“Burada daha ne kadar öleceğim?
Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde?
Ben size alışamam.Tehdit: koltuğunuzun bedeninizle dolmaması.
Tehdit: bir merdivenin uygunsuz konumu, gözüme saldıran güneş ışınlarında yüzünüzün yok oluşu.
“Ağlıyordum, onu gönlümde isterdim ve sadece orada.“
Öylesine yoksulluk, bir sevi düşünün bu kadar yayılması günlere, hiç karşılıksız…
Ağlıyorduk. Ben bu ıslaklığı tanıyordum, düşümde böyle düşünüyordum
size dokunurken. Siz bu ıslaklığı tanıyordunuz, düşümde böyle düşünüyordunuz.
Nasıl biliyorduk, nasıl? Her ışıltılı anın acı yükünü, ülkemizin sonsuzca yumuşayarak kuraklıktan kurtulduğunu: bu gözyaşlarının susulmuş her çığlık, beklenmiş her sevinç için, onun için bu kadar akıcı, saran ve parlak.
Delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor. Bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acıyla uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı bilinmeyen gözlerinizle her karşılaştığımda katlanacak bir acıyla.
Onu sürükleyeceğim. Sürükleyeceğim ki açığa çıkarılamayacak, tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir sevi karabasanından aldığım pay, saygısını bulsun içkin dünyasında “Ben”in.
Yaslı yüreğimin utangaç itirafı: “SİZİ SEVMEKTE ÖLÜYORUM””
Nilgün MARMARA