Bugün günlerden Ankara, Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?” dediği Erdal Eren 13 Aralık 1980’de, 17 yaşında 12 Eylül faşistleri tarafından acımasızca katledilişinin 31. yılı. Bir devrimciyi öldürebilirsiniz, ama bir devrimi asla öldüremezsiniz.
“Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyledi.”
Erdal Eren’i hatırlamak
Erdal Eren, henüz 17 yaşından gün almış bir lise öğrencisi. Yaşadığı dönemin karanlığına ışık tutabilmek amacıyla var olduğu bir gösteride gözaltına alındı. Ve o karanlıkta boğulup kaldı. 68 kuşağı öğrenci topluluğunun lider kişiliği Deniz Gezmiş ilham kaynağıydı. ODTÜ öğrencisi Sinan Soner’in, bir bakan koruması tarafından öldürülmesini protesto ediyordu. Ve onun gibi liseliler henüz o yaşta önlerindeki dağları görebiliyordu. Protesto, o dönemlerde özgürlük dileği değil de, anarşizm ve terör olarak görülüyordu. En azından öyle görülmek isteniyordu. Ne yazıktır ki, işlense altın olacak çocuklar gençler, öğrenciler, gazeteciler birer birer paslandı. Kimileri idam edildi. Kimileri sokak ortasında can verdi kimileri hapiste.
Peki şimdi farklı mı ?
Bu olay tekrar yaşandı. Başbakan, seçim öncesi vaatlerde bulunmak için gittiği Hopa’da protesto edildi. Yumurta atıldı polis karşılık verdi. Emekli öğretmenimiz Metin Lokumcu, bu olaylar sırasında kalp krizi geçirerek vefat etti. Artvin, okur yazar oranı en yüksek olan ildir. Hopa, modern ve özgürlükçü bir ilçedir. Bu yaşantının bir gün özgürlüklerini ellerinden alacağını düşünemediler. Kimler ? Metin Lokumcu için yürüyen gençler. Protestocu öğrenciler hakkında konuşma yapan başbakan, öğrencilere ”eşkiya” diye damga vurdu. Kimileri 6 ay yattı, kimileri kelepçelerle vizelere, finallere girdi. Kimi gözaltından çıkıp üniversite sınavına girdi. GEçtiğimiz haftasonu davayı saniye saniye takip ettim. Gençlerin açıklamalarını duyunca ürperdim. İşkence, taciz, aşağılanma ve bunun gibi birçok şey. En nihayetinde tahliye geldi. Zaten başka bir seçenek yoktu. Çünkü ortada bir suç yoktu. Tutuklamalar esnasında bir komiserin cümlereri şöyleydi ” 15 kişi tutuklanacak, 3 – 5 ay yatacak, akıllanıp çıkacaksınız.” Bu kadar net. Yaklaşık olarak böyle oldu. Peki ya çektikleri acılar. Erdal acılarından asılarak kurtuldu. Yine aynı çareye mi başvurmalı ? Ömürleri boyunca yollarındaki iz olarak kalacak hapishanedeki hayatları. 5 dakikalık yolun 5 saate uzaması esnasında yaşadıkları. Ya Metin Lokumcu? Ya onun yaşama dair hayalleri? kimsenin düşündüğü yok. sosyal Devlet cümlesi malesef ve malesef SSK ile başlayan cümle dışında hiç bir cümleye konu olmuyor. Tahlıyelerin gerçekleşmesini sağlayan bir geç arkadaşım vardı sanık sandalyesinde. Tek bir cümleyle hakimi, savcıyı ve adalet sistemini işletti.
Hikmet Tanıl : ”Başbakan Erdal Eren için çıkıp ağladı. Benim içinde ağlamasın diye tahliyemi talep diyorum ” Ve bu cümle 22 tahliye getirdi. Neden mi ? Başbakan’ın gözyaşı çok değerli.
blog.milliyet
Erdal Eren Kimdir?
Erdal Eren (25 Eylül 1964, Şebinkarahisar, Giresun – 13 Aralık 1980, Ankara), 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen ve asılarak idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü. Erdal Eren, Suner’in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde infaz edildi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal’ın idam edildiği tarihte yaşının 18’den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal’ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.
Ayrıca dönemin bir numaralı adamı Kenan Evren’in “asmayalım da besleyelim mi?” sözü Erdal Eren’e sarf edilmek maksadı ile ağızdan çıkmış sonrasında ise binlerce insana mâl edilmiştir.
Anısına bestelenen şarkılar
- Sezen Aksu, Son Bakış (sözleri Aysel Gürel’e, bestesi Onno Tunç’a ait)
- Teoman, İki Çocuk (Teoman, Erdal Eren’in akrabası olduğunu Cnn Türk’te Ahmet Hakan’a açıklamıştır.)
- Mor ve Ötesi, Darbe
- Grup Yorum, Büyü Gülten Akın’ın şiirinden bestelenmiştir. Selda Bağcan Edip Akbayram gibi sanatçılar tarafından da seslendirilmiştir.
- Gına, Kırmızı Halı
- Saian Sakulta Salkım, Suç
- Ali Ekber Eren, Ankara Adı Kara
- Ali Asker, Şu Metrisin Önü
- Edip Akbayram, Büyü
Film ve diziler
- Hatırla Sevgili adlı dizide Erdal Eren’in hikâyesi de anlatılmıştır. 6 Haziran 2008 gününde yapılan dizinin finalinde Erdal Eren idam edilmiştir.
- Zincirbozan adlı sinema filminde Erdal Eren’in idam sahnesi canlandırılmıştır.
wikipedia
Erdal Eren 31 yıl önce bugün 17 yaşındayken idam edildi
12 Eylül darbesi öncesinde er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen, Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi Erdal Eren, 31 yıl önce bugün 17 yaşında asılarak idam edildi.
Eren, 25 Eylül 1964 yılında Şebinkarahisar, Giresun’da dünyaya geldi. Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi ve Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi olan Eren, yine Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in 30 Ocak 1980’de MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasında yer aldı.
Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde infaz edildi. Eren, yargılandığı 9 ayın ardından 17 yaşındayken yaşı büyütülerek idam edildi.
Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyledi.
12 Eylül Darbesinin mimarı Kenan Evren, “asmayalım da besleyelim mi” sözünü Erdal Eren için söylemişti.
Erdal Eren’in Mektuplarından;
13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde idam edilen Erdal Eren’n hücresinde yazdığı ve iç çamaşırında taşıyarak avukatına ulaştırdığı veda mektubu ise şöyle:
“Sevgili annem, babam ve kardeşlerim;
Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemiz de olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var. Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizinde bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler.
Cezaevinde yapılan (neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım ya da meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur. Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum.
Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat açışının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.
Devrimci selamlar, oğlunuz Erdal.”
milliyethaber
İnsanın ölümü kabullenmesi kadar zor ne olabilir diye düşünürüm zaman zaman. Sadece kendi ölümü değil, yakınlarının yada tanımadıklarının ölümü bile ağır gelir bize. Ne kadar belli yaşa gelmiş ve hasta yakınlarımızın ölümlerine kendimizi alıştırdığımızı söylesek de, bu koskocaman bir yalandır yada kendimizi ve etrafımızı kandırmacadan ibarettir.
Çevremizdeki ölümler dışında yaşanan başka gerçekler de var yaşamda. Öldürülenler yada kimilerinin öldürdükleri… Başkalarının öldürdüklerinin acısını, öldürenlerden daha ağır yaşarız çoğu zaman. Bunu başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarından, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına, Kahramanmaraş’tan Sıvas olayına kadar dizi dizi sayabilirz. Bu ölüm kararlarını verenlerin acısı, o olayları hissedenler kadar değildir hiçbir zaman. Olması da olanaksızdır zaten, sonuçta birilerinin ölümüne karar veren insanın duygusu nereye kadar olur?
12 Eylül sonrası yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren bunlardan biridir. Ve ne rastlantıdır ki, Erdal Eren’in okuduğu Kadıköy Orta Okulu’nun adı daha sonra Kenan Evren Lisesi olarak değiştirildi. Veliler ve demokratik kuruluşlar çok uğraştı isim değiştirmek için, ama başaramadılar. Erdal’ın doğum tarihi 25 Eylül 1964, asılma tarihi 13 Aralık 1980.
Herkesin dediği gibi 17 yaşında değildi Erdal asıldığında, 16 yaşını bitirmiş, 17 yaşına girmesi için daha aylar vardı. Tam bir vahşet, insanın kanını donduran bir olay. Aşağıda Erdal Eren’in ölmeden önce ailesine yazdığı mektupları yayınlayacağım. Nasıl yaparsınız bilemiyorum, bu mektupları yada yazıyı, o dönemde Erdal Eren’in idam kararını veren herkese ulaştırmaya çalışın. Belki içlerinden birisi rahatsız olur. Ayrıca unutmayın ki, doğduğundan beri bunak olanlar rahatsız olmazlar, ama siz yine de en çok ona ve diğer bunamaya yüz tutmuş arkadaşlarına gönderin bu yazıyı ve mektupları…
“Erdal Eren’den “Babama”
Sevgili babam,
Bu mektubu senin mektubun elime geçmeden önce yazmıştım, ama göndermeye fırsat bulamadım. Ek olarak da bunları yazma ihtiyacı duydum. Zannederim önce yazdığım kısımda mektubuna cevap bulacaksın. Baba bu mektubu sizi teselli etmek için yazmadım. Yani sizi teselli için yalana başvurmadım, gerçekleri, düşüncelerimi yansıtmaya çalıştım, çünkü böylesinin doğru olacağına inanıyorum. Mektubunda bu acıya dayanamayacağını söylüyorsun. Ben nice dayanılmayacak acılara dayanıldığına tanık oldum. Kaldı ki sen güçlü bir insansın. Kendini kapıp koyvermediğin sürece ve birazda benim bakış açımla bakmaya çalışırsan böyle bir şey olmaz inancındayım. Bildiğiniz gibi benim değerli arkadaşım Necdet ve daha öncede Deniz’ler aynı şekilde katledildiler. Ama korkusuzca, cesurca, yaraşır bir şekilde ölmesini bildiler. Elbette ki böyle bir durum gene de kolay yenilmeyen acılar verir. Ancak ben böyle bir duruma üzülüp ağlamadım. Çünkü bu onların anısına saygısızlık olurdu. Yapılması gereken tek ve doğru şey, acımızı öfkeye dönüştürerek onların bıraktığı yerden yürümektir. Siz de böyle davranırsanız benim gücüme güç katarsınız. Babacığım, şunu da belirtmek isterim ki, sana ve inançlarına büyük saygı duyuyorum ve bu konuda isteğinle yalnız ve yalnız benim iyiliğimi istediğini biliyorum. Fakat benden böyle bir şey istemekle beni zor duruma sokuyorsun. Çünkü böyle bir inanca sahip değilim. Anlamaya çalışacağını ümit ediyorum. Durumun böyle olması, bizim çok farklı nitelikteki insanlar olduğumuz anlamına gelmez. Çünkü biz birbirimize çok güçlü bağlarla bağlıyız. Birbirimizin parçası, baba oğuluz. Ellerinizden öper hasretle kucaklarım.
Oğlun Erdal Eren”
“Çocuk haksız yere asıldı!” Erdal Eren’i 17 yaşında idam eden 12 Eylül yargıcı anlatıyor!
12 Eylül darbesi sonrası darağacına gönderilen Erdal Eren’in idam kararınını iki kez bozan Yargıtay 3’üncü Dairesi üyesi emekli Hakim Albay Ahmet Turan 28 yıl sonra ilk kez konuştu:
“Eren’in er Zekeriya Önge’yi kasten öldürdüğüne dair vicdani kanaatim yoktu. Eren önden ateş etmiş, asker sırtından vurulmuştu. Kurşunun da o tabancadan çıktığına dair kanıt yoktu.”
30 Ocak 1980… Sağ sol çatışmasının doruk noktasına çıktığı, sıkıyönetim günleri… Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ODTÜ öğrencisi Sinan Suner, MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından öldürülünce olaydan 2 gün sonra bir protesto gösterisi yapılır. Göstericiler ile askerler arasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge ölürken, Erdel Eren 24 kişiyle gözaltına alındı. Bundan sonra tarihin belki de en hızlı yargılama süreci yaşandı ve Erdal Eren 19 Mart 1980’de idama mahkum edildi. Eren 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Cezaevi’nde idam edildi. Yakın tarihimize damga vuran olayın perde arkasını emekli Hakim Ahmet Turan şöyle anlattı:
İdam kararını 2 kez bozduk
Erdal Eren davası 12 Eylül’den önce başlamıştı ama sıkıyönetim ilan edildiği için sıkıyönetim mahkemeleri vardı. Erdal Eren, sıkıyönetim mahkemesinde yargılanıyordu. Mahkeme, Erdal Eren’in inzibat eri Zekeriya Önge’yi bilerek, kasten, taammüden öldürdü diye idama mahkum etti. Avukatlar kararı temyiz etti ve dosya bize geldi. Ben raportör olarak atandım. Dosyayı inceledim ve diğer üyelere anlattım.
Erdal Eren’in eri kasten, bilerek öldürdüğü noktasında bir delil yoktu ve 15 Temmuz 1980’de kararı 2 muhalif oya karşı 3 oyla bozduk. Bozma kararımız üzerine dosya tekrar sıkı yönetim mahkemesine gitti. Yeniden yargıladılar Erdal Eren’i… Tekrar idama mahkum edildi. Temyiz edildiği için tekrar bize geldi. Yaptığımız inceleme sonunda 28 Ekim 1980’de kararı tekrar bozduk. Askeri Yargıtay Başsavcılığı kararı “onayın” diye bize göndermişti ama biz kararı yine yetersiz bulduk.
Müebbet olurdu
Kararı 2’nci kez bozunca yasaya göre Başsavcılık kendi tebliğnağmesine aykırı karar çıkınca itiraz hakkı olduğu için itiraz etti ve dosya Daireler Kurulu’na gitti. 15 kişilik heyette 2 muhalif üyenin oyuna karşı 13 üyeyle kararı onadılar. Hakkı Erkan ve Erdoğan Başhekim adlı üyeler bu karara muhalifti. Çünkü Erdal Eren asılmasın, en azından Ceza Kanunu’ndaki 59’uncu takdiri tahrir sebebi yani kendi takdirini kullanarak idam cezasına müebbete çevrilmesini istediler. Ama olmadı.
Kurşunlar incelenmedi
Ben idam kararına karşı çıktım. Çünkü Erdal Eren ifadesinde diyor ki; “İnzibat askerleri üzerime doğru gelirken panikledim ve ateş ettim. Askerlerin hepsi benim hedef menzilim içindeydi. Yedek şarjörüm, tabancamda daha 5 tane mermi vardı. Eğer öldürme kastıyla hareket etmiş olsaydım bunların hepsini kullanırdım. Askerler üzerime gelince ben gelişi güzel ateş ettim” diyor. Burada çok hassas bir nokta var; Vurulan erin cesedinden çıkarılan mermi çekirdeği ile sanığın tabancasından çıkan mermi çekirdeklerinin doğru dürüst mukayesesi yapılmadı. Olay yerinde iki tabancaya ait boş kovanlar bulunuyor ama onların Adli Tıp’a gönderilip mukayesesi yapılmadı. Eri vuran kurşun yüzde 100 Erdal’ın tabancasından çıktı diye bir şey yok dosyada. Çünkü incelenmemiş.
Provokasyon olabilir
En önemlisi; Erdal Eren girdiği bir evin bahçesinde sinmiş bir yere. Askerler geliyor. Elinde de kendi tabancası var, gelişi güzel ateş etmiş. Diyelim ki gelen askerleri hedef gözeterek ateş etti. Üzerine gelen askerlerden biri öldüğüne göre göğsünden yara alması lazım. Halbuki vurulan asker sırtından vurulmuş. Bu durumu Avukat Niyazi Ağırnas duruşmada söyledi ve ‘bir provokasyon olabilir’ dedi. Benim vicdani kanaatim provokasyon vardır ya da yoktur diyemem ama yüzde 100 Erdal’ın tabancasıyla vurulduğuna dair kesin delil yoktu. O nedenle ben iki defa kanaatı bozdurdum. Benim görüşüm doğrultusunda Yargıtay 3. Dairesi ama Daireler Kurulu da 2 muhalif üyeye karşı onadı.
Kemik ölçümü yapılmadı
Erdal Eren’in yaşı tutmuyordu, 18 yaşında değildi. Rontgen çektirip kemik kalınlıklarına göre bir rapor hazırladılar ve 18 yaşında dediler. Onun inandırıcı olduğunu sanmıyorum. Adli Tıp’ta adam rontgeni çekiyor ve yaşı 18 diyor. Tarafsız mıdır? Nereden bileceğim o ortamda.
Hafifletici neden gözetilmedi
Çocuk “Ben eğer askerlere karşı hareket etmiş olsaydım. Hepsi benim atış menzilim içimde. Paniğe kapıldım ateş ettim” diyor. Bir sürü insan geliyor ama o ateş etmeyi durdurmuş. Bütün ifadelerinde “Benim bu eylemimden dolayı Zekeriya Önge ölmüşse, buna ben neden olmuşsam çok üzüntü duyuyorum” diyor. Her noktada, her duruşmada söylüyor bunu. Bu üzüntü ifadesi yargılama esnasında takdiri hafifletici sebeptir.
‘Emirle hakimlik olmaz’
12 Eylül 1980’de Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları’nın yönetimde iş başına gelmesiyle anayasa yürürlükten kaldırıldı. Biz Yargıtay Mahkemesi olarak anayasaya göre kurulmuş kuruluşlarız. Anayasa ortadan kalktığına göre işlevimiz kalmadı. Asker yönetime el koyduktan sonra istifaları ve emeklilikleri durdurdu. 12 Eylül harekatını beğenmeyenler ayrılıp gidebilirdi. Buna mani olundu. 1981 Ağustos’un da ayrılmak isteyenler için 15 günlük bir süre tanıdılar. Ben ve 17 arkadaşım ayrıldık. Benim yaş haddime 8 sene vardı ama erken emeklilik istedim. Anayasa olmadığı için emre göre görev yapmam gerekiyordu. Onu da ben kabul edemezdim Atatürk’ün okullarında yetişmiş bir aydın olarak. İsteğe göre karar vermek durumundasın demektir o zaman. Anayasa yoksa, garantin de yok demektir. Eğer emre göre karar vermek istemiyorsan yapılacak olan iş ayrılmaktır. Emirle hakimlik olmaz. Açıktan kimse emir vermedi. Ama hissediyorsun, rahat olmuyorsun karar verirken.
Evren incelese idam ettirmezdi
Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun 2’ye 13 oyla “idam edilsin” kararını Kenan Evren’in başkanlık ettiği 5 kişilik Konsey de onayladı. Eğer Konsey, kararı bir hukukçuya dikkatlice tetkik ettirseydi, iki üye neden muhalif kalmış. “Doğru mu yanlış mı yapıyoruz” diye incelettirselerdi “İdam ettirmeyelim” diyebilirlerdi. Bu yapılmadı. O hengamede çala kalem gitti. İdam edildiğinde çok üzüldüm. Bence haksız yere idam edildi.
Gökalp EREN (Erdal Eren’in amcasının oğlu)
Adli Tıp tiyatro oynadı
İdam sürecinin başlangıçı dönemin başbakanı Demirel’in “Bu olayın failleri TCK’nın en ağır hükümlerince cezalandırılacaktır ” lafıdır. Cuntacılar bunun gereğini yaparak Erdal Eren’i darağacına gönderdi. Erdal mahkeme süresince “Korktuğum için değil, doğrusu bu olduğu için söylüyorum” dedi. Cinayete uygun bir Adli Tıp Heyeti oluşturuldu ve burada adli tıp uzmanı bile bulunmuyordu.
Nihat TOKTAY (Erdal Eren’in avukatı)
Otopsiler tam tersiydi
Otopside kurşun giriş deliği etrafında yanık halesinin olduğu yazılıydı. Bunun anlamı yakından atış yapıldığı, yani 10 santim ile bir metre arası demektir. Ancak Eren’in en yakın askere uzaklığı 12.5 metreydi. Yine, kurşun askerin sırtından giriyor ve aşağıdan yukarı yol izliyor, göğsünden çıkartıyorlar. Yani atışı yapanın Önge’den aşağıda olması gerekiyor. Ancak Erdal’ın konumu en az 2 metre 30 santim Önge’den yukarıda, yani kurşunun yukarıdan aşağıya girmesi gerekiyor.