William Blake – The Mariage of Heaven and Hell, 1790 / Cennet ve Cehennemin Evliliği
I. baskı: Mart 1997 (Türkçesi: Rahmi G. Öğdül) / II. baskı: 2003, Altıkırkbeş Yayınları (Türkçesi: Suat Kemal Angı) *
LEVHA 2
Kanıt
Kükrer Rintrah ve savurur ateşlerini kasvetli havada,
Derinlerde sürüklenir aç bulutlar.
Uysaldı eskiden ve adil insan,
Tuttu ölüm vadisi boyunca
Tehlikeli bir patikanın yolunu.
Güller dikilir çalıların arasına,
Ve kıraç fundalıkta
Vızıldar bal arıları.
O tehlikeli patika yapıldı sonra,
Ve bir ırmak ve bir pınar
Her uçuruma, her mezara,
Ve kızıl balçıkla sıvandı
Ağarmış kemiklerin üzeri.
Kötü adam terk edene dek kolaylığın patikalarını,
Tehlikeli yollarda yürümek ve sürmek uğruna
Çorak iklimlere adil insanı.
Az bulunur bir tevazuyla
Sinsice ilerliyor şimdi yılan.
Ve aslanların dolaştığı diyarlarda
Öfkeden kuduruyor adil insan.
Kükrer Rintrah ve savurur ateşlerini kasvetli havada,
Derinlerde sürüklenir aç bulutlar.
Yeni bir cennet başlıyor ve otuz üç yıl geçmişken doğalı,
Sonsuz Cehennem tekrar canlanıyor.
İşte bak! Swedenborg mezarın üzerine tüneyen Melektir;
yapıtları, katlanmış keten giysilerdir.
Şimdi, Edom’un hükümranlığı ve
Adem’in Cennete geri dönme zamanıdır.
Bakınız İsaya, Bab XXXIV ve XXXV.
Karşıtlıklar yoksa ilerleme olmaz.
Çekim ve İtim, Akıl ve Enerji,
Aşk ve Nefret, İnsan varoluşu için gereklidir.
Bu karşıtlıklardan, dinin
İyi ve Kötü dediği ortaya çıkar.
İyi edilgendir, Akıl’a boyun eğer.
Kötü, Enerji’den doğan ve etkin olandır.
İyi Cennettir. Kötü Cehennem.
İblisin Sesi
Kutsal kitapların ya da kutsal yasaların hepsi, şu yanılgıların nedenleri olmuşlardır:
1. Hani ya, insanın iki gerçek varoluş ilkesi vardır: bir Beden ve bir Ruh.
2. Enerji, ki Kötü bellenmiştir, yalnızca Bedenden gelir, ve Akıl, ki İyi denir ona, sadece Ruhtan gelir.
3. Tanrı, Enerjilerinin peşinden giden İnsana, Sonsuzluk içinde eziyet edecektir. Oysa, bunların Karşıtlarıdır Gerçek olan:
1. Ruhundan ayrı Bedeni yoktur İnsanın, zira Beden, beş Duyuyla sezilen Ruhun parçasıdır, ki bu Duyular, bu çağda Ruhun başlıca giriş kapılarıdır:
2. Enerji yegane yaşamdır ve Bedenden kaynaklanır, ve Akıl, Enerjiyi sınırlayan ya da onu dıştan kuşatandır.
3. Enerji Sonsuz Hazdır.
LEVHA 5-6
Arzuyu kısıtlayanlar, kendi arzuları
dizginlenemeyecek denli zayıf olduğu için böyle yapar;
ve kısıtlayıcı olan ya da
Akıl, arzunun yerini zorla ele geçirir
ve gönülsüz olanı yönetir.
Ve kısıtlandığı için giderek edilginleşir,
sonunda ve sadece arzunun gölgesi kalıncaya kadar.
Bunun tarihi Yitik Cennet’te anlatılır ki,
Yönetici ya da Akıl’a Mesih adı verilir.
Ve ilk Başmelek’ e, ya da göklerin sahibinden emirler getirene
İblis ya da Şeytan denir, ki onun çocuklarına
Günah ve Ölüm adı verilir.
Oysa Eyub’un kitabında, Milton’ın Mesih’ine Şeytan denmektedir.
Zira bu tarih, her iki tarafça da benimsenmiştir.
Gerçekten de, Arzu sanki defedilmiş gibi görünürAkıl’a,
lakin İblis, Mesih’in arzusuna yenik düştüğünü
ve ‘Cehennemden çaldıklarıyla bir cennet kurduğunu söyler.
Teselli ediciyi ya da Arzuyu yollaması için
Mesih’in Baba’ya yalvarınası İncil’de betimlenir,
ki Akıl, gelenler üzerinde Fikirler inşa edebilecektir;
Kutsal Kitabın Yehova’sı
alevler üzerinde oturandan başkası değildir.
Bilin ki, İsa’nın ölümünden sonra Yehova olan, odur.
Fakat Milton’da, Baba Yazgıdır,
Oğul beş duyunun Oranı ve Kutsal-ruh ise Boşluk!
Not: Melekleri ve Tanrıyı yazarken Milton’ın elinin kolunun bağlanması, İblisleri ve Cehennemi yazarken ise özgür kalmasının nedeni, onun gerçek bir Şair olması ve farkında olmadan İblis’in yanında yer almasıdır.
Anılası Bir Düş
Cehennem ateşleri arasında,
Dehanın Meleklere azap ve
çılgınlık gibi gelen zevkleriyle
kendimden geçmiş yürüyorken,
onların bazı Mesellerini derledim.
Bana öyle geliyordu ki, kullandığı deyişler
bir ulusun karakterini nasıl gözler önüne sererse,
Cehennem Meselleri de,
Cehenneme ait bilgeliğin doğasını,
yapıların ya da giysilerin
betimlenmesinden çok daha iyi ortaya çıkaracaktı.
Eve geldiğimde, sarp bir uçurumun
varolan dünyaya öfkeyle baktığı yerde,
beş duyunun cehenneminde,
siyah bulutlara bürünmüş ve
kayalığın üzerinde dolanan kudretli bir İblis gördüm;
küle çeviren alevlerle,
insan zihnince algılanan ve
yeryüzündekilerin okuduğu şu cümleyi yazdı.
“Havayı parselleyen her kuşun, beş duyunuz içine hapsedilmiş,
Engin bir haz dünyası olduğunu nasıl bilmezsiniz?”
Cehennem Meselleri
Ekim zamanı öğren,
hasat vakti öğret,
kışın keyfine bak.
Arabanı ve sabanını ölülerin
kemikleri üzerinde sür.
Aşırılığın yolu bilgeliğin sarayına varır.
Sağgörü, Yeteneksizliğin kur yaptığı
zengin ve çirkin bir kız kurusudur.
Arzulayan ama eylemeyen,
hastalık üretir.
Biçilmiş solucan sabanı affeder.
Suyu seveni ırmağa daldır.
Budala ile bilgenin gördüğü
ağaç aynı değildir.
Yüzü ışık saçmayan asla bir yıldız olamaz.
Sonsuzluk, zamanın nimetlerine aşıktır
Meşgul arının kedere vakti yoktur.
Budalalığın zamanı saatle ölçülür,
bilgeliğinkini hiçbir saat ölçemez.
Tüm sağlıklı besinler ağsız ya da kapansız yakalanır.
Kıtlık zamanında sayıyı,
ağırlığı ve ölçüyü kaydet.
Hiçbir kuş sadece kendi kanatlarıyla çok yükseğe
uçamaz.
Ölü bir gövde yaraların öcünü alamaz.
En yüce edim, kendinizden önce başkasını düşünmektir.
Budala kişi budalalığında diretseydi, bilge olurdu.
Budalalık hilekarlığın maskesidir.
Gururun pelerini Utançtır.
Hapishaneler Yasanın’ taşlarıyla inşa edilir,
Kerhaneler Dinin tuğlalarıyla.
Tavuskuşunun kibri Tanrının görkemidir.
Keçinin şehveti Tanrının cömertliğidir.
Aslanın gazabı Tanrının bilgeliğidir.
Kadının çıplaklığı Tanrının yapıtıdır.
Kederin aşırısı güler.
Neşenin fazlası gözyaşı döker.
Aslanların kükremesi, kurtların uluması,
fırtınalı denizin öfkeden kabarması
ve yok edici kılıç,
insan gözünün göremeyeceği sonsuzun parçalarıdır.
Tilki kapanı suçlar, kendini değil.
Zevk döller. Keder doğurtur.
Erkek aslan postu, kadın koyun kürkü giysin.
Kuşa bir yuva, örümceğe bir ağ, insana dostluk.
Sırıtkan bencil budala ile somurtkan huysuz budala,
her ikisi de bilge sanılacaklar, ki
belki ve böylece bir güç olacaklar.
Şimdi kanıtlanan eskiden sadece hayal edilirdi.
Sıçan, fare, tilki ve tavşan,
kökleri gözler; aslan,
kaplan, at ve fil meyveleri gözler.
Sarnıç tutar, pınar taşırır.
Bir düşünce ummanı doldurur.
Düşünceni söylemeye daima hazır ol, alçak kişi senden sakınacaktır.
İnanılası her şey, hakikatin imgesidir.
Kartal asla, kargayı öğrenmeye boyun eğdiği zamanki kadar vakit kaybetmemiştir.
Tilki kendi geçimini sağlar, Tanrı ise aslanınkini.
Sabahları düşün. Öğlen vakti eyle.
Bu dünyayı kendi duyusal varoluşu içinde biçimlendiren ve şu an onun içinde zincire vurulmuş olarak yaşıyor görünen Devler, gerçekte dünyadaki dirimin nedenleri ve tüm canlılığın kaynaklarıdırlar. Lakin zincirler, enerjiye karşı direnme gücü taşıyan zayıf ve uysal zihinlerin kurnazlığıdır ki, mesele göre, cesareti az olan şeytanlıkta ustadır.
Bu yüzden, varlığın bir kısmı Doğurgan, diğer kısmıysa Yokedicidir. Yokeden için, vareden zincire vurulmuş gibidir, oysa böyle değildir bu, o sadece varoluştan paylar alır ve bunu bütün sanır.
Eğer ki Yokeden, bir deniz misali, hazlarının fazlasını kabul etmezse, Doğurgan Doğurganlıktan kesilecektir.
Bazıları şöyle diyecektir: ‘Tanrı tek Doğurgan değil midir? ‘ Yanıtlayayım: ‘Tanrı sadece Eyler ve Vardır, varolan varlıklarda ya da İnsanlarda.’
Bu iki tür insan daima yeryüzündedir ve düşman olmaları gerekir; her kim ki onları uzlaştırmaya çalışır, varoluşu yok etmek istiyor demektir. Din, bu ikisini uzlaştırma çabasıdır.
Not: İsa Mesih onları birleştirmek değil, koyunlar ve keçiler Meselinde olduğu gibi, ayırmak istedi ve şöyle dedi: ‘Barış değil, kılıç getirmeye geldim.’
Mesih ya da Şeytan, ya da Baştan Çıkarıcı, enerjilerimizin kaynağı olan Tufan-öncesi varlıkların biri gibi düşünülürdü eskiden.
LEVHA 17-20
Anılası Bir Düş
Bir Melek yanıma geldi ve dedi ki: ‘Ah acınası aptal genç adam! Ah ürkünç kişi! Ah dehşetli durum! Sonsuza dek kendin için hazırlıyor ve büyük bir hızla geçip gidiyor olduğun kavurucu zindanı düşün hele bil’
Dedim ki: ‘Belki bana ebedi yazgı göstermek istersin ve oturup üzerinde birlikte düşünürüz, hangimizin yazgısı en çekici, anlarız.’
Sonra beni bir ahırın ve bir kilisenin içinden geçirerek, dibinde bir kalıphane olan mabedin mahzenine indirdi. Kalıphaneden geçtik ve bir mağaraya vardık. Mağaranın dolambaçlı yollarından aşağıya, can sıkıcı yolumuzda el yordamıyla ilerledik ve nihayet altımızda, yeraltı göğü gibi uçsuz bucaksız bir boşluk belirdi ve ağaçların köklerine tutunup bu ummanın üzerinde sallandık.
Dedim ki: ‘Hadi gel kendimizi boşluğa bırakalım ve Tanrının inayeti burada mıymış görelim. Sen yapmasan da ben yapacağım.’ Dedi ki: ‘Hiç kalkışma, Ah genç adam, burada kal ve karanlık dağılır dağılmaz ortaya çıkacak yazgını gör.’
Böylece onunla kaldım, bir meşenin kıvrılmış köküne oturarak. O, derinlere doğru baş aşağı sarkan bir mantara asılıydı.
Derken, uçsuz bucaksız Cehennemi gördük, yanan bir kentin dumanı gibi alevler içindeydi, altımızda, sonsuz bir mesafede simsiyah ama parıldayan güneş duruyordu, onun da çevresinde, en korkunç hayvan biçimleriyle pislikten fışkırmış, ki hava bunlarla doluydu ve sanki bunlardan var edilmiş gibiydi, uçan ya da sonsuz boşlukta yüzen avların peşinden sürünen devasa örümceklerin dönüp durdukları, alevli yollar uzanıyordu. İblislerdir bunlar ve onlara havanın güçleri denir. Hangisi benim sonsuz yazgım, diye sordum, yoldaşıma dönüp. ‘Siyah ve beyaz örümceklerin arasındaki,’ dedi.
Lakin ve birden, siyah ve beyaz örümceklerin arasından bir bulut ve ateş patlayıverdi, altındaki her şeyi karartarak derinlere doğru yuvarlandı; öyle ki, aşağıdaki derinlik bir deniz gibi kapkara kesildi ve korkunç bir gürültüyle devrildi. Altımızda görülecek hiçbir şey yoktu artık, yalnızca kapkara bir fırtına; ta ki, bulutlar ve dalgalar arasından doğuya doğru bakınca, ateşlerle karışmış bir kan çağlayanı gördük ve durduğumuz yerden birkaç taş fırlayıp korkunç bir yılanın puhu kıvrımlarına gömüldü yeniden.
Sonunda, doğuya doğru üç derece uzakta, dalgaların üzerinde alevlerle kaplı bir tepe belirdi, altın kayalardan bir dağ sırası gibi yükseldi usulca; baktıkça, denizin duman bulutları içinde uzak1aştığı kıpkızıl iki ateş küresi keşfettik, derken onun, ağzını ve kırmızı solungaçlarını gördük; öfkeden kuduran ve kanın ışıltılarıyla kapkara derinliği çınlatan köpüklerin üzerinden sarkmış, bize doğru ilerliyordu, tinsel bir varoluşun korkunç öfkesiyle.
Dostum Melek durduğu yerden kalıphaneye tırmandı. Tek başıma kalmıştım ki bu görünüm ansızın kayboldu, ve kendimi ay ışığının altında hoş bir ırmağın kıyısında otururken buldum, arp çalan bir şarkıcıyı dinliyordum, şarkısının sözleri şöyleydi: ‘Sabit fikirli kişi durgun suya benzer ve aklın sürüngenlerini yaratır.’
Kalktım ve kalıphaneyi araştırdım, Meleğime rastladım orada, şaşırmıştı, nasıl kurtulduğumu sordu bana. Dedim ki: ‘Gördüğümüz her şeyin nedeni senin metafiziğindi, çünkü sen uzaklaşır uzaklaşmaz, ay ışığı düşmüş bir ırmağın kıyısında, kendimi bir arpçıyı dinlerken buldum. Artık ebedi yazgımı görmüş olduk, ben de seninkini göstereyim mi sana! ‘ Önerime kahkahalarla güldü, ama birden onu kollarımla sımsıkı kavradım ve gece boyunca, yeryüzünün gölgesi üzerinde yükselinceye dek, batıya doğru uçtum. Sonra onunla birlikte kendimi, güneşin gövdesinin ta içine fırlattım. Burada beyazlara büründüm, Swedenborg ciltlerini elime alarak harikulade iklimden içeri daldık ve Satürn’e gelene dek bütün gezegenleri geçtik. Durdum ve soluklandım ve ardından Satürn ile sabit yıldızların arasındaki boşluğa atladım.
‘İşte,’ dedim, ‘eğer ki ona uzay denebilirse, bu uzayda senin yazgın.’ Derken ahın ve kiliseyi gördük, onu alıp sunağa götürdüm, İncil’i açtım ve işte! Derin bir çukurdu, önümdeki Meleği iteleyerek içine indim, biraz sonra tuğladan yedi ev belirdi, birine girdik, içeride, hepsi de bellerinden zincirlenmiş bir kaç maymun ve Habeş maymunu vardı, dişlerini gösterip birbirlerini kapmaya çalışıyorlar, ancak zincirin kısalığı buna izin vermiyordu. Fakat bazen zincirlerin sündüğü oluyordu ve güçlü olan zayıfı yakaladı, sırıta sırıta çiftleşti önce onunla, ardından parçalayıp yuttu, tek tek kollarını kopararak, aciz bir beden kaldı geriye. Sırıttıktan ve aldatıcı bir şefkatle öptükten sonra, diğerleri de çarçabuk yiyip bitirdi gövdeyi ve etrafta kendi kuyruğundan iştahla et koparan biri vardı. Leş kokusu her ikimizi de fena halde rahatsız edince kalıphaneye girdik, ve ellerimle, kalıphanenin içinde Aristoteles’in Analitik’i oluveren bir gövdenin iskeletini taşıyordum.
Melek birden, ‘Senin sınırsız hayal gücün beni rahatsız etti,’ dedi, ‘utanmalısın.’
Dedim ki, ‘Birbirimizi kandınyoruz biz, ki yapıtları sadece Analitik olan senle konuşmak, boşa vakit kaybı.’
LEVHA 21-22
Tek bilge onlarmış gibi, kendilerinden daima övünçle söz eden Melekler tanıdım, ki dizgesel uslamlamanın doğurduğu, cüretkar bir küstahlıktı bu yaptıkları. Bu yüzden ki Swedenborg, yazdıklarının yeni olduğuyla övünür; oysa yazdıkları, daha önceden basılmış kitapların sadece İçindekiler ya da Dizin bölümleridir.
Gösteriş olsun diye bir maymun taşıyordu adamın biri ve maymundan dirhem dirhem bilge olduğu için kibirlendi, ve yedi adamdan çok daha bilge olduğuna inandı zavallı. Swedenborg’a olan da budur, kiliseterin budalalığını gösterir ve iki yüzlüleri teşhir eder, ta ki her şeyin dinsel olduğunu hayal edene ve yeryüzünde ağ parçalayanın bir tek kendisi olduğunu sanana dek.
Şimdi şu yalın gerçeğe kulak verin: Swedenborg tek bir yeni hakikat yazmamıştır. Şimdi de bir diğerine: hep eski sahtekarlıklan yazmıştır. Ve şimdi de nedenini dinleyin. Sadece ve tümüyle dindar Meleklerle konuşmuş, dinden nefret eden İblisleri hiç dinlememiştir; zira kendini beğenmişliğiyle bunu beceremezdi.
Bu yüzden Swedenborg’un yazdıkları tüm yüzeysel düşüncelerin bir özeti ve daha yüce olanların bir çözümlemesidir, hepsi bu.
Şimdi de bir başka basit gerçek: Mekanik yeteneklere sahip herhangi biri, Paracelsus ya da Jacob Behmen’in yazılarından, Swedenborg’unkilere eşdeğer on bin cilt üretebilir, Dante’nin ya da Shakespear’inkilerden ise, sınırsız sayıda.
Fakat bunu yaptığında, ustasından daha iyi bildiğini söyletmeyin, zira o, sadece bir mum tutmuştur gün ışığında.
LEVHA 22-24
Anılası Bir Düş
Bir keresinde, alevler içinde bir İblis gördüm, bir bulutun üzerine oturan bir Meleğin önünde beliriverdi ve İblis iniltiyle şunları söyledi:
‘Tanrıya ibadet, herkesin kendi zekası ölçüsünde, diğer insanlardaki Tanrı vergisine saygı göstermek ve en yüce insanları sevmektir. Büyük insanları kıskanan ve onlara kara çalanlar, Tanrıdan nefret ederler; çünkü başka Tanı:- yoktur.’
Bu sözleri duyan Melek az kalsın masmavi olacaktı, fakat kendini toparladı ve sarı oldu ve nihayet beyaz ve pembe; gülümseyerek yanıtladı.
‘Seni Putperest, Tanrı tek değil midir, ve İsa Mesih’te görünür olmamış mıdır? Ve İsa Mesih on emri onaylamadı mı? Ve diğer insanların hepsi, birer budala, günahkar ve hiçlik değil midir?
İblis yanıtladı: ‘Budalayı havanda buğday ile döv, gene de budalalığı bırakmaz yakasını. İsa Mesih en yüce insansa eğer, en yüce biçimde sevmelisin onu. Şimdi dinle, on emri nasıl onayladığını: sebt günüyle ve onun Tanrısıyla alay etmedi mi? Kendisi yüzünden ölenleri katletmedi mi? Zina yapan kadından cezayı kaldırmadı mı? Kendisini geçindirmek için başkalarının emeğini çalmadı mı? Pilatus’un huzurunda savunma yapmadığında, yalancı tanıklık etmedi mi? Havarileri için dua ettiğinde ve onlara, seni evlerine almayı reddedenlere ayaklarının tozunu silk diye buyurduğunda, gıpta etmedi mi? Diyorum ki sana, bu on emri yıkmadan hiçbir erdem varolamaz. İsa, tepeden tırnağa erdemdi ve kuralları değil, dürtüleri temsil etti.’
O böyle konuşadursun, ben Meleğe baktım, kollarını açmış alevleri kucaklıyordu, ve yandı ve İlyas olarak doğdu.
Not: Şimdi bir İblise dönüşmüş bu Melek, benim çok özel dostumdur. çoğu zaman birlikte, cehennemsi ya da şeytani anlamıyla okuruz İncil’i, ki iyi davranırlarsa, dünya da kavrar bunları. Benim bir de Cehennem İncili’m var, ister iyi davransınlar ister kötü, dünyanın sahip olacağı.
Aslan ve Öküz için tek yasa Zulümdür. Mahvoluyorlar! yıkıntılar arasında
LEVHA 25-27
Bir Özgürlük Şarkısı
1. İnledi Ölümsüz Dişi! Tüm yeryüzünden duyuldu iniltisi:
2. İngiltere kıyıları hasta, sessiz; Amerika çayırları solgun!
3. Kehanetin gölgeleri, göller ve ırmaklarla birlikte ürperiyor ve okyanusun karşı kıyısına dönmüş mırıldanıyor: Fransa, yerle bir et zindanını,
4. Altın İspanya, parçala yaşlı Roma’nın barikatlarını,
5. Fırlat anahtarlarını Ey Roma, aşağıya, derinlere doğru, aşağıya, hatta ta sonsuza,
6. Ve ağla!
7. Titreyen avuçlarına aldı, yeni doğan ve uluyan dehşeti,
8. Atlantik denizinin engellediği bitimsiz ışık dağları üzerinde, yeni doğmuş ateş, durdu yıldızlı kralın önünde,
9. Gri karlarla ve gümbürdeyen çehrelerle kaplandı yamaçlar, derinlerde dalgalandı kıskanç kanatlar,
10. Kargıya benzeyen el yandı, çözüldü kalkanın tokası, kıskançlığın eli tutuşan saçların arasına daldı ve yeni doğmuş tansığı, yıldızlı geceye doğru savurup attı.
11. Ateş, düşüyor ateş!
12. Kaldır kafanı! Kaldır bak! Ey Londralı, çoğalt teveccühünü. Ey Yahudi, bırak altın saymayı. Dön yağına ve şarabına geri. Ey Afrikalı! Kara Afrikalı! (Git kanatlı düşünce, genişlet onun alnını.)
13. Ateşli kollar, alev alev yanan saçlar, Batı denizinde sönen güneş gibi dumanlı.
14. Ebedi uykusundan uyanmış, ağartılı öğe, kükreyerek uzaklaştı.
15. Boşu boşuna çırparak kanatlarını, koşturdu aşağıya kıskanç kartal; dümenler ve kalkanlar, savaş arabaları ve atlar, filler, sancaklar, kaleler, mancınıklar ve kayalar arasında, benzi atmış danışmanlar, gümbürdeyen savaşçılar, iki büklüm muharipler,
16. Düşüyor, saldırıyor, Urthona’nın inlerinde, gömülü,
17. Bütün gece harabelerin altında, derken, sessiz fakat öfkeli alevleri soldu, ümitsiz kralın etrafında beliren.
18. Gök gürlemesi ve ateşle birlikte, ıssızlığa doğru sürüyor yıldızlı ordularını ve koyu kederin diplerine çevirirken ışık saçan gözkapaklarını, on emrini duyuruyor,
19. Sabah onun altın göğsünü kuş tüyleriyle süslerken, ateşten oğul, doğu bulutundaydı,
20. Nefretle reddederken ilençle yazılmış bulutları, taştan yasayı toz haline geçirmek için tepiniyor, haykırıyor, gecenin inlerinden salmış, sonsuz atlan: Yok artık imparatorluk! Ve şimdi, aslan ve kurt yitip gidecek.
Koro
İzin vermeyin daha fazla, kısık sesli ve ölümcül karalara bürünmüş şafağın Kuzguni rahipleri, lanetler yağdırmasın hazzın oğullarına. Onun kabul gören tarikat yoldaşları, ki tiran özgür diyor onlara, ne sınır koysun ne de bir çatı çatsın. Solgun dinsel şehvet, arzulayıp da eylemeyen bakireliği çağırmasın!
Kutsaldır yaşayan her şey çünkü.
William Blake
(28 Kasım 1757, Londra – 12 Ağustos 1827, Londra) İngiliz şair: ressam, oymabaskı ustası ve mistik.
Eserleri:
Poetical Sketches by W. B. (1783)
Masumiyet Şarkılan (1789) , The French Revolutian (1791, basılamadı, sadece bir prova kopyası var)
Songs of Experience (1794)
The Poetical Works of W. B. (1893)
The Complete Writings of W. B. (1957, der. Geoffrey Keynes)
The Letters ofW. B. (1968, der. Geoffrey Keynes
The Note-Book of W. B. – Called The Rosetti Man USCript (1935, der. Geoffrey Keynes)
Blake’s Il/ustrations to The Divine Comedy (1953, der. Albert S. Roe)
Blake’s lob: W. B. ‘s Il/ustrations of The Book of lob (1966, d; r. S.F. Damon)