Büyük ustamız, hocamız Sayın Hilmi Yavuz‘un daha önce Zaman gazetesinde yayınlandığını öğrendiğim ancak bu yayını takipçilerine yeniden hatırlatması ile kendisinin sayfasından alıntılayarak burada paylaşmayı ve meraklısına duyurmayı istedim.
Hilmi Yavuz “Şiir Okumaya Dair” başlıklı makalesinde konuyu çok yönlü ele alarak değerlendirmiş, yakın geçmişte divân edebiyatı şairlerimiz, modern şairlerimizden geçmişe kadar uzanıp divân edebiyatının perdelerini aralamamız için bir bir hoş sâdâ ve bir çok ipucu bırakmış. Bilhassa aşağıda vereceğim birkaç bant kaydı ile Yahya Kemal, Muallim Naci’ye ait şiirlerin bestelenmiş ve klasik türk mûsîkisinde yer edinmiş bir kaç örneğini de paylaşacağım. Modern edebiyat yanı başımızda dururken bu makale vesilesiyle zarafet, incelik ve huşu ile dolu perdenin aralanıp şiir nasıl okunmalı sorusuna cevap aramakla birlikte kendi öz kültürümüze ait olan klasik edebiyata giriş için de bir perde aralamış olacağımızı umuyorum. 🌹(editör)
Hilmi Yavuz, Asaf Halet Çelebi’nin ‘Sema-ı Mevlânâ’ Şiirini Okuyor
Şiir Okumaya Dair – Hilmi Yavuz
Şiiri okuma,başlı başına bir sanattır.İyi bir okuyucu,diyelim, iyi bir tiyatro oyuncusu,kötü bir şiiri iyi okuyabilir mi? Ya da şöyle: Kötü bir şiir, iyi okunmakla, güzel bir şiire dönüşebilir mi?
Yahya Kemal Beyatlı, ‘Edebiyata Dair’in ilk makalesi olan ‘Şiir Okumaya Dair’ başlıklı yazısında ‘[h]alis bir şiir fena okunabilir, lakin sahte bir şiir iyi okunamaz,’ der. Yahya Kemal’e göre, iyi bir şiiri kötü okumak mümkün, ama kötü bir şiiri (o,’sahte şiir’ diyor!) iyi okumak mümkün değildir. Üstad, bu görüşünü şöyle açıklar:
’Halis bir şiiri iyi anlamamış,daha açık bir tarifle,o şiirin bestesini ruhuna ve dudaklarına nakletmemiş bir insan onu fena okuyabilir:Hatta şiir inşad etmekte,umumiyetle mahareti olan büyük sahne sanatkarlarının halis bir şiiri kötü okudukları görülmüştür.[…] O sahne sanatkârı hakikatte o şiiri okumamıştır; onu yalnız alışkın olduğu inşad melekesiyle ifade etmeye çalışmıştır. Halis bir şiiri okumak demek ona şairinin verdiği musıki ayarıyle, fazla veya eksik bir ses ilâve etmeksizin, musıkiden anlayanların tabiriyle, falsosuz okumak demektir. Okuyabilmek için de ona tam bir vukuf hâsıl etmek, ondan sonra onu hançere ve dudakların tam bir h3Akimiyeti ile ifade etmektir. Halis bir şiire, onu söylemiş olan şair, mısra mısra ifade dantelesinin eksiksiz bir şeklini vermiştir; artık ona onu okuyacak kimse bir aksan ilave edemez. Zaten halis şiiri çok iyi anlamış bir okuyan onu, mükemmel ve tam olarak okumaktan haz duyar. Onu bozmaktan korkar.’
Kötü (ya da, ‘sahte’) şiirin iyi okunamayacağına gelince, Yahya Kemal, ‘[ş]iir okumak melekesine azami derecede malik olan bir sahne sanatkarı[nın] bile, sahte bir şiire, bütün marifetiyle bir şiir vehmi vereme[yeceği]’ kanısındadır. Çünkü üstada göre, ‘o manzumede hadd-i zâtında mevcud olmayan şiir cevherini o inşadcı[nın] ilâve ede[bilmesi]’ sözkonusu değildir: ‘Olsa olsa mevzun cümlelerden mürekkep bir parçayı iyi kıraat etmiş olur.’
Doğrusunu söylemek gerekirse, Yahya Kemal’in kendi şiirlerini okuyuşuna bakarak, ‘halis’ (ya da,’iyi’)şiirin kötü okunabildiği konusundaki yargısına katılmamak mümkün değildir. Üstad, ‘Hürriyet Gösteri’ Dergisi’nin 1980’li yıllarda verdiği ‘Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi’ kasetlerinin birincisinde o güzelim ‘Erenköyü’nde Bahar’şiirindeki ‘hoş’ kelimesini, Rumeli aksanının etkisiyle, ‘hoj’ diye okumakta, mısra sonundaki kelimeleri de bir imâlenin gerektirdiğinden çok daha uzun telaffuz etmektedir.
Nazım Hikmet de, şiirlerini, çok ciddi vurgu yanlışları yaparak okumuştur. Mesela, ‘Salkımsöğüt’ şiirindeki ‘akıyordu’ kelimesinde üçüncü heceye vurgu yaparak telaffuz etmiştir ki, bu Türkçe vurgu kurallarına aykırıdır. 1950’li yıllardaki’ ‘Edebiyat Matineleri’nden biliyorum: Salâh Birsel de, şiirlerini vurgu yanlışı yaparak okuyan şairlerdendi;- Cemal Süreya da!
Söz ‘Edebiyat Matineleri’nden açılmışken, 1950’li yılların ‘Edebiyat Matineleri’nin iki (deyiş yerindeyse!) ‘süperstar’ını, Attila İlhan ve Özdemir Asaf’ı da anmam gerekiyor. ‘Ceviz Sandıktaki Anılar’ kitabımda da uzun uzun anlatmıştım, Attila İlhan’ın şiir okuyuşu ‘vurgusu, yoğun duygusallık üzerine kurulmuş dramatik [bir]performans’tı;- Özdemir Asaf’ınkiyse, tam bir seyirlik eğlenceye dönüşen aşırı komik’ bir performans! Hele, Özdemir Asaf’ın ‘r’ harflerini ‘ğ’ gibi telaffuz etme peltekliğini hesaba katarsanız…..
Ya eskiler nasıl şiir okurlarmış? Bu konuda elimizde sadece Ahmet Rasim’in ‘Muharrir Şair, Edib’deki tanıklığı var. Ahmet Rasim, Muallim Naci’nin çevresindeki şairlerin şiir okuma tarzlarına dair bilgiler veriyor. Ona göre, ‘Hoca Hayret, burnundan söyler gibi, merhum Şeyh Vasfi de mazlum mazlum okur[muş]’! [Muallim] Naci tok bir edâ ile ekseriya bıyıklarını bura bura terennüm eder’, ‘Müstecabizade’ninkine şiir okuma değil, ağlama demek daha doğru olur’muş! ‘Andelib, kahkahalarla veya kaşlar çatık, gözler dönük pürüzlü, çatlağa yakın bir sesle başlar,canı isterse aralıkta ağlar’mış!
Muharrir, Şair, Edib’in Muallim Naci ve çevresine ilişkin notları, özellikle ilginçtir. Şeyh Vasfi olmak üzere, Andelib, Üsküdarlı Talât Bey ,Muallim Feyzi gibi ‘mürîd’lerden biri olan Kâzım Paşa, o çok bilinen
Düştü Hüseyn atından Sahra-yı Kerbelâ’ya
Cibrîl (hemen) haber ver, Sultan-ı Enbiyâya
beytinin şairidir. Cevdet Kudret, Kâzım Paşa’nın ‘şiir yüklü’ bu beytine ‘bayıl[dığını] söyler ve ikinci mısraı
Cibrîl koş haber ver Sultan-ı Enbiyâya’
biçiminde yazar.
Kâzım Paşa gibi, Muallim Naci çevresinden Muallim Feyzi’nin ise, bu beytin Paşa’ya değil de, kendisine ait olduğunu iddia ettiğini yine ‘Muharrir, Şair, Edib’ den öğreniyoruz. Ahmet Rasim, Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi Farsça hocası olan Muallim Feyzi’nin ‘Kâzım Paşa’yı bir türlü affedeme[diğini]’ ; Paşa’nın sözkonusu beyti ‘kendisine mal ederek benimsemiş olduğunu’ naklettikten sonra şunları yazıyor: [Muallim Feyzi] ‘adetâ asabiyeti galip olduğu zamanlarda bile, Paşa için,
-Benzersiz edebiyat hırsızı!
derdi. Ahmet Rasim, Kâzım Paşa hakkında da eğlendirici anekdotlar naklediyor. Bunlardan biri, Kâzım Paşa’nın ‘gençliğinde yapmış olduğu manzûm kıtalarını konaktaki ayvaza okuyup zorla dinlete dinlete zavallıyı meram et[tiğidir]’ Ahmet Rasim, bunun Kâzım Paşa’ya mahsus olmadığını; ‘ o zamanın manzûm eserlerinin sahiplerinde de hemen hemen buna benzer meselelerin var [olduğunu]’ belirtmeyi de ihmal etmiyor. Kendisinin de başına benzer bir olay gelmiş. Bir sabah Makriköy’deki evinde ‘henüz yataktan kalktığı sırada’ kapı çalınmış, kapıyı açınca da karşısında şair Celâl’i görmüş. Celal, ‘bu gece bir gazel söyledim. Bir türlü uyuyamadım. Anlayacak yok ki, okuyayım. Düşündüm, düşündüm hatırıma sen geldin Uyumam, erkenden gider ona okurum, dedim’ demiş.
Ahmet Rasim, şöyle sürdürüyor sözlerini:
‘Bunlarda şiir okuma teşebbüslerinin her çeşidi vardı; Kendisini dinleyecek birini bulmak için “Direkler Arası”nda, Bâbıâlî Caddesinde bir aşağı iki yukarı gezinenleri bilirim. Bu zümrenin fertleri daha yeni heveslenenlerdi ki, birden bire açılamazlardı. Orta seviyede bir şöhrete mâlik olanlarda ise, teklif ve tekellüfe bakmayanlar çoğunluğu teşkil ediyordu. Yolda giderken sizi çevirirler,
-Dünkü gazeli sana okudum mu idi?
derler. Ellerini ceplerine sokarlar, göz mü kapayacak, sakal mı tutacak, baş mı sallayacaklarsa alırlar, gürül gürül okurlardı’.
Ne dersiniz? Acaba Muallim Feyzi de, Kâzım Paşa’yı Direkler Arası’nda yoldan çevirip ona o beyti okumuş olabilir mi? Ahmet Rasim’in söylediklerine bakılırsa, durum tam tersi olmalı: Yoldan çevirip şiir okumak, Muallim Feyzi’den ziyade, gençliğinde konaktaki ayvazı şiirlerini okuyarak delirten Kâzım Paşa’ya daha çok yakışıyor, çünkü!!!
[2004, 2012]
Metnin Aslı: https://goo.gl/ymnmnL
Edebiyatımızdan Musıkimize örnekler..
Güftesi Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan Nihavend Makamında bir şarkı, Körfezdeki Dalgın Suya Bir Bak Göreceksin
Beste: Osman Nihat Akın Güfte: Yahyâ Kemâl Beyatlı Makam: Nihâvend Usûl: Türk Aksağı
Münir Bey bir Polydor plağında Muallim Naci’nin meşhur gazelinin iki beytini Neyzen İhsan Aziz Bey refakati ile okuyor.