‘Benim için babaydı o.
Tuhaf, amma tuhaf şey.Gülüşüne bayılırdım.
Başkaları için,Albert Camus bir efsaneydi,baba değil.
Bilincinde olmadığım ve babamın bizden uzak tuttuğu şöhret,
erkek kardeşimle benim üstümüze düştü
ve ezdi bizi.
Lisede ilk defa adaletsizliği sezmiş.
Başkalarının dünyasıyla kendisininki arasında
bulunan uçurumu.
Daha sonraları Saint-Germain-des-Prés’de de
aynı şey olacaktır.Cüzamlı gibi bakarlar ona.
Babam kendini cüzamlı gibi hissetmiyordu ama.
Morali tamdı.
Ama adaletsizlik yerli yerindeydi,daima.
Fotoğraflarda,öğrencilerin çoğunda
kocaman kravatlar var.
Onda yok.
Daha o zamanlarda özgürmüş.
Sonraları, “güzellik var, bir de aşağılananlar” dediğinde ve
“ne güzelliğe ne de aşağılananlara sadakatsizlik etmek” istemediğinde,
işte o zaman başladı her şey galiba.
Babam eski eşya almaya bayılırdı.
Annemle biz iki kardeş eve ilk geldiğimizde
her yeri dayayıp döşemiş,mobilyaları,
perdeleri, yatak örtülerini,hepsini yerleştirmişti.
Hatta tencereleri ve süzgeçleri bile satın almıştı.
Bir sürü tuhaf nesne vardı,bitpazarından gelme: azizlerden kalma eşyalar,
kutsal ekmek kapları. Bayılmıştım.Bir odam vardı,
babamın seçtiği güzel mobilyalarla döşeli.Tıpkı hediye paketi gibi bir ev.
Odasında yazı takımı vardı.
Babam ayakta yazardı,siyah ya da lacivert mürekkeple.
Ama burada,bu taraçada,yere oturarak yazdı
İlk Adam’ı.
Serviye karşı.
Servi hâlâ yerli yerinde..’
Catherine Camus..(Kızı)
(alıntılanmıştır)