Cebindeki bronz bileziğe çarpan yağmurun bulutlar ardındaki gri çelimsizliğini gördü. Uykunun denizinde katreleşen düşleri ve kıta sahanlığında izbelik arayan umudun, revnak yıldızlardan uzak nasıl da soğuduğunu. Ayaklarını göğümden sarkıtan ay’ın tanrısı sin, gider susuzluğunu bronz levhada halka halka büyüyen,suya düşen ilk cemrede.
Kız çocuğu yüzümde oku: hangi dalın közüydü
neydi iskender’in aradığı pers kumaşı eteğimde
öldüğümü anlamayacaklar
teninin ve asrın en mahfuz yerinde…
dudakları kıpırdayan insan ve meleğin ilk azizliği
alnındaki korulukta incir titremesi
atlas korkularda sürüdüğün aklım
lodoskanı saçlarında terennüm eden bir tutam yengi…
denizciler sevişsin, define derinliği kor kederle
derinliğini bilmeden değdiğin kuş sürüsü
aşık ürkek ve saldırgan kör kitabelerden çıkıyor
bir kayaya çarpıyor sonra da beni vuruyor
mezar taşlarını kavrayabilecek mi ellerin
bileğimde yıkılan ilk ağaç buhurunda temmuz’un vakur aşkıyla
yeryüzüne berkitilen cesaretimin gecesi
toprağı seviyor,kanallar kazıyor,bir çeşit yazı icad ediyor
kokun,yapraklarımın dökülüp hüznün omurga iliğine süzüldüğü yerde
duru,çıplak ve buruk böyle ulaşabilir miyim kendime
kozalak sürdüm gözyaşım(a) iştar
kısık, kesik, sancılı kazdıkça; babilin göğsünde kabuk…
gözlerini sıyırarak kuş kahinlerinden, kum vaktinde gelecek misin?
tartıya gelmez yazıyla dille, karanlık saçlarıma sarınan semerkant…
Sema Güler Feyezân / Lilâv I : (Kar suyu)