escort bayanlar ankara escort,

izmir escort bursa escort izmir bayan escort istanbul escort antalya escort izmir escort bayan izmir escort bursa escort bursa escort kızlar istanbul escort bayan gaziantep escort istanbul escort istanbul escort kızlar istanbul escort

Cesaré Pavese (1908-1950)

0

Cesaré Pavese, İtalyan şair, (d. 9 Eylül 1908 – ö. 27 Ağustos 1950)

Romancı, çevirmen ve eleştirmen

Cesare Pavese, ailesinin  yazlarını geçirdiği Torino’nun Santa Stefano Belbo köyünde bir memur çocuğu olarak doğdu. Torino Üniversitesi’nde edebiyat okudu. İngiliz ve Amerikan edebiyatına ilgi duydu; bitirme tezini Walt Whitman şiirleri üzerine yazdı. Öğrenimini bitirdikten sonra orta öğrenimini tamamladığı eski okulu Liceod’Azaglio’da edebiyat ve dil dersleri verdi. Bu dönemde İngiliz ve Amerikan yazarları ile ilgili yazıları La Cultura dergisinde yayınlandı. Daha sonra bir arkadaşının kurduğu Einaudi Yayınevi’nde çalışmaya başladı. 1935’te anti-faşist çalışmaları nedeniyle tutuklandı, 1936’da serbest bırakıldı. Brancaleone Hapishanesi’ndeki bir yılından esinlenerek Carcera (Hapis) romanını yazdı. 1950’de Yalnız Kadınlar Arasında romanı ile İtalya’nın önemli edebiyat ödüllerinden Strega Ödülü’nü aldı. Gene aynı yıl Torino’daki bir otel odasında 21 adet uyku hapı alarak intihar etti.

Doğum 9 Eylül 1908 – Santo Stefano Belbo, İtalya

Ölüm 26 Ağustos 1950 – Torino, İtalya

Milliyet İtalyan

Meslek şair, romancı, çevirmen ve eleştirmen

İlk eseri Lavorare stanca, 1936

Önemli Eserleri

Yaşama Uğraşı / Günlük (1935-1950)

Ağustosta Tatil / Öyküler

Ay Ve Şenlik Ateşleri / Roman

Güzel Yaz / Roman

Leuko İle Söyleşiler / Deneme

Senin Köylerin / Roman

Tepedeki Ev / Roman

Tepelerdeki Şeytan / Roman

Yalnız Kadınlar Arasında / Roman

Yoldaş / Roman

Çalışmak Yorar / Şiir

Yaşama Uğraşı, Cesare Pavese’nin kitabı (1952).

Cesare Pavese’nin 1935 yılından başlayarak ölümünden sekiz gün öncesine (ö. 26 Ağustos 1950) kadar yazmaya devam ettiği günlüklerinden oluşan kitabıdır.  İntihar ettiği otel odasında yeşil bir dosyanın içinde beyaz bir sayfaya “1935-1950 Ce. Pavese’nin Yaşama Uğraşı” yazılmış olarak bulunmuştur. Bu dosyanın dışında kalan bütün özel yazılarını yok ederek intihar etmiştir. Basılan eserde çok hassas ve yaşayan kişilere ait olduğu anlaşılan, özel sorunlardan bahsedilen az sayıdaki bölüm zorunlu olarak çıkartılarak metne sadık
kalınmaya çalışılmıştır. Eserde yazarın psikolojisine dair bölümlerin yanı sıra edebiyatçı ve eleştirmen yönüne de sıkça tanık olmak mümkündür.

Acı çekmek hiçbir anlamda bir ayrıcalık, bir soyluluk belirtisi, Tanrı’yı hatırlatan bir özellik degildir. Acı çekmek hayvanca, insanı hırpalayan, sıradan, gereksiz ve hava gibi doğal bir şeydir. Elle tutulamayacak bir şeydir acı; insan ne kavrayabilir, ne de karşı çıkılabilir; zaman içinde vardır- zamanla aynı şeydir; olmadık zamanlarda insanın karşısına çıkmasi sadece kendisini izleyen anlarda, insanın son işkence anını yeniden yaşadığı ve bir sonraki nöbeti beklediği sürede acı çeken kimseyi savunmasız bırakmak içindir.

Bu nöbetler gerçek anlamda acı değil, bize gerçek acının süresini, sıkıcı ve bıktırıcı sonsuzlugunu duyuran sinirsel canlılık anlarıdır. Acı çeken kimse her zaman daha sonraki ve ondan sonraki nöbetin bekleyişi içindedir. O an, acının onu beklemekten yeğ tutabileceği sırada gelir. O an, insanın boş yere zamanın
akışı kesmek için, bir şey olduğunu hissetmek için, bu hayvanca acının sonsuz etkisini bir an için bozma amacıyla haykırması gelir – bu haykırış acıyı daha da korkunçlaştırsa bile.Ara sıra, ölümün ve cehennemin de böyle zaman ve sonsuzluk içinde degişmeden, anlara bölünmeden, bir daha hiç ölmeyecek bir gövdede akan kan gibi durmadan akan bir acı olduğu kuşkusuna kapılır insan.

Ah! Su kayıtsızlığın gücü! Budur taşlara milyonlarca yıl değişmeden dayanabilme olanağı veren.

Ilk gençlik yıllarının geçtigi köy ve çiftlik ortamı, Cesare Pavese’nin ilk şiirlerine olduğu kadar Ay ve Şenlik Ateşleri adlı ilk romanına da esin kaynağı oldu. Çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Lisedeyken iki yakın arkadasının intiharları, Pavese’yi çok etkiledi. Ondaki “intihar” eğilimi, böyle başladı. Üniversitede edebiyat okudu. Amerikan edebiyatının dev yapıtlarını Italyanca’ya çevirdi. Özgürlük ve demokrasi ağırlıklı çevirileri ve yazıları yüzünden Faşist yönetimce tutuklandı, bir yıl kadar hapis yattı. ‘Kısık sesli bir kız’a aşık oldu. Bu aşk, Cesare Pavese’yi, içedönüklükten ve aşağılık duygusundan kurtarmıştı.

Ancak ‘kısık sesli kız’in alaycı sözleri, yazarı yine ‘intihar’ düşüncesiyle yüz yüze getirdi. Kadınlardan nefret eden, karamsar bir insan oldu. Ilerleyen yıllarda iki kez evlenmeye kalktıysa da, olmadı. Hayal kırıklıklarıyla dolu bir yaşamı 1950 yılına kadar sürdürebildi. Yalnız Kadınlar Arasında adlı romanına, Italya’nın en büyük edebiyat ödülü olan Strega Ödülü verilmisti. Ödülünü almak üzere, Roma’ya bir uyurgezer gibi gitti. Ödülü aldıktan sonra, 1935 yılından beri tuttuğu bu günlük dışındaki bütün yazılarını, notlarını yok etti ve 26 Agustos 1950’de, küçük bir otel odasında, uyku haplarıyla intihar etti. Bu günlükte gündelik olaylardan çok, bu büyük yazarın sanatıyla ilgili düşüncelerini bulacaksınız. .

Cesare Pavese, Leone Ginzburg, Franco Antonicelli e Carlo Frassinelli (1932)

Yaşama Uğraşı / Günlük (1935-1950) – Alıntılar

Bir başkasını gerçekten seven insan bu ilişkinin neden “ömür boyunca” sürmesini istemekte direnir? Çünkü yaşamak acı çekmek, aşkın tadını tatmak ise duygusuzlaşmak demektir; bir ameliyatın ortasında kim ayılmak ister? İnsanın sadece yaşayarak ve hayatını en iyi şekilde sürdürmeye çalışarak işlediği gizli, karanlık ve korkunç suçlarla karşılaştırıldığında, kanunların yasakladığı suçlar sıradan, önemsiz şeyler olarak görünür. “Yalnızlık acı çekmektir; sevişmek acı çekmek, malını mülkünü çoğaltmak ya da yığınlara karışmak acı çekmek; bütün bunlara son verir ölüm.”

Şiir , bir budalanın denize bakıp ” tıpkı yağ gibi ! ” demesiyle başlar, düz bir yüzeyin en iyi bir betimlenişi değildir bu elbet, ama aradaki benzerliği bulmuş olması bu sözü söyleyenin hoşuna gitmiş bu gizli bağ onu heyecanlandırmış, bu gözlemini herkese duyurma isteğini vermiştir ona…

Tanrının varlığı konusunda kararsız oldukları halde alay ederken bile onun varlığınıderilerinin altında duyan o eski kafalı insanlar için Tanrıya sövmek hoş bir şey olmalı, düşünür ki eğer Tanrı varsa her sövgü ona yöneltilmiş bir saldırıdır, bunun sonunda Tanrı-Düzen öyle gerektirdiği için-büyük bir öfke içinde adamın başına belalar yağdıracak ve onu cehenneme gönderecektir ama dünyanın altını üstüne de getirse, uğradığı saldırıyı kimse yok edemez, ayrıca her şeye rağmen, sözkonusu Tanrının herşeyi düşünmediğini gösteren bir durumdur bu ! düşünün bir kere ! O , herşeyin üstünde olan en güçlü varlık, insansa, sadece bir pislik,bir hiçtir-gene de onun canını sıkacak, onu kızdıracak, bir an için de olsa, onun kutsal varlığını tedirgin edecek güce sahiptir insan! gerçekten “insanlık onurunun verilebilecek en büyük kanıtı “dır bu…

Yaşamak uzun bir toplama işlemi gibidir, arada bir toplama yanlışı yaparsan doğru sonucu hiçbir zaman bulamazsın…

Evlenmeye değer kadınlar, bir erkeğin evlenecek kadar güvenmediği kadınlardır,bu da korkunç bir şeydir ; yaşama sanatı sevdiklerimize onlarla birlikte olmaktan ne büyük zevk duyduğumuzu göstermekten başka bir şey değildir,bunu başaramadık mı bırakıp giderler bizi…

Unutma , sevimek gibi bir şeydir şiir yazmak : duyduğu tadın paylaşılıp paylaşılmadığını hiç bilemez insan…

Birine iyilik etmeye çalış, çok geçmeden onun hoşnutlukla parlayan yüzünden nasıl tiksindiğini göreceksin…

İnsanın ülkülerine erişememekten de acı bir şey vardır : onları gerçekleştirmiş olmak…

Bir kadın erkeğin isteğini nasıl uyandırabileceğini bilir, ama bu yeteneğinin farkına varılması onu büyük bir ürküntüye düşürür…

Herhangi bir işe, başarma kararıyla girişmek iyi bir belirti değildir çünkü başkalarını geçme, gurur ve hırs vardır böyle bir tutumda insan yaşamak için yaşadığı için, giriştiği işin tekniğini severek başlamalı bir işe, ancak böyle bir tutum gerçek bir yatkınlık ve başarı olanağı gösterir…

Gerçekten güzel kadın memesi ,kökleri kaburga kemiklerine kadar giden iki dorukta ortaya çıkan bütün bir göğüsten oluşur, başka türlüsü sadece güzel birer eklentidir, ama bunların da altında göğsün kendisi vardır…

Din , dünyada olup biten herşeyin olağanüstü bir önem taşıdığı inancından başka bir şey değildir, işte sırf bu yüzden dünyadan hiçbir zaman yok olup gidemez…

Bir zamanlar, bir erkek karısını aldattı mı, kadın suçlu sayılırmış, bu da cinsel konularda kamuoyunun ahlaka değil ( ahlak erkeklerin yarattığı bir değerler düzeni olduğuna göre ) insanın kendini koruma ilkesine dayandığını gösteriyor…

Yıllar, onları düşündüğümüz zaman, hayal gücümüzün geliştirebileceği olaylarla doluysa, bize uzun görünür, çocukluğun o kadar uzun gelmesinin nedeni budur, herhalde hayatımızın her dönemi bir sonraki dönemde onun üstüne düşündüklerimizle zenginleşir, en kısası onu düşünme fırsatını bulamayacağımız
için, yaşlılı dönemidir-çocukluk dönemi sadece gerçekten yaşadığımız çocukluğumuz değil yeni yetmelik ve olgunluk dönemlerimizin onunla ilgili izlenimleridir de, hayatımızın en önemli dönemidir, çünkü bu konuda düşünce zincirleriyle en çok o dönem zenginleşmiştir; yıllar bir anı birimidir, saatler ve günlerse yaşantı birimi…

Anladım ki , birisi bizi küçük gördüğü aşağıladığı, bize uşak gibi davrandığızaman, ona bağlanır ardını bırakmaz, elinden tutar ve büyülenmiş gibi onu yürekten kutsarız, acaba bu insanlar arasındaki kardeşlik duygusunun içimize doğması, aşağılanma gereksinmemizin ( doğaya karşı ) bir çeşit tanınması mıdır?

Geçmiş bizim için, hem düşünmeden yeniden yaşayabileceğimiz kadar alışık olduğumuz, hem de ona her döndüğümüz zaman bizi şaşırtacak kadar bize yabancı bir şey olmalı: bu durumda hayalgücümüzün kullanabileceği bir nitelik kazanmış olur…

Parasız olan şeyler en pahalıya mal olan şeylerdir, çünkü bize karşılıksız olduklarını anlama çabasına mal olurlar da ondan…

Bir kere tek bir konuyla uğraşmanın heyecanı bitti mi dağınık düşüncelere anlam verecek bir ana düşünce de bulunamaz, bir çok şey bulabilmek için yalnız bir şey aramalı…

Bir günlüğün ilginç yanı belki de iç hayatının ana eğilimlerini gösteren önceden bilinmedik düşüncelerin bolluğunu ve esinlenme dönemlerini bir araya getirmesidir, zaman zaman ne düşündüğünü anlamaya çalışıyorsun ve ancak iş işten geçtikten sonra o andaki düşüncelerinle, önceki düşüncelerin arasında bir
bağlantı kurmaya kalkışıyorsun…

” Anlık “ bir sanat eseri, bir “parça ” yaratmak, ahlaka uygun bir an yaşamak gibi kolaydır; oysa o anı aşan bir sanat eseri yaratmak, cennette yüreğin bir vuruşundan daha uzun bir süre yaşamak gibi zordur, cenneti bir andan fazla bir süre için düzenleme sanatı, (ermişlik), bir şiiri anlık durumundan ötede düzenlemeyle eşdeğerlidir…

Yoğun duyguyla dolu bir saat, saatteki aynı süreden daha uzundur, can sıkıntısının yoğun bir tutku olduğunu, yapacak bir şey olmamanın getirdiği gerilimle zamanı uzattığını unutma…

Her zaman çalışıp inceleyen, sayfaları çevirerek gözlerini doyuran bir gencin enönemli şiirlerini balkona çıktığı, ormanda, kırda, bayırda dolaştığı anlarda yaratmış olması önemli bir şeydir, şiir ” hayat boyunca yaptığımız işin “, her zaman ki uğraşımızın değil başımızı kaldırıp hayatla yüzyüze gelmekten şaşkınlığa düştüğümüz anların sonucudur…

Bir eseri ancak kendi değeri o eseri aşan bir insan tamamlayabilir…

Yanlış diye bir şey olmadığı, yanlışların yeni buluşlara açılan kapılar olduğu düşüncesi , insanın talihli olmakla ödevli olduğu gibi başka bir düşünceyi öngörüyor, bu da akıllı bir insanın hiç yanlış yapmadığı, yani talihli olduğu anlamına geliyor, ya da bu adam yanlış yapıyor ama sonunda bu yanlışlar onun işine yarıyordur…

Davranışlarında ve düşüncelerinde bir başka insanın varlığını hesaba katmadan bir gün geçirebildiğin zaman, kendini yiğit bir insan sayabilirsin…

Bir ” dikey “ tipler vardır : bunlar herşeyi sırayla yaparlar, bir kişiden yada bir şeyden öbürüne geçerken bir öncekini bırakırlar, kendilerini yeni bir sevgiliye adadıkları zaman, bir eski sevgilinin gelip onları kışkırtmasına sinirlenirler – bunlar ” romantik “tir, hiç büyümezler.. Bir de “yatay ” tipler vardır, bunlar oldukça geniş bir değerlerdünyasından yaşantı zenginleştirirler, eski tanıdıklarından vazgeçmeden yeni insanlarla ve şeylerle ilgilenmesini bilirler ; serinkanlılıklarının, köklü inançlarının yardımıyla birbirinden
oldukça değişik tutkularını denetleyecek ve yola getirecek gücü bulurlar-böyle insanlar da ” klasik”tir…

Bir şeyi ” ilk defa görmek ” diye birşey yoktur, bir şeyi hatırlamamız, ona dikkat etmemiz hep ikinci defa olan bir şeydir…

İnanılmaz şeyleri gerçek diye anlatmak-eskilerin yöntemi ; gerçekleri inanılmaz şeylermiş gibi anlatmak ise-yenilerin yöntemi…

Nasıl olurda Tanrı dua eden insanın sürekli kendini aşağılamasını, ayinlerin ve törenlerin durmadan yinelenmesini ister, sen ; kendin, içgüdüsel olarak sana karşı gönül borcunu belirten bir düşünceyi, iyilik yaptığın insanın buna kısa bir bakışla karşılık vermesini yeğ tutmaz, bütün o ağlamaklı şükran dualarından
tiksinmez miydin? gerçi sen Tanrı değilsin, ama gene de…

Hem korkusuz olmak, hem de haklı olmak : tarihin ( ve hayatın ) iki ayrı kutbu, genellikle birbiriyle çelişen iki nitelik…

Birinden öç mü alacaksın ? onu bağışlamış gibi davran; bırak hayat öç alsın ondan, zamanın kendi kendine geçişi, kurbanın birşey yapmasını gerektirmeden, nasıl olsa korkunç acılar çektirir herkese…

En kötüsünü düşün, yanılmazsın…

Bizi sıkan insanlardan başka herkese acırız…

Dinlenmeye hakkımız olsun diye severiz işimiz olmasını…

Aslında öpüşmenin verdiği tad, yemek yemenin verdiği tattan çok değildir, öpüşme konusunda olduğu gibi, yemek yeme konusunda da yasaklar olsaydı, bütün bir ideoloji , şövalyelik töreleri olan bir yemek yeme ” tutkusu”ortaya çıkardı, sözünü ettiğimiz bu esriklik -bir öpücüğün yarattığı düşler, yada büyük düş- muşmulayı ,bağdan yeni koparılmış buğulu bir üzüm tanesini dişlemenin verdiği tattan daha üstün birşey değildir, bunsuz da edebilir insan…

El yazısı ile yazdığı bir mektup ; ,

Çıplak Modeller / Kitaptan Alıntılar

İnsanın canı sıkılıyorsa suç kendisindedir muhakkak..

İnsanın iş bulması için işsiz olmaması gerekir..

Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle,

Kendini kurtaramayanı, hiç kimse kurtaramaz…

Kader diye bir şey yoktur, yalnız sınırlar vardır, en kötü yazgı,sınırları sabırla karşılamaktır-karşı çıkmak gerekir…

Tek günah, insanın kendi yaptığını kavrayamamasıdır…

Share.

About Author

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn fuck you google, child porn