Resimlerinde sakatlık, doğurganlık, etnik köken, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet, romantizm, aşk ve komünizmin gibi temaları işleyen Frida’nın eserlerinde onun ilham ve romantizmine hayranlık duyarak, eserlerinde bu egemenliği sağladığını söyleyebiliriz.
Frida Kahlo’nun sanatı ve yaşamı hakkında pek çok bilgiye sahip olmamıza rağmen aile hayatı hakkında fazla bilinmeyen, aslında gelecekteki kişiliğini ve sanat hayatını oldukça etkileyen, bir çocukluk dönemi geçirmişti. Daha az sıklıkta bilinen ailesinin, yaşamı ötesinde, garip ve düzensiz koşulların ortasında, kocası Diego Rivera’nın (aşağıdaki resimde) Frida’nın kız kardeşi Cristina ile yasak bir ilişkisi vardı.
Mexico City’nin güneyinde bir kasabada, fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve Matilde Calderon Gonzales’in dört kızından üçüncüsü olarak dünyaya gelen Frida Kahlo, 6 Temmuz 1907 günü doğmuş olmasına rağmen doğum tarihini, Meksika Devrimi’nin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 günü olarak ilan etmişti.
Frida’nın fotoğrafçı babası Guillermo da kızı kadar zor bir karakterdi. Carl Wilhelm Kahlo olarak Almanya’da doğan baba, Meksika’da “Wilhelm” adı yerine “Guillermo”yu kullanmaya başladı. Babasının Frida’nın annesiyle evlenmeden evvel, üçüncü çocuğunu doğururken ölen ilk eşinden iki kızı vardı. Buna rağmen, Frida göreli rahat bir evde büyüdü ve ailesiyle ilişkileri mütemadiyen iyiydi. Babası onu her daim destekledi, fotoğraflarını çekti, bir aile fotoğrafında erkek kıyafetleri ile poz vermesine bile izin verdi.
Frida Kahlo, 6 Temmuz 1907 günü Magdalena Carmen Frieda Kahlo y Calderón ismiyle dünyaya geldi. Babası Carl Wilhelm Kahlo, bir burjuva/Lutheryen Alman ailesine mensuptu fakat buna rağmen bir yahudi olduğu konusunda çelişkiler vardı. Babasının yeniden evlenmesi üzerine, üvey annesiyle anlaşamayan Wilhelm Kahlo henüz 18 yaşındayken Meksika’ya göç etti. Meksiko City’ye yerleşen Kahlo, burada Meksikalı María Cárdena ile evlendi, dört yıl sonra Meksika vatandaşlığına geçti ve adını Wilhelm’in İspanyolcası olan Guillermo ile değiştirdi. Ancak 1897 yılında María öldü, bunun üzerine Oaxacalı Matilde Calderón y Gonzalez ile evlendi.
Frida Kahlo bu evliliğin üçüncü çocuğu olarak doğdu. Ancak Frida ileride doğum tarihini Meksika Devrimi’nin başladığı 1910 yılı olarak değiştirecekti. Kendisi için gerçek yaşamın 1910 yılının yeni Meksikası’nda başladığını vurgulamak, Frida için her zaman büyük önem taşımıştı.
Altı yaşındayken çocuk felci geçirdi ve hasta yatağından diğerine göre daha ince ve kısa bir bacakla kalktı. 17 Eylül 1925’de ağır bir trafik kazası geçirdi, yolcuların tutunduğu çelik boru vücudunu delip geçti, kalça ve bacak kemikleri kırıldı, omurgası zarar gördü. Frida aylar boyunca vücudunu tam olarak saran bir alçıyla, sonra da çelik bir korseyle hiç kıpırdamadan yatakta yatmak zorunda kaldı. Bu dönemde can sıkıntısını gidermek için yatakta resim yapmaya başladı. Eylül 1929’da kendisini kadife kıyafetiyle gösteren ilk otoportresini yaptı. Hekimlerin beklentilerinin aksine Frida yeniden ayağa kalkmayı ve yürümeyi başardı, ancak tüm hayatı boyunca bu ağır kazanın korkunç sonuçlarının etkisinde kaldı. Resim yapmak, onun için çektiği ruhsal ve bedensel acıların bir ifadesi olmuştu. Kaza nedeniyle çocuk yapma imkânı da kalmamıştı; yaptığı çok sayıda düşüğün üstesinden “Doğumum” gibi tablolarla gelmeye çalıştı.
Frida Kahlo, 21. Ağustos 1929 tarihinde ünlü Meksikalı ressam Diego Rivera ile evlendi. Rivera o günlerde 43 yaşındaydı ve yaptığı dev boyutlu sol-siyasi içerikli duvar resimleri nedeniyle dünyaca tanınıyordu. Rivera üzerinden Meksika Komünist Partisi’yle ilişkiye geçti; ancak partinin stalinist çizgisiyle düştükleri ayrılık nedeniyle 1929 yılında Rivera üyelikten atıldı, Frida da onunla birlikte partiden ayrıldı. Frida eşinin kendisine olan yoğun sadakatsizliğinin üstesinden de duygu dolu tablolar yaparak gelmeye çalışıyordu. 6 Kasım 1939’da Rivera’dan boşandı, alkole, aşk maceralarına ve resme sığındı. Ancak her şeye rağmen Dieog Rivera hayatındaki en önemli erkek olarak kalmaya devam etti: 8 Aralık 1940 tarihinde yeniden evlendiler.
1930’lu yıllarda Frida Kahlo, Diego Rivera’yla birlikte, Stalin tarafından sürgüne gönderilen Rusyalı devrimci Leon Troçki’yi, 1937’de ona Coyoacán’da bir ev armağan etmek suretiyle destekledi. Bundan sonraki dönemde sadece Troçki ile değil, fotoğrafçı Nickolas Muray ve Meksikalı şarkıcı Chavela Vargas ile de duygusal ilişkiler yaşadı. Ancak yaşamının son yıllarında Troçki’nin en büyük düşmanı Stalin’i destekledi. Frida Kahlo müzesinde, Frida’nın yaptığı iki Stalin portresi sergilenmektedir.
Eserleri ilk defa 1953 yılında sergilenmeye başlandı. Frida bu dönemde artık yatağa bağlanmıştı, bu yüzden ilk sergi açılışına da ancak yatağında katılabildi. Kısa bir süre sonra da sağ ayağı kesildi.Frida, 13 Temmuz 1954 günü bir akciğer embolisi sonucunda öldü. Ancak bazı arkadaşları, bunun bir intihar olduğunu, zaten Frida’nın daha önce birkaç kez intihara teşebbüs ettiğini söylediler. Diego Rivera, karısına otopsi yapılmasını reddettiği için intihar iddiaları hiçbir zaman ispatlanamadı.
Devrim ve Marksizm, Frida’nın hayatında önemli bir yere sahip oldu. Doğum tarihini bile Meksika Devrimi’yle aynı tarihe aldırması, bunun en açık göstergesiydi. Devrim esnasında köylülerden oluşan kuvvetler devletin ordularını mağlup etmiş ve diktatörlüğü yıkmışlardı, ancak yeni gelişmeye başlayan işçi sınıfıyla aralarında güçlü bağlar kurmayı başaramamışlardı. Köylü kuvvetlerinin tekrar kırsal alana çekilmesiyle birlikte, karşı devrimci kuvvetler işçilerle köylüler birbirine düşürmeyi başarmıştı. Büyük kısmı yerlilerden oluşan köylüler, kazanımlarının çoğunu terk etmek zorunda kalmış olmalarına rağmen, yine de Meksika tarihine büyük kahramanlar olarak geçmişlerdi.
Frida Kahlo ve Dieoga Rivera, işte böyle bir toplumsal arka planın etkisinde çalışıyorlardı. Meksika Devrimi’nin kahramanları Indios adı verilen yerliler, tarım işçileri ve küçük çiftçilerdi. Frida, resimlerinde ölümsüzleştirdiği, “toprak ve özgürlük” sloganıyla ayağa kalkan devrimci Indiosların kıyafetlerini giyiyor, takılarını takıyordu.
Frida ve Diego için ikinci en önemli ilham kaynağı, 1917 Ekim Devrimi’ydi. Frida, Marksizm’e duyduğu ilgi ve yakınlığı, “Marksizm hastaları iyileştirecek” adlı bir tabloda ifade etmişti. Kendisi de “insanları barışa ve özgürlüğe götürecek mücadelenin” içinde yer almak istiyordu. Troçki ve eşi Natalia, iki sene boyunca Frida’nın “Mavi Ev”inde yaşadı. 1936 yılında İspanya İç Savaşı patlak verdiğinde, Frida başka sanatçılarla birlikte cumhuriyetin desteklenmesi için bir dayanışma komitesi kurdu. 1954 yılındaki ölümünden hemen önce, Guatemala’nın sol eğilimli cumhurbaşkanının CIA destekli bir darbeyle devrilmesini protesto etmek için, tekerlekli sandalyesiyle hayatının son gösterisine katılmıştı.
Frida’nın resimleri, onun gücü ve güzelliğiyle birlikte, hayatını şekillendiren mücadelelerin doğrudan bir ifadesidir.
İşte, babası Guillermo’nun gözünden Frida: