Bertha von Suttner
Dönemindeki önemli olaylar (1843-1914)
1849 Avusturya, Rusya’nın yardımı ile Macaristan’ı egemenliği altına alır.
1853 Kırım Savaşı başlar. (Osmanlı İmparatorluğu, Fransa ve İngiltere Rusya’ya karşı.)
1856 Kırım Savaşı’nın sonu.
1859 Avusturya; İtalya ve Fransa’ya karşı savaşta Lombardiya’yı kaybeder.
1864 Bismarck, Prusya ve Avusturya’yı Schleswig-Holstein bölgesi için Danimarka’ya karşı savaşa sokar. Danimarka kaybeder.
1866 Bismarck Prusya’nın Avusturya ve Alman Birliği’ne karşı savaşa girmesine sebep olur.
1866 Avusturya Almanya’dan ayrılır.
1870 Kayzer Wilhelm’in “Ems” kasabasından Bismarck’a gönderdiği telgrafın, özellikle Fransa aleyhtarı bölümleri kalacak şekilde kısaltılarak açıklanması, 1870-71 savaşına yol açar.
1871 Alman ordusu Paris’i alır. Frankfurt/Main Barış Antlaşması ile Alsace-Loraine bölgesi Alman topraklarına katılır.
1880 İngiltere’de bir Barış Hareketi oluşur: “International Arbitration and Peace Association” (Uluslararası Uzlaşma ve Barış Birliği)
1891 Bertha von Suttner, Avusturya Barış Sevenler Derneği’ni kurar.
1892 Berlin’de Alman Barış Derneği kurulur.
1896 Nobel Ödülü’nün kurucusu Alfred Nobel’in ölüm yılı.
1901 İlk Nobel Barış Ödülü İsviçreli Henri Dunant ve Fransız Frederic Passy’e verilir.
“Silahları Bırakın!”
“Ortalıkta yatan askerler ve atlar, parçalanmış toplar ya da canhıraş bağrışmalar, tarih kitaplarında okuduğum birçok manzaranın aynısı. Hiç de hoş bir manzara değil…” On altı yaşındaki Kontes Kinsky, kaplıca kenti Wiesbaden’in kütüphanesinde gazeteleri; savaş meydanından görüntüler veren resimli dergileri gördüğünde sarsılır.
1859 yılıdır: Piyemonte-Sardunya ve Fransa Avusturya’ya karşı savaştadır. Avusturyalı Bertha von Kinsky, annesi, halası ve kuzeni ile sosyetenin uğrağı, kaplıca kenti Wiesbaden’de bulunmaktadır. Balolarda ve kaplıca konserlerinde eğlenmekte ve oyun salonlarında şanslarını denemektedirler. Bertha ve aynı yaştaki kuzeni bunun dışında kendi buldukları “Puff” oyunu ile de eğlenmektedirler: Geleceklerine ilişkin sahneler düşünür ve bu sahneleri farklı rollerde canlandırırlar. Konuları hep fırtınalı aşk hikâyeleri oluşturur.
Amerikalı bir kovboy, Avrupalı bir elçilik ataşesi ya da Hintli bir mihrace Bertha’ya veya Elvira’ya evlenme teklif eder ve bunun ardından yeni bir oyun daha başlar. Her iki kız için açık olan bir şey vardır: Yalnız fantezilerinde değil, gerçekte de onları tamamen olağanüstü bir gelecek beklemektedir. Bertha’nın kuzeni Elvira çok ünlü bir ozan olacaktır. Bertha ise çok mükemmel bir evlilik yapacak, fakat daha önce muhteşem bir opera şarkıcısı olarak insanları mest edecektir. Ancak savaş resim ve haberleri, bu tür gelecek tasarılarına hiç de uygun değildir. Savaş “hoş” değil, fakat kaçınılmazdır.
“Dünyadan savaşların tümüyle ortadan kalkması olasılığını düşünmek bile hayaldi,” der Bertha daha sonraları genç kızlık yıllarını anımsayarak. “Ağaçları yapraksız, denizi dalgasız tasavvur etmek gibi bir şey olurdu bu- savaş, insanlık tarihinin gerçekleşme biçimidir: İmparatorlukların kurulması, ihtilafların çözülmesi, hep savaşla sağlanıyor.”
Genç Bertha von Kinsky’nin böyle düşünmesi şaşırtıcı değildi. Yıllar sonra 1889’da Silahları Bırakın romanında kendisinin ve çağdaşlarının niçin böyle bir inanç beslemek zorunda kaldıklarını açıklayacaktır.
“Ders ve okuma kitaplarında da salt uzun bir savaşlar dizisi olarak anlatılan kendi ulusumuzun tarihi yanında, durmadan sadece kahramanca silahlı çatışmalardan söz eden farklı şiir ve hikâyelerden de çıkan sonuç budur. Milliyetçi eğitim sisteminin bir parçasıdır bu. Her öğrencinin vatanını koruyan bir kahraman olarak yetişmesi gerektiğinden, çocuğun ilgisinin vatandaşlık görevine vaktinde çekilmesi gerekir. Savaşın dehşetinin meydana getirebileceği doğal ürküntü duygusuna karşı çocuğun yüreğini katılaştırmak için en feci kan banyoları ve katliamlar, sıradan ve doğal, gerekli bir olaymış gibi anlatılır… Gerçi savaş alanına gitmeleri gerekmeyen kızlara da, erkek çocukların askerlik için yetiştirilmesini hedefleyen bu kitaplarla ders veriliyor. Böylece kız çocuklarında da erkeklerin yaptığını yapamamaktan dolayı bir haset ve askerlere karşı bir hayranlık duygusu uyandırılıyor. Diğer her konuda merhametli, ılımlı olmamız uyarısında bulunulan biz genç kızlara, yeryüzündeki savaşların ne korkunç resimleri gösteriliyor. İncil’de anlatılanlardan, Makedonya’dakilere, Pun savaşlarından Otuz Yıl ve Napoleon savaşlarına kadar. Oralarda kentleri nasıl yaktığımızı, insanlarını nasıl kılıçtan geçirdiğimizi, esirleri nasıl soyduğumuzu görüyoruz. Hem de büyük bir zevkle… Bunlar olmak zorunda. En yüce şeref ve namusun kaynağı bu. Kızlar bunları çok iyi anlıyorlar. Savaşı göklere çıkaran şiirler ve tiratları ezberlemek zorundalar. Ve özverili ‘bayraktar’ analar, dansta eş seçimi sırasında subaylara verilen armağanlar, böyle yaratılıyordu işte.”
Kontes Kinsky’nin, günün birinde özgürlük savaşçısı Bertha von Suttner olarak böyle şeyler söylemesi, kendisi ve gençlik yıllarındaki çevresi için inanılacak gibi değildir. Gençlik anılarında kendisini “kendini beğenmiş ve yüzeysel” olarak tanımlar. Durmadan yeni bir hayranıyla, tabii kendi düzeyine uygun biriyle flört etmekte; kendisini müzik dünyasının en büyük yıldızı olarak görmektedir.
Ayrıca toplam olarak üç kez nişanlanır. Kuzeni Elvira ile birlikte düşündükleri gibi üçünden de dramatik bir şekilde ayrılır: Kendisinden çok yaşlı birinci nişanlısından, kendisini öpmek istediğinde kaçar. İkincisi sahtekâr çıkar. Üçüncüsü bir deniz yolculuğunda ölür.
1873 yazı: Bertha von Kinsky otuz yaşındadır. “Dış dünyada bir işe yaramak ve parlamak” ister. Hangi dış dünya? Opera şarkıcısı olarak kariyer yapabileceğine kendisi de inanmaz artık. Bu yöndeki çabalan hazin bir şekilde boşa gitmiştir. Fakat birkaç yabancı dil bilmektedir. “İyi bir eğitim” görmüştür. Bu dillerle bir şeyler yapılabilir.
Genç kadın Avusturya’nın kuruluş yıllarında zengin bir soylu olan Avusturyalı Baron von Suttner’in evine gelir ve onun dört kızının mürebbiyesi olur. Anılarını okuyan biri, hayatını anlatım şeklinin nasıl birdenbire değiştiğini hemen fark eder. Artık olağanüstü mutluluk düşleri ve kendisi için yeterince yakışıklı bir erkek düşüncesi yoktur. Bunların yerine, belki de hayatında ilk kez, yükseklerden uçan bu Kontes gerçek duygu gibi bir şeyler hisseder.
Otuz yaşındaki bu kadın evin kendisinden yedi yaş küçük oğlu Arthur Gundaccar’a âşık olmuştur. Arthur da onun ilgisine karşılık verir. Annesi ve babası, çok saygın evlerinde neler döndüğünü öğrendiklerinde baştan çıkarıcı mürebbiyeyi kovarlar. Bertha von Kinsky kendisine yeni bir iş aramak zorunda kalır. Gazete ilanı ile bir kadın arayan, kendisine sekreterlik ve ev hanımlığı yapabileceği İsveçli zengin ama garip bir adamla ilişki kurar.
“Nobel, Alfred; İsveçli kimyager, dinamit ve patlayıcı jelatini buldu ve Nobel Vakfı’nı (Nobel Ödülü) kurdu.”
Bertha von Kinsky’nin Paris’te yanında çalışmak üzere yola çıktığı, Paris’te yaşayan bu garip kişilik, daha sonraları ansiklopedilerde böyle anılacaktır.
Ne denli önemli bir adamla, “savaşların bir daha yapılmasına imkân vermeyecek, korkunç ve yok edici etkisi olan bir makine veya madde yaratmak isteyen” biriyle tanışacağından Bertha’nın henüz haberi yoktur. Bu onu hiç ilgilendirmez, başka sıkıntıları vardır.
Hayatında bir dönem uzaktan da olsa aşk hüznü çeken herkes, Bertha’nın Paris’te niçin çok mutsuz olduğunu anlayacaktır. Oraya tam sekiz gün dayanabilir. Sonra, “Çok değerli pırlanta bir haçım vardı. Onu bozdurmaya gittim. Aldığım parayla otel faturasını ödedim, bir sonraki Viyana ekspresine bilet aldım ve bir miktar da naktim kaldı. Dayanılmaz bir baskı altında, rüyadaymışım gibi hareket ediyordum. Delilik olduğunun farkındaydım, belki de bir mutluluktan kaçıp bir mutsuzluğun kollarına atıyordum kendimi. Tüm bunlar bilincimde şimşek gibi çakıyordu, fakat yapamıyordum, başka türlü davranamıyordum…”
O anda hangi mantıkla hareket ettiği gerçekten etkileyicidir. Ardından bir mektup bırakarak terk ettiği Alfred Nobel de aynı şeyi hissetmiş olmalı. Çünkü Alfred Nobel, onun Paris’ten aniden kaçışına başka türlü tepki de gösterebilecek olmasına rağmen Bertha’nın yaşam boyu en iyi arkadaşlarından biri olarak kalır. Bertha Viyana’ya geri döner: Arthur von Suttner ile gizlice görüşür. Hatta gizlice evlenirler ve Kafkasya’ya kaçarlar. Burada dokuz yıl kalır ve geçimlerini büyük ölçüde yazarlıktan sağlarlar.
Göçmenlik zamanında Bertha von Suttner, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nı yaşar. Hâlâ gençliğinde aşılanmış olan ülkülerin etkisi altındadır. Savaş, özellikle tarihsel önemi olan ilkel bir olaydır. “Savaşın ortasında yaşamak da insana bu önemi yansıtır.”
1885 Mayıs’ında von Suttner çitti Avusturya’ya geri döner. Aile “kaçaklarla” barışmıştır. Arthur ve Bertha von Suttner artık Güney Avusturya’da Harmannsdorf çiftliğinde yaşamakta ve ikisi de yazarlık işine devam etmektedir. 1886-87 kışını Paris’te geçirirler. Bertha, Alfred Nobel’i ziyaret eder; edebiyatçılar, hukukçular ve politikacılarla tanışır, geceler boyu tartışırlar. Tartışma konusunun başında “Ufukta yine savaş mı var?” sorusu gelmektedir.
O aylarda Almanya ve Fransa arasındaki hava çok gergindir. Bu konuşmaların ortasında Bertha von Suttner kendisini “elektrik çarpmışa döndüren bir haber” alır: Bir tanıdığı ona 1880’den beri Londra’da bir “Uluslararası Uzlaşma ve Barış Birliği”nin, yani barış hareketinin varolduğunu anlatır. Bertha hemen bu barış birliği hakkındaki belgeleri temin eder.
Büyülenmiştir. Bu düşünceleri yaymaya devam etmek ister. Ve böylece dört savaş yaşamış (1859, 1864, 1866 ve 1870-71) ve sonunda kendisinden tamamen emin bir biçimde barış savaşçısı olup çıkan bir kadının yazgısını anlatan romanını yazmaya başlar: Silahlan Bırakın!
Emile Zola’nın etkisinde, gerçek toplum kesimlerinin tasvirini yapabilmek ve yansıtabilmek için ön araştırmalarını tam olarak yapar. Bir edebiyat şaheseri değildir Bertha’nın yazdıkları, fakat yayınlandıktan sonra korkunç bir gürültü koparan bir eğilim romanıdır. Bertha von Suttner adı, ulusların tarihinde savaşı kaçınılmaz sonuç olarak gören eski düzene karşı başkaldırının simgesi haline gelir.
Alfred Nobel ona yazdığı bir mektupta, “Hayranlık uyandıran şaheserinizi okudum. Dünyada 2000 dilin konuşulduğu söylenir. Bence bu dillerin 1999’u fazlalık gibi geliyor bana. Fakat mükemmel eserinizin tercüme edilemeyeceği, okunamayacağı ve tartışılamayacağı bir dil kesinlikle yoktur.” Abartılmış değildir bu, çünkü 1905 yılında Bertha von Suttner Nobel Barış Ödülü’nü aldığında, kitabı 37. baskısını yapmış ve tüm Avrupa dillerine çevrilmiştir.
Avusturyalı yazar Peter Rosegger bu romanı “çığır açan bir eser” olarak nitelendirir. Yazar Leo Tolstoy, Bertha’ya yazdığı bir mektupta, “Tanrı eserinizin ışığında savaşın ortadan kalktığını göstersin bize!” der. Tabii “Barışçı Bertha” ve onun düşünceleri ile alay eden karşıtları da vardır. Felix Dahn, örneğin, şöyle bir şiir yazar:
Silah başına! Kılıç yakışır erkeğe, O savaşır, kadına susmak düşer, Gerçi erkekler var ki günümüzde, Daha uygun olurdu, eteklikle gezseler.
Barış inancı, büyük kahramanlık maskesinin düşürülmesi için sözcükler -silahlanmaya büyük paralar harcandığı ve savaşın yüceltilmesi için her türlü propaganda aracının devreye sokulduğu bir dönemde- kullanmak, cesaret ister. Bu cesaret de Bertha von Suttner’de fazlasıyla vardır. Barış fikri için kararlı bir şekilde kendisini ortaya koymaya devam eder, “Bu kitabım sayesinde edindiğim tecrübeler ve çevreler beni bu hareketin içine daha fazla itti. Öyle ki, başlangıçta istediğim gibi sadece kalemimle değil, tüm benliğimle kendimi bu işe adamak zorunda kaldım.”
1891’de Barones Viyana’da “Barış Derneği”nin Avusturya kanadını kurar. 1892’de Berlin’de, Alman “Barış Derneği” kurulur. Almanya’daki pasifistler ilk kez örgütlenirler. 1899 yılında “Lahey Barış Konferansı” yapıldığında, Bertha von Suttner bu konferansa katılan tek kadındır ve daha sonra bu konferans hakkında yaptığı röportajı kitap şeklinde yayınlar.
Barış hareketi için yapılan her önemli kongre ve konferansa (çoğunlukla kocasının eşliğinde) gider, konuşmalar yapar ve “dönem tarihine ilişkin eleştiriler” yayınlar. Bu eleştirileri ölümünden sonra 1917’de, iki ciltte toplanır ve Dünya Savaşının Önlenebilmesi İçin Verilen Savaş başlığıyla yayınlanır. Aslında bu eserle bugünkü “barış araştırmalarının tohumları atılır.
1891’de başlayan bu eleştiriler, deniz filosunun kurulması sorunları, çeşitli savaşlar, Balkanlardaki kargaşalar, kadınların oy hakkı savaşımı gibi konulara yöneliktir. Böylece Avrupa’daki her krizi izler ve bu kıtayı ancak uzlaşmanın kurtarabileceğini vurgular. Avusturyalı olarak tabii ki Monarşi’nin iç politikasıyla da ilgilidir.
1912’de tüm protestolara rağmen ortaokullara atıcılık dersleri konulduğunda şöyle yazar: “Şövalye von Hussarek gençliğe atış talimlerini yalnız bedensel beceriyi artıracak bir spor türü olarak değil, daha yüce düşüncelerin hizmetinde bir uğraş olarak da düşünmelerini hararetle tavsiye ediyor: Yani yücelerin yücesi İmparatorluğa sevgi ve savunma gücünün artırılması uğruna. Ve bir kez daha altını çiziyor: Toplumda olduğu gibi bireysel yaşamında da, herkes diğer uğraşları kadar mesleğini de bu yüce düşüncelerin ışığında algılamayı öğrenmelidir. Bunlar çok önemli sözler. Ama bu sanatın icrasında silahlar birlikte yaşadığımız insanlara doğrultulursa, çok doğru kullanılmış olup olmadıkları tartışılır.”
Ve Avusturyalı işçi kadınlar hareketinin bir eylemi üzerine şöyle der (1911):
“İşçi kadınlar Viyana’da kadınların oy hakkı için dev bir gösteri düzenlediler. Binlercesi, büyük bir düzen ve sessizlik içinde caddelerden geçtiler. Gartenbau salonunda konuşma yaptılar. Bu arada Adelheid Popp şunları da söyledi: ‘Aynı zamanda cinayetlere, kardeşin kardeşi vurduğu savaşlar için milyonların harcanmasına karşı da savaş vermek istiyoruz. Ölümcül silahlanmanın son bulmasını ve bu milyonların halkın ihtiyaçları için harcanmasını istiyoruz!’ Kadınca politika mı? Hayır: İnsanca politika!”
O güne kadar karşıtlarının sürekli gözden düşürmeye çalıştıkları ve “Duygusal, Sersem Barış Havarisi” dedikleri Bertha von Suttner artık eleştiriler yazan bir gazetecidir. Uzun yıllar arkadaşı ve Alman Barış Derneği’nin başkanı olan Alfred Hermann Fried şöyle özetler: “Bu hareket bilime, roman yazarımız da çağın bir eleştirmenine dönüştü.”
İsveçli büyük sanayici ve dinamitin mucidi Alfred Nobel 1896’da öldüğünde, bıraktığı vasiyetinde servetinin bir kısmını Nobel Barış Ödülü için bağışlamıştır. Bu barış ödülüne uygun görülen ilk kadın 1905’te Bertha von Suttner olur. Artık 62 yaşındadır ve tüm saldırılara, düş kırıklıklarına rağmen, barış uğruna yorulmak bilmeden çalışmalarını sürdürmektedir.
Yaşamın son aylarında yakalandığı ağır bir hastalık çalışmalarını bırakmaya mecbur eder. Son sözleri (yanında bulunan Alfred Hermann Fried’e göre) şöyle olmuştur: “Silahları bırakın! Bunu herkese söyleyin… herkese…” Bu sözleri 21 Haziran 1914’te söyler. Bundan yedi gün sonra Avusturya-Macaristan Prensi Franz Ferdinand karısıyla birlikte Sarayevo’da öldürülecek, askeri ittifakların zincirleme tepkileri devreye girecek ve Birinci Dünya Savaşı başlayacaktır.