Düşünceleri ve şiirleriyle İranlı kadınları olduğu kadar, baskıcı rejimlerde yaşayan kadınları da etkiledi. Kadınların sorunlarını ele aldığı şiirleri fikirleri şiddetli tartışmalara neden oldu. İran toplumunun kadınlara karşı uyguladığı ayrımcılığı eleştirdi ve kadınların, daha iyi koşullarda bir yaşama kavuşmasını ve haklar elde etmesini savundu. Şah döneminin despotluğuna da karşı çıktı. Bazı şiirleri kimi zaman erotik bulunmuştur. Şairin şiirleri ve yaşamı hakkında çok sayıda makale ve kitap yayınlandı, yaşamı filme alındı.
Yapıtları:
“Tutsak” 1955
“Duvar” 1956
“İsyan” 1957
“Yeniden Doğuş” 1963
“İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” yı tamamlayamadan öldü. 1967Dilimize çevrilen yapıtları:
Sadece Ses Kalıcıdır. Çev. Cavit Mukaddes. Yapı Kredi Yayınları, Ocak 1997
Sonsuz Günbatımı Çev. Onat Kutlar, Celal Hosrovşahi. Ada Yayınları, Şubat 1989
Bütün Şiirleri. Çev. Kutlukhan Eren. Şule Yayınları 1999
Dünya Sevmek İçin Çok Küçük (Mektuplar, söyleşiler, anılar) Çev. Kenan Karabulut, Gri Yayınevi Mart 2006
Furuğ. Çev.Kenan Karabulut. Gendaş. Ekim 2002Önemli Filmleri:
“Su ve Isı” , “Dalga Mercan ve Kaya” , “Bir Ateş” , “Cüzzamlılar” , “Ev Karadır”
Ödülleri:
1962 yılında yaptığı belgeselle İtalya belgesel filmler festivalinde birincilik.
1963 yılında “Kara Ev” filmiyle, Almanya Oberhausen Film Festivalinde en iyi film ödülü.
Yapıtları:
“ben yeşil buğday salkımlarını
göğsüme alarak, sütle besliyorum,
ses, ses, sadece ses,
su akışının sesi
ve dişi toprak kabuğunun üzerine
yıldız ışığının düşüş sesi
ve aşkın yayılma sesi
ses, ses, sadece ses kalıcıdır.”
BİR BAŞKA DOĞUŞ
Ve bu benim
yalnız bir kadın
Soğuk mevsimin eşiğinde
Yeryüzünün kirli varlığını anlamanın başlangıcında
Göğün kederli ve yalın ümitsizliğinin
Ve bu çimentolu ellerin güçsüzlüğünün
MUTLU İNSANLARDANIM
Mutlu insanlardanım
Pencerenin yanına gittim, hevesle
altı yüz yetmiş sekiz defa
İnce toz, çöp ve idrar kokusuyla
yüklü havayı içime doldurdum
Ve altı yüz yetmiş sekiz borç senedinin
Ve altı yetmiş sekiz iş başvurusunun
altına yazdım
RÜZGAR BİZİ GÖTÜRECEK
Benim küçük gecemde
Rüzgar ağaçların yaprağına son kez süre tanıyor
Benim küçük gecemde viran olmanın korkusu var
Kulak ver
Karanlığın esintisini duyuyor musun?
Ben garipçe şu talihime bakıyorum, ümitsizliğe alıştım
Kulak ver
Karanlığın esintisini duyuyor musun?
Gecede, şu an bir şey geçiyor
Ay kızıl ve karmaşık
Ve her an düşme korkusu yaşanan bu damda
Bulutlar yaslı kalabalıklar gibi
Sanki yağmurun yağacağı anı bekliyor
Bir tek an
Ondan sonra hiç
Bu pencerenin arkasında gece titriyor
Ve yeryüzü
Geri kalıyor dönüşünden
Bu pencerenin arkasında bir bilinmeyen
Beni ve seni bekliyor
Ey baştan ayağa yeşil olan sen
Ellerini, yakıcı hatıralar gibi benim aşık ellerime bırak
Ve dudaklarını, sıcak bir his gibi senden benim aşık
dudaklarımın okşayışlarına teslim et
Rüzgar bizi kendisiyle götürecek
Rüzgar bizi kendisiyle götürecek
CUMA
sessiz Cuma
terk edilmiş Cuma
eski sokaklara benzer hüzünlü Cuma
hastalıklı tembel Cuma
sünen sinsi esnemeler Cuması
bekleyişsiz Cuma
teslim olmanın Cuması
boş ev
sıkıntılı ev
gençliğin baskınına kapalı ev
karanlık ev ve güneşin hayali ev
yalnızlık, fal ve kuşku evi
perde, kitap, dolap ve resimler evi
ah ne denli dingin ve gururla geçiyordu
garip bir su akıntısı gibi
bu terk edilmiş sessiz Cumalarda
bu sıkıntılı evlerde
benim yaşamım
aaah ne denli dingin ve gururla geçiyordu…
KIZIL GÜL
kızıl gül
kızıl gül
kızıl gül
o beni kızıl gül bahçesine götürdü
ve ıstıraplı saçlarıma kızıl gül taktı karanlıkta
ve sonunda
kızıl gül yaprağı üstünde benimle yattı
ey felçli güvercinler
ey adetten kesilmiş deneyimsiz ağaçlar, ey kör
pencereler
yüreğimin altında ve derinliğinde uyluklarımın, şimdi
kızıl bir gül sürgün vermekte
kızıl gül
kızıl
bir bayrak gibi
ayaklanmada
ah, ben gebeyim, gebeyim, gebe
ÖPÜCÜK
her iki gözünde onun günah gülüyordu
yüzüne ay ışığı gülüyordu
o suskun dudakların geçişinde
sığınmasız bir yalaz gülüyordu
utangaç ve silik bir istekle dolu
bakışları sarhoşluk renginde olmalı
gözlerine baktım ve söyledi:
aşktan bir ürün almalı
bir gölge eğildi diğer gölge üstüne
gecenin gizlisine saklandı
bir soluk kaydı bir yüze
iki dudak ortasında öpüş yalazlandı
GAZEL
benim sesimi taşlarca dinliyorsun
taşsın hemen dinlediklerini unutuyorsun
ilkbahar sağanağısın ve pencerenin uykusunu
dürtü darbeleriyle kaçırıyorsun
okşayışın yeşil dalı olan elimi
ölü yapraklarla seviştiriyorsun
şaraptan daha sapkınsın ve gözü
yalazlara oturtuyor döndürüyorsun
ey kanımın bataklığının altın balığı
hoş olsun sarhoşluğun beni içiyorsun
sen gün batımının mor derelerisin ve gündüzü
göğsüne bastırıyor söndürüyorsun
gölgelerde, oturdu senin furug’un ve uçuklaştı
gölgelerle onu neden karaya bürüyorsun?
Türkçesi: Haşim HÜSREVŞAHI
AKBABA
tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım
soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne
kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak, şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın
bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eger
sıran geldi demektir
tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam
dökülüyor suskunluğuna akşamın
ezanin ayak sesleri
kent akşamının hayalinde yanıyor
altın ormanları düşlerin
ve odamın suskunluğunda
cuma akşamıyla uğraşıyor
ezanin ayak sesleri
benim elimde kitap
cuma akşamı sessiz
kopuk kopuk geliyor kulağıma,
ezan
kime söylüyor
ne diyor
kent
ugraşıyor Cuma akşamıyla
ve o garip ses
yalın bir köylü gibi
yitiyor kentin çağıltısında
ben yine
kitap okuyorum
Türkçesi: Sobhi Babek
PENCERE
Bir pencere, bakmaya
Bir pencere, duymaya
Bir pencere yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
Yalnızlığın küçücük ellerini
Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
Dolduran bir pencere
Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
Bir pencere, yeter bana
Oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben
Bir resimli kitap bahçesinde
Kağıt ağaçların gölgesi altından
Toprak yollarında geçip giden
Kuru mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin
Sıralarında veremli okulların
Alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan
Ve kara tahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar
Ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak
Uçup gittikleri
o andan
Etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben
Ve hala başım
Dopdolu
Bir deftere toplu iğnelerle
Çakılan
O kelebeğin yabansı sesiyle
Asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle
Ve bütün kente
Parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar
Koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında
Aşkımın çocuksu gözlerini
Ve isteğimin acili şakaklarından
Fışkırdığında kan
Yaşamım artık
Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvardaki saatin tiktaklarından başka
Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
Çılgınca sevmekten başka
Bir pencere yeter bana bir tek pencere
Bilince ve bakışa ve suskunluğa
Işte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
Ve sor aynadan
Adini kurtarıcının
Ve işte senden daha yalnız değil mi
Ayaklarının altında titreyen gökyüzü?
Yıkıntı elçiliğini, peygamberler
Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
Bu patlamalar ardarda
Bu zehirli bulutlar?
Ey dost, ey kardeş, ey herkes!
Yazın tarihini gül soykırımının
YENİDEN MERHABA DİYECEĞİM GÜNEŞE
Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim.