‘Çağrılmayan yakup’ veda etti

0

Beyoğlu Efsanesi Yakup’a elveda.. Asmalımescit’in ünlü mekânı, kültür-sanat camiasının uğrak yeri Yakup 2’nin sahibi Yakup Arslan, dün hayatını kaybetti. Arslan’ın cenazesi bugün Yakup 2’nin önünden alınıp Zincirlikuyu’ya defnedilecek.

Kültür, sanat ve basın dünyasından, Avni Arbaş’tan Gürdal Duyar’a, Edip Cansever ve Patriyot Hayati’den Can Yücel’e, Aydın Emeç’ten Mehmet Sönmez’e, Çetin Özbayrak’tan Ferit Erkman’a, Selim İleri’den ressam Sali’ye, Hüseyin Baş ve Ali Sirmen’den Onat Kutlar’a, Erdal Öz’den Celal Üster’e, Atıl Ant’tan Okay Gönensin’e sayısız isim Yakup’un müdavimleri arasında yer aldı. Yakup Arslan, Edip Cansever’in dizelerinde de canlanmış ve “Çağrılmayan Yakup” adlı kitabına adını vermişti.

“Haydi beyler, yay vaziyetleri”. Bu cümlenin sahibini bilen bilir. 36 yıllık meyhaneci Yakup Arslan’ın dilinden, “yaylanın”ın kibarcasıdır. Bu kez kendine “yay vaziyetleri” deyiverdi Yakup Arslan; 63 yaşında göçüp gitti. Hasta olduğunu biliyorduk. İyi değildi, duyuyorduk. Ama o Yakup’tu. Kıpkırmızı yüzü, tarife gelmez burnu, her zaman içi gülen gözleriyle, şöyle ağır ağır, neredeyse her masanın fotoğrafını çekerek yürüdü mü; Yakup 2’de kim var kim yoksa döner bakardı. Ölüme pabuç bırakmaz sanıyorduk. Önüne bir duble rakı koyar, sofraya bakış atar, uzun zamandır durduğu eşikte yıllarca oyalanır gibiydi. Erken kapadı dükkanı. Belki de ilk kez…

Çağrılmayan Yakup

Ona nasıl hitap ettiğiniz, Yakup 2’deki kıdeminizin göstergesiydi. İlk günlerden bu yana tanıyanlar için Yakup, 80’lerden sonra müdavim olanlar için Yakup Abi, bizim gibi “tıfıl”lar için ise garsonların garsonu Yıldırım’dan (Kılınç) duymaya alıştığımız gibi Yakup Amca…

Ya da en afilisi, ona Edip Cansever’in uygun gördüğü ismiyle “Çağrılmayan Yakup”… Onu, amcası Refik Arslan’ın yanında ateş parçası gibi çalıştığı günlerden tanıyan Cansever yazmıştı şu dizeleri: “Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli/ Daha hiç çağrılmadım/ Biri olsun ‘Yakup!’ diye seslenmedi hiç/ Yakup!/ Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım”.

Çağrılmadan geldiği o yıllarda, babasının ölümünün ardından evi geçindirmek için amcasının meyhanesinde çalışıyordu. Hemşin’den İstanbul’a aslında ilkin 10 yaşında, okumaya gelmişti. O zamanlar babası hayattaydı. Belki de bambaşka bir gelecek hayali kuruluyordu onun için. Ama haylazdı. Bir kaza geçirince amcası korkuyla onu köye geri gönderdi. İkinci gelişinde babası yoktu, okulu da… Çalışmak zorundaydı.
1977’ye kadar Refik Arslan’ın sağ kolu oldu. Sonra kendi kanatlarıyla uçmaya karar verip, Sofyalı Sokak’ta minicik bir dükkan tuttu. Adını Yakup koydu.

Yakup; yazarların, çizerlerin, özellikle de İkinci Yeni’nin ikinci evi gibiydi: Edip Cansever, Cemal Süreya, Tomris ve Turgut Uyar, Özdemir Asaf… 1982 yılında, o küçük dükkan yetmemeye başlayınca kendine yeni yer aradı. Sonunda, bugünkü meyhaneyi buldu. İlk dükkan devam ediyordu, buraya da Yakup 2 deyiverdi. Bugün 1’i olmayan 2’nin hikayesi işte böyle başladı.

Yakup 2’nin duvarlarında yıllardır mekanın müdavimi olan ünlü sanatçıların, edebiyatçıların, gazetecilerin fotoğrafları, yapıtları ve sergi afişleri yer alır.

 

“Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına Bir baykuş tarafından ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu. Ben ne oluyordum.”

Hiç çağrılmamış olana …Yerleşememe duygusunun ellerine , ayaklarına bir yolculuk. Taşlar biriktirdik ve çukura attık onları. Adımızı unuttuk. Bedenimizde aradık yabancılaşmayı. Çünkü adımızdan önce bedenimiz vardı. Çağrılsa da çağrılmasa da.

“…sonraları bazı temaları tipleştirmeye çalıştım. Örneğin yabancılaşma temasını. Çağrılmayan Yakup kitabının en görünür anlamı budur.”

Edip Cansever

Zamanın Bekçisiydi

Nasıl Yakup 1 yazan, çizen, okuyan, söyleyenlerin ama en çok edebiyatçılarınsa; Yakup 2 de en çok gazetecilerin oldu. Onun kalem erbabı müdavimlerini saysak, neredeyse Gazeteciler Cemiyeti’ne üye olanlardan fazla çıkar. Çağrılmaya ihtiyaç duymayacak kadar düşünceli olan Yakup Arslan, aynı özeni müdavimlerinin gazete kupürlerine, şiirlerine, sergi afişlerine gösterdi hep. Meyhanenin duvarları, 36 yılın kültür sanat ajandasını verir. Selim İleri’nin dediği gibidir çünkü: “Yakup’ta sadece eğlenilmez, pek çok şey paylaşılır”.

Hasan Cemal, bir söyleşide Yakup’un sırrını şu cümlelerle anlatmıştı: “Orada herhangi bir yabancılık çekmezdim. Yakup’a gittiğim vakit duvarlara baktığımda kendi kişisel tarihimde de yerleri olan birçok simayla baş başa kalırım”.

Gün gelir, zaman durur; yalnızca bir kadeh yarenlik eder insana. Tek başına demlenene dahi yalnızlık çektirmeyen bir meyhanenin yaratıcısıydı Yakup Arslan. Orada, duran zamanın bekçisi oldu. 1989’da İstanbul’da yaşayan Alman besteci Detlev Glanert’in yazdığı Yakup 2 Konçertosu’na “Beklemenin Zamanı” adını vermesi boşa değildi.

Cenazesi Bugün

Yakup Amca’nın üflediği ruh, oğulları Yıldıray ve Ufuk’la devam edecek kuşkusuz. Çünkü onlar da babadan, amcadan aldıkları adapla devam ediyorlar işlerine… Zira içki her şeyden önce adap gerektirir. Zordur dengesini tutturmak. Birkaç fazla dubleyle bütün hayatını darmadağın edenlerin hikayesi çoktur. Meyhanecinin işi en zorudur. Şişeler açılır, kadehler dolarken her masanın neşesi, huzuru, selameti ona emanettir çünkü.Arslan bu emaneti yıllarca taşıdı; ne kendine ne de sofrasına oturanlara zeval getirdi. T24’te Hazal Özvarış’ın yaptığı söyleşide “Dünyaya yine gelsem yine meyhaneci olurum” demişti, “Değişen bir şey olmaz”.

Bizim için de değişen bir şey olmaz. Yine Yakup’a gideriz kadehleri tokuşturmaya. Bugün 12.00’de Yakup 2’nin önünden, ikindi namazının ardından kılınacak cenaze namazıyla Zincirlikuyu Camisi’nden uğurlanırken Edip Cansever seslensin yine ona:
“Yakuup!/ Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı/ Gene bir Yakup olmalı bu”…

Günde 3 büyük içti, sarhoş gören olmadı

“Meyhaneci içmez” denir. O söz olsa olsa “içmese iyi olur” temennisidir. Bugüne kadar gördüğüm meyhanecilerin çoğu gibi, Yakup Arslan da “sıkı” içerdi. “Artık azalttım” dediği yıllarda bir büyüğü devirdiğini çok gördük. Azaltmadan önce ise üç büyüğü buluyordu. Her gelen masasına davet ediyordu onu, oturup da içmedi mi gönül koyuyorlardı. O masada bir kadeh, öbüründe iki derken otuz duble içtiği olurdu. Yakup 2’nin ilk yıllarında, neredeyse 10 yıl böyle yaşadı.

Dubleler hep çift haneli sayılardıysa da, onu sarhoş gören olmadı. Çünkü sarhoş olduğunu hissetti mi, kaçardı meyhaneden. Eve gider, vurur kafayı yatardı. Bundan 6-7 yıl önce düşüp kolunu kırmıştı. “Aman Yakup Amca” demiştik, “Sarhoşken mi oldu?”. “Yok” diye cevap vermişti, “Tam tersine, ayıkken”.

Müdavimleri Anlattı 

Komet (RESSAM): “Yakup Aslan ile 1970’li yıllarda Edip Cansever’in de dahil olduğu bütün edebiyat ve sanat camiasıyla birlikte Refik’te toplanırken tanışmıştım. Vefatını duyduğumda çok üzüldüm. Bambaşka bir insandı.”

Selim İleri (YAZAR): “35 yıllık dostumdu. Çok sevdiğim bir insandı. Bir benzeri daha olmayan bir mekanı kendi başına var etmiş ve Türkiye’ye, özellikle de sanatçılara armağan etmişti. Çok özleyeceğim.”

Okay Gönensin (GAZETECİ): “Yakup Aslan, insanların mutlu olmasıyla mutlu olan, onların keyif almasından keyif alan bir insandı. O herkesin dostuydu. Allah rahmet eylesin.”

ÇAĞRILMAYAN YAKUP / Edip Cansever

I

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çagrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
Biri olsun “Yakup!” diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Sonra bir güzel yıkanayım da.
Ben size demedim mi.

Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
Telaslı, aç gözlü kurbağalara
Bakmaktan
Bilmiyorum
Bilmiyorum, bilmiyorum
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
Sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
Kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
Onlar işte hep boyuna koşuyordu
Birileri çıkıyordu ordan burdan

Hiç çıkmamak halinde ve olgun
Birileri çıkıyordu
Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
Bir pencerenin sokağa doğru içinde
Bu uyum korkunçtur Yakup!
Yakubun olması korkunçluğudur bu
Dünyanın insana doğru içinde
Yakup, Yakup!
Burdayım, yani ben.. evet, geliyorum
Lambayı söndürmesinler, geliyorum
Siz bütün lambaları yakın, evet
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp degil ya
Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
Bir ölünün günü boyayan renginde
Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
Kayalardan dondurmalar sorduğum
Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli
Kim bilir ne diyordum
(Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
Bir baykuş tarafından
Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
Ben ne oluyordum.)

Bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
Bunu Yakup söyledi
Dedi ki, çünkü herkes Yakubu yaşıyordu, bense
Çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
Kızgın kağıtların üstüne
Ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
Ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
Ölüyordu ve bir de
Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
Kendimi koruyordum
Bunu bana Yakup söyledi
Öyle bir Yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
Kimsenin sözünü bile etmediği bir Yakup
Ben
Bunu hep biliyorum
Bunu hep biliyorum ve işte
Özgürüm, cezasız duruyorum.

II

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Telaşlı, açgözlü kurbağalara
Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
Ve Yusuf değil
Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
Yok artık karıştırmıyorum.

Taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım
Eski taş merdivenleri. Yanımdan bir sürü adam
Geçti ve kolayca gittiler
Müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler
Yanan güneşin altında
Onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm
Ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar
Ve sordum
Yakup daha başka nasıl bir Yakup olsun
Ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki
Yakup ve onlar nasıl olsunlar. İşte ben taş merdivenleri
Kurbağalara bağlayan taş merdivenleri
Durmadan kendimle karıştırıyordum
Kimse beni tutup çıkarmıyordu
Vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında
Anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar
Yoruldum! bunu sanki biri söyledi
Yakubun biri
Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Kendime bir isim düşünerek
Birden ki bir isim düşünerek kendime. Hayır bu kimse değil
Ancak gelebildim

Aşağıda bir luna park kımıldıyordu. Ah kurbağalara bakmam gecikecek
Luna park kımıldıyordu, hem öyle değil
Bu uyum korkunçtur Yakup
Bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup
Yakuup!
Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup
Kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum
Nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum
Güneşe kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını cök yakıyordu ki
Adam içinden bağırdıkça dünya
Ters yonden yaratilıyordu, diyebilirim
Bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp
Kan kalp
Kırmızı top
Yakıcı dönüşümler çıkaran
Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın
Öyle değil mi Yakup
Hemen hemen öyleydi, Yakup bunu söyledi
İyi ki söyledi. Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
Şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı
O benim ayaklarimı.. taşlardan
Bir kurtarabilsem
Saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Bir zamansızliğın Yakuba doğru içinde
Saat on yediyi ve yirmi biri
Gösteriyordu ki, ben nerdeydim
Her saniyedeki ve işte her saniyedeki
Ben, yani Yakubun o dağılgan şekli
Nerdeydim.

Bilmem ki. Bir avukat benim ellerimi tuttu. Gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi
Kim bilir bir çağın neresinden burada. Anlaşılması
Yoktu ki. Kendine özgü bir duruşu
Yoktu ki. Pek güçlü kolları vardı yalnız
Ne diyordum, ben işte Yakup
Çekiverdi beni taş hamurun içinden
Pek öyle gürültüyle değil
Bir başka yapışkanlığın içine
Çekiverdi beni
Göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar
Sonra elleri ve kalçaları pek hoştu
Kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde
Bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık
Onu ben çok iyi görüyordum. Ama çarşaflar, öyle bir takım
kıpırdanmalar
araya
giriyordu
Engelliyordu bizi
Ter içindeydik. Ellerimden çekiyordu. Ter içindeydik
Beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi Ben’i
Ter içindeydik
Terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik
Üstümüzde olgun ve kararsız su tanecikleri bulunan
Biz Yakup
Biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış
Kurbağalara geldik.

III

Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Masalarda oturmuşlardı. Ben oradan geliyorum
Yazı makineleri, kağıt sesleri
Ben oradan geliyorum.

Önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı
Sonra bir yer bulup oturdum. Hadi bir sigara iceyim dedim
Olmaz, dedi mubaşir kıliklı kurbağanın biri
Belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça eksik gibi geldi
Öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım
Bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi
Olmaz ki, Yakup!
Peki Yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi
Herkesin durduğu bir yere gittim. Ben Yakup
Ya onlar kimdi
Aralarına aldılar beni. Artık ben hiçbir şey göremiyordum
Biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekce bir yere oturmuş
Onu ben duyuyordum
Duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu
Ve “Yakup” sesini ancak anlıyordum. Yakubun ötesinde
Birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum
Anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için
Sonra bir sey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış
olmalıyım
Ben, yani Yakup
Dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
Ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
Bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde
Diye düşündüm ya ben
Ben, yani Yakup
Butun gücümle bunu bağırdım
Ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar
Bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime
Daha başka yerlerime de baktılar
Sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana
Ben, Yakup, beni hiç kimse çağırmadı
Sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. Şimdi
Hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim
Yosunlar, kumlar, şeytan minareleri
Ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar
Bağırdım, bağırdım, bağırdım
Tanrının ayak izleri!
Tanrının ayak izleri!

IV

Kurbağalara bakmaktan geliyorum. Ben Yakup
Bunu Yakup söyledi
Yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde
Gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim
Bir kırlangıç onu kirletmese
Ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben
Onları hiç sevmem
Ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur
Odamın düşünülmesi halinde bile
Kimseler yoktur
Biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde
Ve biraz da çarşılar
Ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki
Bitmesin
Çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben
Kirli ve eski
Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde
Onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin
İntiharlara doğru büyüyen içinde
Ben, yani Yakup
Kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
Açgözlü, mor kurbağalara
Akşama doğru bir dilim ekmek yiyeceğim belki
Bir bardak da süt içeceğim. Sonra
Bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
Ben
Gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup
Uyumak istiyorum.

Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.

Edip CANSEVER

Share.

About Author

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: