Başarı yalnız yetenek değil disiplin özveri, bağımsız ve ödünsüz bir kişilik, içten bir yurt sevgisi gerektirir. Ancak o zaman, gerçek ve hak edilmiş bir başarı olur.
ATTİLÂ İLHAN
Edebiyat ve sinema alanında pek çok yeniliğin ilk uygulayıcısı olan usta şair bundan tam 6 yıl önce hayata veda etmişti…
Geçirdiği kalp krizi sonucu 80 yaşında yaşamını yitiren Türk edebiyatının usta kalemi Attila İlhan ölümünün 4’üncü yılında mezarı başında anılıyor. Ölümünün üzerinden tam 6 yıl geçen, şair, roman yazarı, gazeteci, eleştirmen Attila İlhan, vefatının 6’üncü yılında Attilâ İlhan Bilim, Sanat ve Kültür Vakfı’nın düzenleyeceği bir törenle anılacak.
Türk edebiyatında şiirleri en çok dillerde dolaşan şairlerden biri olan Attilá İlhan’ın bugün ölüm yıldönümü. Türkiye’de yapılan hemen her tartışmada adı geçti, edebiyat ve sinema alanında pek çok yeniliğin ilk uygulayıcısı olan usta şairi: altı sene önce bugün, kalp krizi sonucu yitirdik. Nice öksüz kelime onun dokunuşuyla hayat bulmuştu. Gerek konuşmasıyla, gerekse yazdıklarıyla ülkem insanına ideal şair ve insan profilini çizdi. Öylesine bir miras bıraktı ki ardında, her şiiri yağmur olup toprağa yağacaktır.
Attilâ İlhan büyük bir şair olmanın yanında, bir düşünür ve gerçek bir Türk aydını, Kemalist devrimin öncü neferiydi. Kendisininde dediği gibi, “Türkiye’yi koruyacak, kutaracak olan yol, Mustafa Kemâl’in yoludur. Parola VATAN işareti NAMUS‘tur”.
Dik duruşuyla, ‘Dip dalgası’nın öncüsüydü. Zorlu yılların yazarı, şairiydi. Batıcı, tanzimatçı, mandacılara inat hep ATATÜRK Türkiye’sinden yana oldu. Mustafa Kemâl ATATÜRK’ü en iyi anlamış, yorumlamış bir yazardı. Özellikle Milli Mücadele Tarihi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait bilgisi engindi. Bir aydın olarak olaylara bakış açısı ve geleceğe dahil öngörüsü yüksekti. ‘Gelecek’ dediği dalga 2007 Cumhuriyet Mitingleri’yle gelmişti. Ölümünden 2 yıl sonra. İşte Devrimci öngörüsü! Ve dalgalar Türkiye Gençlik Birliği (TGB) ile devam etti. Şuan o dalgalar, devrimin dalgaları Avrupa’ya ulaştı! TGB Almanya olarak.
Kimileri sadece ölür, biz ise onun bedenini kaybettik, ama fikirleri ve bizlere bıraktığı eserleriyle hala yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
Şiirleriyle, romanlarıyla, kitap ve yazılarıyla biz gençlerin dünyaya ve Türkiye’ye farklı bir gözle bakmamızı sağlayan aydınımızı saygıyla anıyorum. Elbette şiirleriyle ve fikirleriyle sonsuza dek aramızda yaşayacak.
(Ümit Doğancı’nın demecinden düzenleme)
Usta Şairin Hayatı : Esas adı Attila Hamdi İlhan, 15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı kentlerde tamamladı.
16’sında hapisle tanıştı : İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza Nazım Hikmet şiiri göndermesi nedeniyle 1941’de tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı.
Öğrenime devam edemez : Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı.
Chp Şiir armağanında ikincilik ödülünü kazandı : Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü kazandı. 1946’ta mezun oldu.
İlk Şiir Bulvar : İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı yayınladı.
Polisle başı hep dertte : 1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Paris’e gitti. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye’ye geri dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Bir kaç kez gözaltına alındı.
1950’li yıllarda adını duyurdu : 1951 yılında Gerçek Gazetesi’nde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca tekrar Paris’e gitti. Fransa’daki bu dönem Attilâ İlhan’ın Fransızcayı ve Marksizm’i öğrendiği yıllardır. 1950’li yılları İstanbul – İzmir – Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini Türkiye çapında duyurmaya başladı.
15’e yakın senaryo yazdı : Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953’te Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar. 1957’de askerliğini yaptıktan sonra sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Ali Kaptanoğlu adıyla 15’e yakın senaryo yazdı.
‘Yasak Sevişmek’ ve ‘Aynanın İçindekiler’: 1960’ta Paris’e geri döndü fakat babasının ölmesiyle birlikte İzmir’e dönüş yapmak zorunda kaldı. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler serisinden Bıçağın Ucu yayınlandı. 1968’te evlendi, 15 yıl evli kaldı.
İstanbul’a yerleşti: 1973’te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 81’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti.
‘Kartallar Yüksek Uçar’ ve ‘Yarın Artık Bugündür’:İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş Gazetesi’nde yazan Attilâ İlhan, 1993 -1996 yılları arasında Meydan Gazetesi’nde yazmaya devam etti.
Senaryo yazmaya geri dönüş : 1996 yılından beri köşe yazılarını Cumhuriyet Gazetesi’nde sürdürmekteydi. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür senaryosunu yazdığı dizilerdi.
En uzun süren program : TRT’deki ‘Attilá İlhan’la Sohbetler’ programı, en uzun süren program unvanını kazandı. Program 2004 yılında yayından kaldırıldı.
2005’de veda etti : 11 Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
An Gelir
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
şarkılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölürşarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölüran gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölürson umut kırılmıştır
kaf dağı’nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölürgörünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür..
Attilâ İlhan (d. 15 Haziran 1925 – ö. 11 Ekim 2005), Türk şair, romancı, denemeci, gazeteci ve eleştirmen. Entelektüel çalışmalarıyla Türk edebiyat ve düşünce dünyasına önemli katkıları olmuş bir aydındır.
Hayatı
15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. Tam ismi, Attilâ Hamdi İlhan’dır. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat’ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı. Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. 1946’ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı kendi imkânlarıyla yayımladı.
Paris yılları
1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris’e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye’ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi. Sansaryan Han’daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Şair bu gerilim havasını ilk şiirlerinde olmasa da özellikle Bela Çiçeği gibi kitaplarında eski günlerini yad ettiği ya da eleştirdiği şiirlerini yayımladı. Birkaç kez gözaltına alındı.
İstanbul – İzmir – Paris üçgeni
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris’e tekrar gitti. Fransa’daki bu dönem, Attilâ İlhan’ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950’li yılları İstanbul – İzmir – Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953’te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlamıştır.
Sanatta Çok Yönlülük
1957’de gittiği Erzincan’da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul’a dönüş yapan Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960’ta Paris’e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı. 1968’de evlendi, 15 yıl evli kaldı.
İstanbul’a dönüş
1973’te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 1981’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 – 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi’nde sürdürdü. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı.
Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.
İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: “… birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.” (Düşün, Haziran 1996).
Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye’nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul, İzmir gibi Türkiye’nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye’ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa’daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde irdeliyordu.
Hazırlık ve Arayış Dönemi
Romanda ‘hazırlık ve arayış dönemi’ diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez’de yazarın Paris’te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı yıllarda Türkiye’deki batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam’da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez’de Avrupa’da komünist ve anti-komünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan’ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda önyargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için bakın neler diyor:” Kitap ‘soğuk savaş’ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul’daki ve Paris’teki ‘solcu’ çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim.”
Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır.
Olgunluk dönemi
Yazarın “olgunluk dönemi” diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam’da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez’de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa Kurtlar Sofrası’nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir- ki sonradan yazdığı yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmaktadır. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet’te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşa bu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye’nin tarihinde köşebaşlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden herbiri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür.
Ölümü
Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan’ın 2004’ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 11 Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
2003 Sertel Demokrasi Ödülü’ne layık görülmüştür. 1946 CHP Şiir Yarışması İkinciliği 1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü tutuklunun Günlüğü ile 1975 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile vefatından sonra 2007 yılında kurulan Attilâ İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı çalışmalarına devam etmektedir.
Eserleri
Televizyon dizileri
- Teleflaş / Kanal 6 (1991)
- Sekiz Sütuna Manşet (1982)
- Kartallar Yüksek Uçar (1983)
- Yarın Artık Bugündür (1986)
- Yıldızlar Gece Büyür (1992)
Müzik albümleri
- An Gelir / Kendi Sesinden Şiirleri (2006)
Romanları
- Sokaktaki Adam (1953)
- Zenciler Birbirine Benzemez (1957)
- Kurtlar Sofrası (1963)
- Aynanın İçindekiler serisi
- Bıçağın Ucu (1973)
- Sırtlan Payı (1974) Yunus Nadi Roman Armağanı
- Yaraya Tuz Basmak (1978)
- Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981)
- O Karanlıkta Biz (1988)
- Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa (2002)
- Gazi Paşa (2006)
- Fena Halde Leman (1980)
- Haco Hanım Vay (1984)
- O Sarışın Kurt (2007)
Şiirleri
- 34 FN 346
- Adım Sonbahar
- Adımla Nasıl Berabersem
- Ağır Kan Kaybı
- Ağustos Çıkmazı
- Ah
- An Gelir
- Arabesk
- Artı Sonsuz
- Aydınlık Neyin Oluyor Senin?
- Ayrılık Sevdaya Dahil -1
- Ayrılık Sevdaya Dahil -2
- Ayrılık Sevdaya Dahil -3
- Ayrılık Sevdaya Dahil -4
- Ayrılık Sevdaya Dahil -5
- Aysel Git Başımdan
- Bakarsak
- Bana Bir Şimşek Çak
- Batan Bu Köhne Şileb…
- Bekle
- Bela Çiçeği
- Belki Gelmem Gelemem
- Belma Sebil
- Ben Artık Küsüm
- Ben Sana Mecburum
- Bence Malumdur
- Bir Üç Beş
- Biraz Paris’ ‘
- Böyle Bir Sevmek
- Büyük Yolların Haydudu
- Carıcın De Geçen Kış
- Cebber Oğlu Memmed
- Cinayet Saati
- Cinnet Çarşısı
- Claude Diye Bir Ülke
- Delik Deşik
- Diyalektik Gazel
- Duvar
- Elde Var Hüzün
- Elimden Gelen Bu
- Emirganda Çay Saati
- Emperyal Oteli
- Gece Buluşması
- Gecenin Kapıları
- Geç Kalmış Ölü
- Geçerdi Hep
- Gibi Redifli Gazel
- Hacı Murad In Ölümü
- Hannelise
- Harp Kaldırımda Aşk
- Hayır…
- Her Sabah, Yanılmak!..
- Herşeyi Birden İstemek
- Issızlığın Çığlığı
- Işık Mezarlığı
- İhtiyar Balladı
- İki Yüzlü Melekler
- İkinizden Hanginiz
- İstanbul Ağrısı
- Jilet Yiyen Kız
- Kadınlar Sonbahar
- Kalk Gidelim Kadınlar Balladı
- Kaptan -1
- Karantinalı Despina
- Kırmızı Pazar
- Kim Kaldı
- Kim O?
- Kimi
- Kimi Sevsem Sensin
- Korkarım
- Korkunun İsi
- Korkunun Krallığı
- Mahur Beste
- Maria Missakian
- Memleket Havası
- Mevsimdir
- Mihaka
- Muhalif Rüzgar
- Muhayyer
- Mustafa Kemal…
- Müjgan’a Aşk Şarkıları
- Nasıl Bir Sevdaysa
- Nasıl Olduysa
- Nefesler -4
- Neydi O Bir Zamanlar
- Nöbet Değişimi
- O Sözler Ki
- Onsekiz
- Ölmek Yasak
- Ömer Haybonun Son Günleri
- Pia
- Pusudaki
- Rast “Zenci” Peşrevi
- Rinna-Rinnan-Nay
- Rüzgar Gülü…
- Saçların Örülmüş Olmalı
- Sakın Ha
- Saklı Sevda
- Salı Sabaha Karşı
- Sana Ne Yaptılar
- Sen Benim Hiçbir Şeyimsin
- Sen Beyaz Bir Kadınsın
- Sen Burda Bir Yabancısın
- Sen Yoksun
- Serüvenin Sonu
- Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken
- Silahlı Dört Besmele
- Sisler Bulvarı
- Sokağa Çıkma Yasağı
- Sokaklarda Mızıka Çalma Çocuk
- Söyler
- Sultan-ı Yegah
- Süheyla Değildi Adın
- Süleyman
- Şahane Serseri
- Şeyh Bedrettin-i Simaviye Gazel
- Şubat Yolcusu
- Tarz-ı Kadim
- Tatyosun Kahrı
- Tut Ki Gecedir
- Tutuklunun Günlüğü
- Usturanın Ağzında
- Üçüncü Şahsın Şiiri
- Varsağı -1
- Varsağı -2
- Varsağı -3
- Waldorf Astoria
- Yağmur Gemileri
- Yağmur Kaçağı
- Yağmurda Sis Düdükleri
- Yalnızlığı Denemek
- Yalnızlık Şiiri…
- Yanılsama
- Yasak Sevişmek
- Yazın Son Günleri
- Yirmibeşinci Kısım
- Zeynep Beni Bekle
Deneme-Anı
- Abbas Yolcu (1957)
- Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)
- Sosyalizm Asıl Şimdi (Ekim 2006 İş Bankası Yayınları)
Denemeler
- Hangi Sol (1970)
- Hangi Batı (1972)
- Hangi Seks (1976)
- Hangi Sağ (1980)
- Hangi Atatürk (1981)
- Hangi Edebiyat (1991)
- Hangi Laiklik (1995)
- Hangi Küreselleşme (1997)
Cumhuriyet söyleşileri
- Bir Sap Kırmızı Karanfil (1998)
- Ufkun Arkasını Görebilmek (1999)
- Sultan Galiyef – Avrasya`da Dolaşan Hayalet (2000)
- Dönek Bereketi (2002)
- Yıldız, Hilâl ve kalpak
Abbas Yolcu..
Kendi ülkesinde yasaklanan Nazım Hikmet şiirleriyle bezeli, 40′ların romantizmi eşliğinde aşk mektupları yazan şair ruhlu adam; sürgünün eşiğinde bir şair, Attila İlhan. Cezaevinden akıl hastahanesine, daha yaşı tutmazken sorar; bu “hangi sağ, hangi sol, hangi vatan, hangi edebiyat, hangi seks”?
1925 senesinin 16 Haziran gününde İzmir’in Menemen ilçesinde Muharrem Bedrettin Bey (Cumhuriyet’in ilanıyla Menemen Müdde-i Umumiliği’ne atandı ve kısa bir süre sonra evlendiği Emine Hanım ile burada tanıştı) ile Emine Memnune’nin oğulları olarak dünyaya gelen Attila Hamdi İlhan, çocukluğunu savcı olan babasının farklı illere atanmasıyla İzmir, Adana, Konya gibi yerlerde geçirdi. Liseye İzmir Atatürk Anadolu Lisesi’nde başlayan Attila, okulda, hayatında ilk defa aşk mektubu yazacağı bir kıza aşık oldu. Kendi cümleleriyle başladığı mektupları Nazım Hikmet Ran şiirleriyle bitiren Attila, mektuplarına cevap aldığı için mutluydu, ancak genç kızdan kopyaladığı Nazım Hikmet şiirlerinden ötürü ‘mektuplarını yakmasını’ rica etti. Mektupları saklamayı tercih eden genç kız, niyetsiz davranışların her zaman bir sonucu olacağı gerçeğinden habersiz, yapılan bir arama sonucunda Attila’nın gözaltına alınmasına sebep oldu. İş büyüdü, Attila, Karşıyaka Polis Karakolu’ndan İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. 16 yaşındaki Attila, hücreye atılıp, günlerce sorgulandı. İki ay kaldığı hücrede, kendisi gibi ‘solcu’ bir kaç kişiyle arkadaşlık kuran ve Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142. maddeleriyle yargılanan genç adam, iş bilir avukatı sayesinde beraat ettiyse de, ‘sinir hastası’ sebebiyle Manisa Akıl Hastahanesi’ne yatırıldı. Burada da bir süre kalan Attila, tuhaftır, kendine Nazım Hikmet’le ilgili bir arkadaş edindi. Akıl hastahanesinden çıkan Attila’nın soruşturması nihayet sonuçlandı; eğitim hakkı tamamen elinden alınan genç adam, Türkiye sınırları içerisinde hiçbir okulda eğitim göremeyecekti. Bu karar üzerine savcı olan babası temyize başvurdu.
Hakkının elinden alınmasına rağmen İstanbul Boğaziçi Lisesi’ne başvuran İlhan Ailesi, Attila’yı ‘siyasi suçlu’ ve ‘komünist’ gerekçeleriyle kabul etmedi. Aile, kızları Çolpan ve Attila’yla, Adana’ya taşındı.
Sonuç, 1944′te geldi; okuma hakkını geri alan Attila, birinci sınıfını tamamlayamadığı liseyi İstanbul Işık Lisesi’nde bitirdi. O sıralarda şiirle içli dışlı olan Attila, yazmaya başladı. 1946 senesinde, yazdığı “Cebbaroğlu Mehemmed” adlı şiirini CHP Şiir Yarışması’na gönderen amcası, ikincilik ödülünü kazanan Attila’nın aiile içinde ‘şair’ olarak çağırılmasına sebep olacaktı.
Liseyi bitiren Attila, İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Ciddi anlamda şiir yazan genç adamın yazdıkları, Yeni Edebiyat Dergisi, Yığın ve Gün gibi dergilerde yayımlandı. Hatta bir şiirinin Suat Derviş tarafından övülmesi, Attila’yı daha da şevklendirdi. Bu zamanlarda, 100 kopyaya ulaşamayan ilk şiir kitabı “Duvar”ı yayımladı.
O sene, Attila için mühim bir dönem başladı. Nazım Hikmet’in yancısı olarak Fransa, Paris’e giden Attila, burada Sartre ve arkadaşlarına Nazım’ın öyküsünü anlattı. Fransız Komünist Partisi’ne üye olan Attila, her toplantıda Nazım hakkında konuşmalar yaptı. Marksizm bir yana, genç şair, yavaş yavaş bohem hayatına da sızdı. Sonradan şiirlerine konu olacak olan nice kadınları, Paris’te tanıdı Attila.
Uzunca bir süre Paris’te yaşadıktan sonra ülkesine dönen Attila, ‘devlet’ engeli ile karşılaştı. ‘Komünist’ gerekçesiyle sürekli gözaltına alınan Attila, ‘tabutluk’ denilen hücrelere atıldı, işkence gördü. Gayrettepe, Sansaryan Hanı’nda gerçekleşen bu işkenceler, İlhan’a “Tutuklunun Günlüğü”nü yazdırdı. Sansaryan Hanı’nda İlhan’ın hayatını etkileyen bir başka olay da ‘ispiyonculuk’tu. ‘Arkadaşlarını polise ispiyonladı’ söylentilerini yalanlayan İlhan’ın bir çok arkadaşı, hiç bir kanıt olmamasına rağmen ona sırt çevirdi.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir.
Azıcık okşasam sanki çocuktular,
Bir akşam korkudan gözleri sislenir.Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir.
Hayır, sanmayın ki beni unuttular.
Hâlâ ara sıra mektupları gelir.
Gerçek değildiler, birer umuttular
Eski bir şarkı, belki bir şiirNe kadınlar sevdim zaten yoktular.
Yalnızlıklarımda elimden tuttular
Uzak fısıltıları içimi ürpertir.
Sanki gökyüzünde birer buluttular,
Nereye kayboldular şimdi kim bilir.Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir.
İstanbul’da Hukuk Fakültesi’ne devam eden Attila, son sınıfa geçince gazeteciliğe ilgi duyduğu için okulu bıraktı. Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirmenliği yapmaya başlayan İlhan, 1953 senesinde “Sokaktaki Adam” adlı romanını yazdı. 1957 senesinde ikinci romanı olan “Zenciler Birbirine Benzemez”i yayımlayan İlhan, aynı sene Erzincan’da askerliğini yaptı.
Bakınız; “Büyük Yolların Haydudu”, “Bence Malumdur”, “Ağustos Çıkmazı”, “Böyle Bir Sevmek”, “Geç Kalmış Ölü”, “Ölmek Zamanı”, “Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken”, “İstanbul Ağrısı”.
1982 senesinde Milliyet Gaztesi’nde yazmaya başlayan İlhan, ’87′ye kadar devam etti.
Güneş ve sonrasında Meydan Gazetesi’nde yazan İlhan, Cumhuriyet Gaztesi’nde de yazdı (2004, Köşe Yazıları; 2005, Köşe Yazıları).
Televizyon film/ diziler için senaryo yazmaya başlayan İlhan, “Kartallar Yüksek Uçar”ı yazdı. “Sekiz Sütuna Manşet” ve “Yarın Artık Bugündür” de oldukça beğenildi.
Şiirlerinden Seçme ;
Kimi Sevsem Sensin
kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarim bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor
her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor
kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum
Ben Sana Mecburum
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
Elde Var Hüzün
Söyleşir
Evvelce biz bu tenhalarda
Ziyade gülüşürdük
Pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha Kuşlarının
Ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
Zamanlar değişti
Ayrılık girdi araya
Hicrana düştük bugün
Ah nerde gençliğimiz
Sahilde savruluşları başıboş dalgaların
Yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
Elde var hüzün
O şehrâyin fakat çıkar mı akıldan
Çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
Sırılsıklam âşık incesaz
Kadehlerin mehtaba kaldırılması
Adeta düğün
Hayat zamanda iz bırakmaz
Bir boşluğa düşersin bir boşluktan
Birikip yeniden sıçramak için
Elde var hüzün
Rüzgar Gülü
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim
Sisler utanacak eğilecek
Ağzının ucundan öpeceğim
Saçına kalbimi takacağım
Avcunda bir şiir büyüyecek
Nerede olduğumu bileceğim
Bu çıplak geceler yok mu
Bu plak böyle ağlamıyor mu
Camları kırmak işten değil
Delirecek miyim neyim
Kirpiklerimden mısra dökülüyor
Kenya’da simsiyah yalnızım
Yoksul bir şilepte gemiciyim
Malezya’da yük bekliyorum
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim
Gözlerini söndürme muhtacım
Ben senin aydınlığına muhtacım
Yepyeni bir ilkbahar harcayıp
Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
Rüzgar gülünü arayacağım
Oran’da Pernanbouc’ta Tombuktu’da
Vinçler yine akşamları indirecekler
Yine karanlığa bulaşacağım
Gözlerin rüzgarda savrulacak
İkimiz iki sap buğday olsak
Sen benim olsan, ben senin olsam
Bir gece vakti aklına gelsem
Uykunu tutsam bırakmasam
Seni kucaklasam, kucaklasam
Birbirimizin kalbini dinlesek
Dünyanın kalbini dinlesek
Büyük ateşler yaksalar
İki güvercin uçursalar
Nerede olduğumuzu bilsek
Sana Ne Yaptılar
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin
Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında
Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin
Seni görür görmez özgürlüğümden utandım
Söyle ne içersin, çay mı kahve mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Saçların uzundu, omuzlarına akardı
Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından
Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın
Gülerdin, içimize aylar doğardı
Görünmez dağların arkasından
Eski gülümsemeni beyhude aradım
O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Bir çay içer misin, yoksa kahve mi
Kibritim yok, demek cigaraya başladın
Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var
Böyle bir kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Sisler Bulvarı
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı’na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı’nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarıda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı’da bir tren vardı
sisler bulvarı’nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı’ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarabda kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika’ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka’da bir gün kalacağım
sisler bulvarını hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos’tan bir satır yağmur’dan iki
senin kirpiklerinden bir satır
simsiyah bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapur uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul’du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlayamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı’ndan geçmediğim gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray’da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
Ne Kadınlar Sevdim Zaten Yoktular
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Yagmur giyerlerdi sonbaharla bir.
Azicik oksasam sanki çocuktular,
Biraksam korkudan gözleri sislenir.
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemistir.
Hayir, sanmayin ki beni unuttular.
Hala arasira mektuplari gelir.
Gerçek degildiler, birer umuttular
Eski bir sarki, belki bir siir
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular.
Yalnizliklarimda elimden tuttular
Uzak fisiltilari içimi ürpertir.
Sanki gökyüzünde birer buluttular,
Nereye kayboldular simdi kim bilir.
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemistir.
Adım Sonbahar
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
BELÂ ÇİÇEĞİ
alsancak garı’na devrildiler
gece garın saati belâ çiçeği
hiçbir şeyin farkında değildiler
kalleş bir titreme aldı erkeği
elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler
çantasını karısı taşıyordu
hiç kimse tanımıyordu kimdiler
gece garın saati belâ çiçeği
üçüncü mevki bir vagona bindiler
anlaşıldı erkeğin gideceği
bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
bir türlü karısına bakamıyordu
ayaküstü birer bafra içtiler
gece garın saati belâ çiçeği
şimdiden bir yalnızlık içindeydiler
karanlık gelmişi geleceği
birdenbire sapsarı kesildiler
vagonlar usul usul kımıldıyordu
Cinayet Saati
haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
on üç damla gözyaşını saydım
allahına kitabına sövüp saydım
şafak nabız gibi atıyordu
sarhoştum kasımpaşa’daydım
hiç biriniz orada yoktunuz
haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa’daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım
Yağmur Kaçağı
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu’ndan geçiyorum
akşamsa eylül’se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni..
Ayrılık Sevdaya Dahil
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız..
Üçüncü Şahsın Şiiri
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka’dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım
Jilet Yiyen Kız
o kızı nerede nasıl görsem
aklımı başımdan alır ağzı
saçları şıra köpüğü desem
kaşları bıçak izi kırmızıyakut pulları mı? bu ne görkem
kanlı gözbebeklerindeki yazı
beni nasıl büyüledi bilmem
kirpikleri örümcek kırmızıkızıl demirden bir ünlem
salınması yangın yalnızı
korkmasam öpmeye eğilsem
dişleri elektrik kırmızıçarpılmışım başım sersem
sevdim jilet yiyen kızı
göğsündeki kumrulara değsem
gagaları zehirli kırmızıgece gündüz tek düşüncem
kasıklarımdaki ince sızı
artık kimseyle sevişemem
anladım sevişmek kırmızıjilet yiyen kız merih’li gecem
birlikte bulacağız belâmızı
sonumuz kuşkusuz cehennem
kırmızı kırmızı kırmızı
Ah!
Yüzünün yarısı göz kadife yansımalı
Bulutlu siyah ah bulutları eflatun
O boy aynasından çıktı fransız malı
Vişne asiti vardı tadında rujunun
Ah sinema yıldızı falan olmalı
Ağızlığı kristal son derece uzun
Bir kibrit çakıldımı ah yağmurluklu kız
Alevinden anlamlı dumanlar üfürüyor
Ah çocuk yüzünde gül goncası ağız
Saçlarından incecik süt tozu dökülüyor
Sağanak gibi derin, ağaçlar gibi yalnız
Karartma başlamış ışıklar örtülüyor
Ellerinde ruh gibi ah portakal kokusu
Kırkmaları mor salkım, göz kapakları saydam
Çok vapurun battığı bir liman orospusu
Bir hırsla öptüm ki ah ölürüm unutamam
Ay ışığında deniz akardiyon solosu
Pırıl pırıl yaşadım üç dakika tastamam
Tavana asılmış sosyalist saçlarından
Ah sabah sabah omuzları kan içinde
İşkence sonrası genç bir kadın militan
Yığınlar uğulduyor hummalı gençliğinde
Adı bile çıkmamış dudaklarından
Doğru yaşadığının sımsıkı bilincinde
Belki Gelmem Gelemem
Sen istinyede bekle ben burdayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle gitYüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin
Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç
Karanlık adamlar hüvviyetini sordu mu
Ben senin olmadığını arıyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor sana ait ne varsa
Hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git