz tam olarak bunu anlatıyor sanırım; “Fikirlerin kanatları vardır, kimse insanlara ulaşmasına engel olamaz.”
Nasir, Abdullah, Josef, terennümleriyle aşk’ı, sevgiyi haykıran ve en sonunda öldürülen Mervan, onun cesur hayat arkadaşı Manuela, İbn Rüşd’ün hikmetli ellere, tatlı bir dile sahip eşi Zeyneb’e de değinmeden olmayacak ama varın izlerken tanıyın sevgi dolu, müzik, aşk, ilim ve bilgiyle birbirine bağlı aileyi. Film’de Mervan’ın söylediği şarkılara raks ederek karşılık veren Abdullah ve Manuela’yı izlemek insanın içinin kıpır kıpır olmasına yetiyor artıyor bile. Öyleyse siz de aşkla dans edin ve şarkınızı söyleyin, “kalbini mutmain etmek için şarkını söyle, kalbini mutmain etmek için şarkını söyle ki biz de şarkı söyleyebilelim..”
Al Massir – علّي صوتك (‘Alli Soutak’) from Özgür Öztürk on Vimeo.
Filmden Bazı Replikler
“Nerede olursak olalım, ilim ana vatanımızdır.. cehalet ise yabancı bir yerdir.” İbn-i Rüşd
“İlahi vahyin öznel tevilinin diğerlerinden sahih olduğu iddia edilirse ümmet parçalanır. Ve hepimiz bu parçalanmanın ve ayrılmanın sorumluluğunu taşırız.”
“Fikirlerin kanatları vardır, kimse insanlara ulaşmasına engel olamaz.”
“Fikirler sen unutulup gittikten asırlar sonra da yaşayacak.” Halife Mansur’un güç arzusu üzerine
“Cahil kişi Kuran’dan iki ayet öğrenip ilahi gerçeğin taciri gibi geçiniyor. Kelam, fıkıh, hadis, tefsir metinlerini doğru anlayabilmek için, yıllarca öğrenim görmek, araştırma yapmak ve tefekkür etmek gerekir. Biz kendilerinin dahi olduğunu iddia eden bu kişilere inanırsak şu ayeti göz ardı etmiş oluruz;“İnsanların bir kısmı herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlar için rüsvay edici bir azap vardır.” Lokman 6 (Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).
“Kimse tüm gerçeği bildiğini iddia edemez.”
İmam Malik, Resurullah’ın kabrini işaret ederek diyor ki: “Burada yatan zat hariç herkes hesaba çekilebilir.”
“Doğru fikir yanlış görünebilir, yanlış fikir de doğru.” İmam Şafi
2 yorum
Film nerede?
sayfanın sonunda:)