İslam dünyasında Farabi ve İbn-i Sina önderliğinde sözde Aristotelesçi, gerçekteyse büyük ölçüde yeni Platoncu felsefe hakim olmuştu. Aristoteles’in özgün felsefesine ilk kez İbni Rüşd döndü. Filozofun Metafizik’e yazdığı “Metafizik Özeti” adlı kısa şerhin başlıca amacı varlık ve onun bilgisine ulaşmaktır.
Kendisi de açıkça «Amacımız, Aristoteles’in Metafizik’inden, onun varlık hakkındaki kuramsal düşüncesini öğrenmektir» der. Aristoteles gibi İbni Rüşd de metafiziği kısaca “varlık bilgisi”olarak tanımlar. Fizik tikel nesnelerin nedenleriyle uğraşırken metafizik bunların en yüksek nedenlerini araştırır. Ona göre varlık bilgisi (yani metafizik), varlığın nedenlerini ve ilkelerini açığa çıkarmayı amaçlayan bir bilgidir. Böylece doğru bilgi varlığa uygunluk taşıyan bilgidir; bunun için de zihnimizde olanın dış dünyada olanla uygunluk taşıması gerekir. Sonuçta “varlık” kavramanın iki değişik anlamı ortaya çıkmaktadır.
1. Epistemolojik varlık 2. Ontolojik varlık.
İkincisi birincisinin temelidir, Yani dış dünyada gerçekliği olmayan veya böyle bir varlıkla her hangi bir ilişkisi bulunmayan hiçbir şeyi zihnimizde varlık olarak düşünemeyiz; veya böyle düşünülen bir varlık tümüyle kuruntudur, masal yaratığıdır. Çünkü var olmak, gerçek olmak demektir. Akil dış dünyadaki varlığın bilgisine ulaşınca, bu varlık artık bir kavram veya öz (mahiyet) durumunda zihinsel varlık haline dönüşün Dış dünyadaki varlıklara töz (cevher) denir. Töz on kategorinin ilkidir; geri kalanları ikinci dereceden tözlerdir. Örneğin ,”Sokrates insandır” tümcesinde «Sokrates» (tikel varlık) cevher olmakta «insan»dan (tümel varlık) önce gelir. Ancak, insan oluş da Sokrates kadar gerçektir. Bununla birlikte Aristoteles gibi İbni Rüşd de tikel tözleri ya da duyulur varlıkları metafiziğin hareket noktası yapmıştır.
İbni Sina gibi kimi filozoflar, her fiziksel varlığın biri türe ait, öteki de cisme ait olmak üzere iki türlü formu bulunduğunu ileri sürmüşlerse de İbni Rüşd buna katılmaz. Ona göre fiziksel varlıkların yalnızca maddesi ve formu bulunur. Madde, onların duyulur olmalarının, form da akılla kavranır olmalarının nedenidir. İbni Rüşd tümellerin varlığını kabul etmekle Yeni çağ felsefesinin nominalizminden uzaklaşır; ancak ona göre tümellerin (ör. insan kavramı) ayrı ve bireysel varlıklardan (ör. Ahmet, Mehmet kavramı) bağımsız birer gerçekliğe sahip olduğunu ileri sürenler yanılmışlardır. Oysa, Ibni Rüşd’e göre, «Şu bir gerçektir ki, özleri kavramak için tümellerin tikellerden bağımsız birer varlık taşıdıklarını düşünmemize hiç de gerek yoktur.» Tümeller yalnızca zihnimizin soyutlama yoluyla oluşturduğu varlıklardır. Böylece İbni Rüşd, tümel varlıkların ya da ideaların bağımsız gerçekliğini savunan Platon’un realizminden de uzaklaşır ve Aristoteles’in kavramcılığını benimser.
İbni Rüşd, evrenin «ilk madde» (heyula) denilen öğeden yaratıldığını, dolayısıyla yokluktan yaratma diye bir olayın söz konu su olamayacağını savunur. Evren ezeli bir birlik bütünlüktür. Yaratma, hareketten başka bir şey değildir; her hareketin bir konu su olduğuna ve hareket ezeli-ebedi olduğuna göre varlık ezeli ve ebedidir. Bu düşünce, Müslüman kelamcıların «evren yokluktan yaratılmıştır» görüşüyle açıkça çelişmektedir. Evrenin düzenin deki sürekli değişme sürekli hareket demektir, bu da bir «İlk Hareket Ettirici»yi gerektirir ki, o da Tanrı’dır.
Kaynak: Britannica
İbn-i Rüşd ( Arapça: ابن رشد; Künyesi Ebū ‘l-Velīd Muḥammed ibn Aḥmed ibn Muḥammed ibn Rüşd ابوالوليد محمد بن احمد بن محمد بن رشد;Latince: Averroes, d. 14 Nisan 1126 – ö. 10 Aralık 1198), Endülüslü-Arap felsefeci, hekim, fıkıhcı, matematikçi ve tıpçı. Kurtuba’da doğdu ve Marakeş, Fas’ta öldü. İbn-i Rüşd’e göre biricik filozof Aristo’ydu.
İbn-i Rüşd en çok Aristo’nun eserlerinden yaptığı, bugün Batı’da pek çoğu unutulmuş, tercüme ve şerhleriyle ünlüdür. 1150’den önceAvrupa’da Aristo’nun eserlerinin birkaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca rağbet görüp, incelenmiyorlardı. Batı’da Aristo’nun mirasının yeniden keşfedilmesi, İbn-i Rüşd’ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latince’ye tercümesiyle başlamıştır.
İbn Rüşd’ün Aristo üzerine çalışmaları otuz yıllık bir dönemi kapsar ve bu dönem içinde, erişemediği “Politika” dışında bütün eserlerine şerhler yazmıştır. Eserlerinin İbranice tercümeleri de, İbrani Felsefesi üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. İbn Rüşd’ün düşünceleri, Hıristiyan skolastik gelenekten, Aristo’nun mantık çalışmalarına değer veren [Brabant’lı Siger], Thomas Aquinas ve bilhassa Paris Üniversitesi’ndeki diğerleri tarafından özümsenmiştir. Thomas Aquinas gibi meşhur skolastik filozoflar, ona ismi yerine “Şârih” (Yorumcu) ve Aristo’ya da “Filozof” diyerek yüksek derecede önem veriyorlardı. İslam dünyasında bir okul bırakmamış ve ölümü Endülüs’teki serbest düşünce hayatının sonunu işaret etmiştir.
Orta Çağ’ın Avrupalı skolastiklerinin kendisine gösterdikleri saygıdan ötürü, Dante İbn Rüşd’ü İlahi Komedya’da diğer büyük pagan filozoflarla beraber, “iltifatın üne borçlu olunduğu” Limbo’da öne sürmüştür
Bkz: “Fikirlerin kanatları vardır, kimse insanlara ulaşmasını engelleyemez.” – Al Massir(Film)