“Yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçeğine inilmesi ilerideki yıllara atılan bir yabancı öğe gibi önümüze getirilmiş. Coğrafya derslerine getirilen yerküre gibi. Kimse yaşadığımız mevsimin, günlerin ve gecelerin yaşamın kendisi olduğunan söz etmiyor. Her an belirtilen bir öğretiye, bizler de hazırlanıyoruz. Neye?”
(İşte şimdi o ilerilere itilen, gelecekteki yaşamın içindeyim. Artık kimse beni hiçbir şeye hazırlayamıyor. Sabahları doğan güneşin gölgede bıraktığı Boğaz’ın Anadolu kıyısına, yalıların dibinde balık satan, sakallı, lastik çizmeli ve muşambalı balıkçılara, büyük ve yeni arabalara, caddelere, insanlara, kalabalığa, köprünün altına sarhoş gelip nara atan adama, onu -düşmesin diye- tutan içki arkadaşına, Tünel’e binen insanlara, Evlendirme Dairesi’ne renkli giysiler ve çiçeklerle koşuşan süslü insanlara, duvarlara asılan afişlere, her gün bir yenisi açılan Beyoğlu birahanelerine, dolmuş kuyruklarına, grevci işçilere, Taksim Alanı’nı bekleyen tabur tabur askere, banka önlerinde duran tüfekli, genç erlere kendi gözlerimle bakıyorum. Başka ne isteyebilirim ki?) (s.23)
“Pazar günleri.. Şimdilerde… Sokak aralarından geçerken… gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim… evlerin pencere camları buharlaşmışsa… odaların içine asılmış çamaşır görürsem… bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek isterim hep.”
“karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. herkes her geceki uykusunu uyuyor. ev soğuk. çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. genç bir kızım. ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. sanki güzel bir ölü gövde ile öç almak istediğim insanlar var. karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. karşı çıkmak istediğim kurallar var. bir haykırış! küçük dünyanız sizin olsun.”
“Bütün küçük burjuvalar gibi, sorumlulukların zorunluluğu ile bağlılar birbirlerine.” (s.11)
“Neden dost olmadan, erkek-kadın, karı-koca olmaya çabalıyoruz? Bizim insanlarımızın insan sevmesi, insan okşaması, çocukluktan engelleniyor. Saptırılıyor, çarpılıyor.” (s.44)
“Bir kitapta okumuş, bir filmde izlemiş gibiyim beraberliğimizi.” (s.57)
“Bazı kitaplar, gerçek yaşamdan daha duyarlı, daha büyük boyutlara götürüyor beni.” (s.60)
“Beton, avizeler, naylon perdeler, formika masalar yozlaşmış bir kültürü simgeliyor.” (s.64)
“Ölümdüşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyidüşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı. Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üstüne reçelli ekmek yiyiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyuhazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun. Bir haykırış! Sessizce yatağa dönüyorum. Ölümü ve yokluğu üzerine uzun süre düşünmeye zaman kalmıyor. Şimdi gözümün önündekigörüntülerrenkli kırları andırıyor. Korkacak birşey yok. Kırlarda koşuyorum. Sanki bir deniz kentinde yaşamıyorum. Hep kırlar. Esintiyle birlikte eğilen otlar arasında bir başımayım. Birazdan ölüm beni alacak.” (Ev, sayfa: 12)
“O geldiğinde, mum ışığında güzel gözlü bir delikanlıyla yemek yiyiyorum. Kırmızı şarap içiyoruz. Kapı çalıyor. Neden onunla yaşamayı istemediğimi yazdığım an çıkıp geldi. İşte karşımda. Üzerime atlıyor. Beni odaya, yatağın üzerine sürüklüyor…”
-Yapma!
-Sana ne oldu? Sensiz yaşayamam.
-Yaşarsın.Herkes herkessiz yaşayabilir.Bizim ilişkimiz bitti.Seninle ilk yattığımız gecelerde bile,sanki sevişmenin sonunda kollarımda bir ölü kalıyordu.Birbirimizi boşluğa sürüklüyoruz, öldürüyoruz.
-Birlikte ölelim!
-Ne farkı var.İstersen bahçeye bir çukur kazıp, ikimizi gömsünler.
-Gömsünler, isterim.
-Gömmesinler.Gel otur, getirdiğin konyaktan içelim.Sevdiğin kenti anlat. (Leo Ferre’nin konseri, sayfa: 33)“Saplantıların acıları ,burada da sürüyor.Uyandığım an başlayan,uykunun derinliklerinde ancak biraz azalan acı.Arkadaşlarıma belli etmemeye çalışıyorum.Onlar şakacı,özgür “beni” arıyor.Bulamıyor.Onların dünyasında iniş çıkışlar bu denli büyük değil.Onların dünyasında çoşku delilik derecesine varmıyor.Onların dünyasında bunalım ölüm korkusuna,belki de ölüm isteğine dönüşmüyor.Onlar yemek yemeyi her zaman seviyor.Düzenli yemek yiyorlar.Duygusal coşkular yemek gibi beslemiyor onları.Onlar işlerine inanmış.Onlar “başkaldırmayı” savunurken,belli bir düzenin akışındaki yerlerini korumaya çalışıyorlar.Onlar, dolmuşa biner gibi evlenip, iner gibi boşanmıyor.” (Leo Ferre’nin konseri, sayfa: 41)
“Elektroşokun başlangıcı ve bitişi vardır.Ve ortası yoktur.İnsan için, hasta insan için.Ama ben o ölüm ortasını yaşadım.Ve işte şokun tam ortasındayım.Elektroşok verilirken düşünüyorum ve duyuyorum:
….İşte şimdi olaylar o denli ileri gitti ki, bana elektroşok veriyorlar/belki de beni elektroşokla konuşturma yöntemine gidiyorlar/doktor eve gelmiş olmalı/üstelik elindeki şok gereci garip bir gereç/tahta bir boyacı sandığı gibi/kimbilir belki de elektriği iyi ayarlayamadı/ya da kent ceryanı işte/yükselir alçalır/ve öldürür insanı/ve işte beni şimdi evimde şok komasına soktular/konuşturmak mı istiyorlar/kocam gerçekten aldatılıp aldatılmadığını öğrenmek mi istiyor/aldatılsa ne olur aldatılmasa ne olur/konuşturuyorlar mı/konuşuyor muyum/bana bunu yapmamalıydılar/bir gizlim yok ki/hepsine her zaman hastayken de iyi davrandım/kimseye bağırmadım/kimseye saldırmadım/acıları kendim çektim her zaman/öleceğim de ne olacak/ölsem ne olur/ama şokun derecesini çok kaçırdılar/işte elektriğin dişlerimdeki metal dolgulardaki titreşimini duyuyorum/dayanılır gibi değil/böyle şoklar altında ölenler olduğunu biliyorum/bunları bana anlatmışlardı/hastanelerde dersleri dinlerken duymuştum/öğrenmiştim/başımda Süm var mı/olamaz/annem erkek kardeşim kocam/şok içinde onların başımda olduğunu anlıyorum/doktorun da kim olduğunu biliyorum/biraz sonra gözlerimi kapayınca öleceğim/artık uğraşacak kimseleri kalmayacak/istedikleri ne/yaşamımı elektrikle bitirecek kadar/kızmıyorum/salt iyiliğimi istiyorlar/doğal bir olay mı bu/yaşayarak düşünerek yaşanacak olay mı bu/belki de doğal.”
“Ölüyorum, devrimci mücadeleyi bensiz sürdürün, diyorum. (Ne 12 Mart döneminde, ne öncesi ne de sonrası devrimci mücadele içinde kendime bir yer vermiş değilim.Düşünce ve davranışlarım küçük burjuva özgürlüklerinin sıkıcı sınırlarını yıkmaktan öte bir anlam taşımaz.)” (Leo Ferre’nin konseri, sayfa: 47)
“Evde altı kişi oturuyoruz. ortası iyice çökmüş bir demir karyolayı Süm ile paylaşıyorum. Annemle babamın çeyiz karyolası. Süm, somyanın çukuruna yatar yatmaz uyuyor. Ben de çukura inen yokuşta uykuyu arıyor, Tanrının var olmayacağına inandığım geceye dek, ona hepimiz için uzun uzun yakarıyorum. artık yakarmama gerek kalmadı. istediğimi düşünebilir. Her gece onun dizinde yatıyorum. yarın ayrılacağız.
-Seni öpeceğim, diyor.
-Henüz hiçbir erkekle öpüşmedim ki.
-Sen benim üstdudağımı, ben de senin altdudağını öpeceğim, diyor.
dediğini yapıyoruz. bizi bıraksalar. ben onun dizlerine yatsam. içgüdülerimizle gövdelerimizi tanısak. birbirimizi sevsek. doğanın geliştireceği sevgi içinde büyüsek. ana karnındaki çocuk gibi.”(Ev, sayfa 9)
“Eski çağlarda belki kumsalda da sevişti insanlar. Dalgaları ayaklarının altında duydu. Ben ya da bir başkası böyle yaşadı Akdeniz’i. Böyle yaşayacak. Binlerce yılın güneşini şimdi ben bekliyorum, antik tiyatronun taş basamağında oturmuş, doğaya bakıyorum. Birkaç saat sonra buradan ayrılacağım. Büyük kente döneceğim. Uzun süre yalnız güneşin doğuşunu, batışını, bulutların rüzgarla birlikte koşuşunu, yağmurlu, yağmurdan sonra çok ender görülen gökkuşağını ve gökkuşağının mora bürüdüğü denizleri, dilediğimce seyretmek isterdim.oysa koşullandırılmış bir büyük kentliyim. Doğadan ayrılıp, beton alanların, asfalt yolların kıyısındaki taş yapılara, apartmanlara döneceğim..”
“İnsan ölümünü kendi kendine ölüyor”
“Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey, hiçbir korku… Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından.. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelerde otur -artık hiçbir yerdesin..”
“Benim en büyük mutluluğum her şeyden kaçmak. Tüm çocuklardan, tüm acılardan, tüm sevgilerden, tüm orgazmlardan, tüm gecelerden, tüm günlerden. her hilal aydan, her ülkeden. Ben her gece ölüyorum. Her sabah yeniden canlanıyorum. Her yirmi dört saatlik zaman dilimi hem ölüm hem yaşam aynı zamanda…”
Tezer Özlü – Çocukluğun Soğuk Geceleri YKY