“9 eylül 1908
İtalya’nın minik kasabalarından biri. san stefano belbo. doğduğum yer. annemin en büyük acıları çektiği dakikalar hayatının en derin mutluluğunu getiriyor sonunda. babam, annemin dudağındaki gülümsemeyi unutmuyor. zafere karışmış bir inanç parıltısı.
19 ocak 1914
Hala doğduğum evde oturuyorum. her gün gidip geldiğim yolda çitlerden atlamaya çalışırken yüzükoyun yere kapaklanıyorum. bacağımdaki iz o günden kalmış, daha derinlerdekileri saklıyor. dikkatli olmalıydın diyor babam gazetesini okurken, annem korkusundan bir tokat atıyor.
24 mayıs 1916
Sokaklar karışık. kimse ne olduğunu tam olarak anlatmıyor. uçaklar tepemizden geçip giderken düşmanlardan, sınırlardan ve korkulardan bahsediliyor. annem her akşam soyduğu elmaları yemezsem bağırmaya başlıyor, babam gazetesini işteyken okuyor. ikisinin de ağzını bıçak açmıyor.
2 ağustos 1917
Dokuz yaşında olunca herkes salak olduğunu düşünüyor. sadece ben uyurken savaştan, ölüm korkusundan ve kaçmaktan bahsediliyor. işığımı söndürüp uyurmuş gibi yapıyorum.
17 ekim 1917
Okula gidemiyorum uzun zamandır. kendimi oyalayacak oyunlar ararken tavan arasındaki sandıklardan birinde eski kitaplar buluyorum. herkes uyuduktan sonra ay ışığında okuduklarım yalnızlığımı eksiltiyor. durmadan geçip duran uçaklar ışığımı kesiyor.
24 aralık 1918
Savaşmış meğer bütün olan bitenler. babamın bana asla almadığı silahların insanları öldürdüğünü öğreniyorum. tanklar, toplar ve bombalar ne işe yarıyor emin değilim. patlama sesleri yokken dünya fazla huzurlu geliyor kulağıma.
7 mart 1922
Okulda yanımda oturan bir kız var. julia. o bir yahudi. annem arkadaş olamayacağımızı söylüyor. onlar bizim düşmanımız olabilirmiş. ben bu kadar güzel bir kızın bana nasıl zarar verebileceğini anlamıyorum. uzun saçlarını hep ensesinde topluyor. ve çok utangaç. derste ona yolladığım notlara asla cevap vermiyor. hep başını önüne eğip yere bakıyor. babamsa bir kız senin yanında kızarırsa bu güzel bir şey diyor.
13 mart 1922
julia’yı seb’in elini tutarken gördüm dün okul çıkışında. birden ayaklarımın adım atamaz oldu. onlar önümden hızla uzaklaşırken ben olduğum yerde kilitli kaldım. nefretim kendi hayallerim ve seb’in bedeni arasında oturuyor. onu her gördüğümde hasta hissediyorum.
22 eylül 1922
kasabadan kaçtım. yeni bir yerde, eskinin yolumu kesmediği büyük bir şehirde yaşamaya karar verdim. annemle babam gerekli işlemleri hallettikten sonra torino’dayım. burası geniş bulvarları olan sessiz bir yer. okula gidiyorum her gün. yürüdüğüm yol boyunca on iki ağaç var. mevsimlerde, değişimlerini izlemeyi seviyorum. kendim aynı yerde durup kalıyorsam hiç değilse sokaklar değişebilmeli.
13 kasım 1923
ingilizce öğrenmeye başladım. kolay bir dil. az kuralı olan, garip bir aksanla konuşulan, kızların hoşuna giden… bazen sokakta yabancıymışım gibi davranıp herksin ilgisini çekiyorum. benimle meşgul olmaları hoşuma gidiyor. adımı, işimi, yaşımı değiştirince yeni biriymişim sanıyorum ben de.
6 nisan 1925
asla yalnız kalmıyorum. sokakta kahvede ya da restoranların birinde çocukluğum takip ediyor beni. yaşamak sürekli bir toplama işlemi yapmak gibi. eğer eskide bir gün yanlış yapmışsam, bundan sonra eklediklerim ne kadar doğru olsa da bir işe yaramıyor.
13 şubat 1927
üniversite sürekli bir öğrenme süreci. kütüphanenin ikinci katındaki kitaplar arasında yaşıyorum. kahvem bana eşlik ediyor her gün. beynim uyuklamaya başlarken durmak zorunda kalıyorum.
18 ekim 1927
walt whitman beni hayattan ayırdı. sürekli şiir okuyorum. iyi ki öğrenmişim şu dili.
21 kasım 1929
kadınlar kendilerini güçsüz olana bir idol, bana ise bir eşya gibi sunuyorlar. bazısı oturduğu sandalyeden bacaklarını aralayıp külodunu gösteriyor, kimisi bukleli saçlarıyla aklımı almaya çalışıyor. hepsi aynı geliyor bana. aynı umutsuzlukla bakıyorlar gözlerime. geceleri yanlarında kalıp onları mutlu ediyorum. gündüzlerimi heyecanla bekliyorum. ben kendimle evliyim.
14 ocak 1930
en yakın arkadaşımın sevgilisini ayarttım. bir tür tutku haline gelmiş bende elde edemeyeceğim kadınlar. onu da sadece çıplaklığı içinde kıvranana kadar sevdim. sonunda kendimi yalnız hissetmemek için bütün gün aynanın karşısında oturmak zorunda kaldım.
17 ekim 1933
yaşama sanatı, yalanlara inanmayı bilme sanatıdır. bunun en korkunç yanı, doğrunun ne olduğunu bilmediğimizden, bir yalanın yalan olduğunu hâlâ anlayabilmemizdir. eskiden sevdiğim kadınlardan birisini anımsadım dün gece. onu sevdiğimi söyleyerek o kadar zaman harcamıştım ki…
9 ağustos 1934
italya’da hayat az bulutlu ve karışık. kendi sandalyesinde rahatı yerinde olan birkaç adam yüzünden biz sokakta dolaşanlar huzursuzuz. her şey kategorilere ayrılıyor. ben zengin bir komünist olarak nerede olmam gerektiğini bilemiyorum.
14 mayıs 1935
sonunda hapse atıldım. kendi mutsuzluğumda daha da boğulayım diye sürgüne yollandım. hiçbir şey şaşırtmıyor beni artık. bir de utanmadan orduya çağırıyorlar. içimi kasıp kavuran umutsuzluk rüzgârından başka bir silahım yok.
23 temmuz 1937
astım nöbetleri, son mutluluk kırıntılarını da toparlıyorum. bedenim yerde üzgün yatarken ona karşı gelecek cesaretim yok.
22 kasım 1939
savaş kapımızda. bir öncekinden daha zor olacağa benziyor. yine aynı ölüm kokusunu duyuyorum havada. kimse camlarını açmıyor, çocuklar sokakta oynamıyor, ağaçlar gülümsemiyor. bu bana ölümden bile zor geliyor.
14 temmuz 1941
savaş başladı. bombaların altında kalmaya korkmuyorum. umutsuzluk bunu çoktan başardı.
16 eylül 1942
dostlarımı yanımdan uzaklaştırıyorum. kelimelerim aramızdaki paravanlar oluyor. bir tek calvino direniyor bana.
17 ekim 1942
kitap yazmak bencilliğin varabileceği en üst nokta. kendi hayatımı olduğundan daha yalnız gösterebiliyorum. acınası insan olduğumda kadınların sempatileri artıyor. hepsi beni değiştirme heyecanına kapılıyor. gereksiz bir çaba diyorum. dinlemiyorlar.
25 haziran 1943
bu defteri sürekli kaybedip bulmaktan çok sıkıldım. hayatım onlarca defter arasında bölünmüş anlarla dolu. benim hafızam hepsini hatırlayacak kadar düzenli çalışmıyor.
29 haziran 1943
sesini, adını, yaşını unuttum. gölgelere bakınca var olduğunu anlıyorum.
3 mart 1944
yıllar süren felaket günlerinden sonra geriye cesetler kalıyor. kokuları şehri kaplıyor.
14 mayıs 1945
kendime acı çektirmemenin çözümünü bulamamamla acıyı sevmem arasında bir bağlantı olabilir mi? kendi zaaflarımı görmekten kaçtıkça, başkalarınınkini de reddederek, beni mutlu edenleri hayatımdan özenle uzaklaştırmıyor muyum?
8 haziran 1946
doğum, yaşam, ölüm üçgeninin dışına çıkamıyorum. artık söylenmeyen kelimelerin kendimizi anlatma yolu olduğu bir dünyada, diğerine ulaşmak için nasıl bir yol seçmeli? en çok söylemek istediklerimizi en son söyleyip, hiç kimselere sırlarımızı anlatmazken en yakınımızdakilerden tecrit olma sebebimiz ne olabilir?konuşmamak günlük işlerden biri. ben de konuşmuyorum artık.
l’unita gazetesindeki masamda oturup zamanın geçmesini bekliyorum.
16 eylül 1946
durmadan yazıyorum. değişmeyen, beynimin tutkusuz bağırışları.
12 nisan 1947
hiçbir tutkum kişiliğimi değiştirecek kadar güçlü değil. ölebilirim, başka bir ülkeye kaçabilir, atta beni için deliren kadınları terk edebilirim. yine de değişmez hiçbir şey. coşkunun doruğu aşıldıktan sonra önceki hayatını yaşamayı sürdürür bedenim. gerçek kişiliğimi görürüm bunalım sırasında, beni dehşete düşürür bu. yaşamaya layık değilim.
13 ekim 1948
zaman diye bir şey var kimse nerede oturduğunu söyleyemiyor. bazıları kovalayıp duruyor. ben bekliyorum.
22 kasım 1949
bu koşuşturma bitse de artık gitsek.
25 mart 1950
mecburuz diye yaşayıp duruyoruz. bu fikir beni çileden çıkarıyor. kendi bedenim içindeki kuşkulara bile hâkim değilken nasıl dünyayı değiştirebileceğime inanmalıyım? evet mutlu değilim.
20 ağustos 1950
akıp geçiyor günler ben dur diyemeden. anımsamalar kaplıyor yatağımın üstünü. rüyalarım bile günlerin devamı oluyor. hayal gücüm beni bulamıyor yatarken. uykusuzluk gözkapaklarımı delip geçtiğinde çoktan sabah olmuş.
23 ağustos 1950
ölmeyi özledim bu gece.
27 ağustos 1950
yazamayacağım, artık eylem..
1 eylül 1951
ve bu defter pavese’nin yanında bulundu bir akşamüstü. midesine doldurduğu haplardan kurtaramadılar onu. ben italo calvino, son satırını yazmak istedim, bana söylediği bütün güzel şeyler için…
ölüm bu olsa gerek, bir insanı özlemek.”
Yukarıda Calvino’nun yaptığı alıntılar Yaşama uğraşı adlı günlüğündendir. Kendi yorumum kitabın adının “Ölme uğraşı” olması gerektiğinden yana, zira Pavese intihar etmeye takıntılıdır ve günlüğünü şu sözlerle bitiriyor;
”gizlice en çok korkulan hep gerçekleşir sonunda.
yazıyorum: ey, sen, acı! peki sonra?
bütün gerekli olan biraz cesaret.
acı ne kadar ortaya çıkar ve kesinleşirse, yaşama içgüdüsü o kadar ağır basıyor ve intihar düşüncesi o kadar zayıflıyor.
kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil.
tiksiniyorum bütün bunlardan.
sözler değil. eylem! artık yazmayacağım…”
Ve ancak birkaç gün sonra cesaret edebiliyor özkıyımına.
Kadın düşmanı görülen Pavese aslında yalnız bir adamdır. Kendisi yalnız kalmayı tercih ettiğni yazmış olsa da (kişisel görüşüm) başlarda itildiği yanızlığı kabullenip, kendisini buna iyice alıştırmak için yalnız bırakmaya başlamıştır. Hayatına hep yorucu kadınlar girer. Nitekim; Solaria dergisinde yazdığı şiirlerde bahsedilen “kısık sesli kız” onu yalnızlığa iten en büyük seeplerden biri olmuştur. Pavese daha da karamsarlamıştır. 1950’de İtalya’nın en büyük edebiyat ödülü Strega’yı Güzel yaz romanıyla kazanmıştır. Ödülü alması Pavese’ye umut gibi görünse de sonrasında başka bir kadın tarafından terkedilmesi artık Cesare pavese’yi iyice sarsmıştır. Daha sonra Torino’da bir otel odasında tüm özel kağıtlarını (günlüğü hariç) yakmış ve yaşama uğraşına son vermiştir.
Radikal aforizmaların sahibi Pavese’nin basılı kitapları ise;
Ağustosta tatil (öykü)
Ay ve şenlik ateşleri (roman)
Güzel yaz (roman)
Leuko ile söyleşiler (deneme)
Senin köylerin (roman)
Tepedeki ev (roman)
Tepelerdeki şeytan (roman)
Yalnız kadınlar arasında (roman)
Yaşama uğraşı (günlük)
Yoldaş (roman)
Çalışmak yorar (şiir – solaria dergisinde yazdıkları)
Alıntılar;
“yaşama sanatı, yalanlara inanmayı bilme sanatıdır. bunun en korkunç yanı, doğrunun ne olduğunu bilmediğimizden, bir yalanın yalan olduğunu hala anlayabilmemizdir.”
“…öykü ve şiir yaratmak için doğmuş olanlar, aşık olmakla yetinemezler, çünkü aşkın sanatsal bir yapıtı oluşturacak entelektüel örgüsü yoktur.”
“intiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapamamasıdır.”
“asıl büyük ve korkunç gerçek şudur: hiçbir işe yaramaz acı çekmek.”
“aşk kendi başına koca bir maymunun libidosundan başka nedir ki?”
“bir insanı küçük düşürmenin en korkunç yolu, onun acı çektiğine inanmamaktır.”
“insanlar ya çocuk ya yetişkin olarak doğarlar, sonradan değişmezler.”
“gene de bir uğraştır beklemek. bekleyecek bir şeyi olmamaktır korkunç olan.”
“her kadın, sevdiği uzaklardayken dertleşebileceği birlikte boş saatlerini doldurabileceği bir erkek arkadaş arar; bu arkadaşın, uzaktaki adam için duyduğu sevgi üzerinde bir etkisi olmadığını söyler; erkek arkadaşı kadının uzaktakine olan sevgisiyle çatışabilecek bir şey istedi mi; kadın incinir; ama bu arkadaş daha çok acı çekmemek için sözlerini, bakışlarını denetlemeye, daha dikkatli davranmaya kalkıştı mı, kadın-herhangi bir kadın- adamın acı çekişini görebilmek için hemen onun üzerindeki çekiciliğini artırır.”
“bir kadının seninle kalmasını, yalnız bunu istiyorsan, onu öyle bir duruma sok ki, başkalarının düşünceleri, kendi çevresinin duyduğu saygı ve kendi öz-çıkarı onun gitmesini engellesin.
sadece ona karşı duyduğu bağlılık ve içtenlikle bir kadını tutabileceğini sanan erkek budalanın tekidir.”
“insan kendini bir kadına duyduğu aşk yüzünden öldürmez. Aşk -her türlü aşk- bizi tüm çıplaklığımız, sefilliğimiz, düşkünlüğüüz ve hiçliğimizle açığa vurduğu için öldürür.”
“senin düşmanından başkalarının öç almaları kadar tatlı bir öç alma duygusu yoktur. üstelik, bunun sana iyi yürekli insan rolünü vermesi gibi bir yararı da vardır.”
“Günleri değil, anları hatırlarız.”
Tezer Özlü’nün neredeyse yaşamını ithaf ettiği, Murathan Mungan’ın Pavese’nin Günlükleri diye intiharlar bölümünde şiir yazdığı ve pek ok yazar-şaire hayatıyla ilham olmuş Cesare Pavese’nin hayatının özetini -biraz eksikce de olsa- okudunuz, daha sonra bir başka yazarın tanıtımında görüşmek üzere.